Muhalefet uzun zamandır Türkiye’nin içine düştüğü durumla ilgili önemli şeyler söylüyor. Vatandaşın sıkıntılarına tercüman oluyor. Krizden çıkış yolları gösteriyor. Sayın Kılıçdaroğlu ’da sayın Akşener’de uzun zaman önce Sisi ve Esat’la görüşmenin gerekliliğine işaret etmişlerdi. Erdoğan onların gördüğünü ancak bıçak kemiğe dayandıktan sonra on yıl arayla görebildi. Bu on yılda ülke o kadar çok şey kaybetti ki bu gecikmiş görme ile Erdoğan’ın neden olduğu kayıpları telafi etmek mümkün değil.
Her alandaki gerilemeye rağmen Konar’ın Kasım 22 Barometresinde AKP ve Erdoğan’ın oyu yüzde 31 civarında gözüküyor. Bunun nedeni Erdoğan’ın başarılı ekonomik projeleri değil elbette. Erdoğan seçmenle duygusal ilişki kurmasını biliyor. Kendini onlarla özdeşleştiriyor. Kendi ihtirasları adına konuşurken bile onlar adına konuştuğuna onları inandırabiliyor. Nitekim onu savunanlar mantıklı sebepler bulamadıkları için -duygusal nedenler- ileri sürüyorlar. Aynı araştırmada CB seçiminde muhtemel adaylar içinde Erdoğan’ı açık ara geçen tek isim Mansur Yavaş.
Kabul edelim etmeyelim bu coğrafyada siyaset liderler, kimlikler ve ideolojiler üzerinden yürüyor. AKP’ye oy veriyorum diyenlerin neredeyse tamamı aslında Erdoğan’a oy verdiklerini söylüyorlar. Onca olumsuzluğu, yanlışı, yolsuzluğu Erdoğan’la aralarında kurdukları bağ yüzünden görmezden geliyorlar.
Muhalefet tabanı ile daha böyle bir bağ oluşturamadı. Son Anayasa tasarısının lansmanında da toplumun heyecanlarına hitap edecek bir sunum yapmadı veya yapamadı. Siyasette algı oluşturmanın ne kadar önemli olduğunu bu liderlerin tamamı herkesten iyi biliyor. Ama bilmekle yapmak aynı şey değil.
Erdoğan muhalefete altılı masa diyor. Altılı demenin nedeni muhalefetin parçalı olduğunu, bütün olamadığını ihsas etmek, bu yönde algı oluşturmak. Oysa kendi masası da dörtlü ve parçalı. Bahçeli son konuşmasında, ikili masa dedi. BBP ile Vatan partisini çerçeve içinde saymadı. Destici, bizde varız diyeceğine bu aşağılamayı kabul etti, Perinçek’ten ise şimdilik bir ses yok.
Muhalefet Cumhur İttifakının dörtlü masasında Perinçek’i öne çıkaran bir söylem tutturabilirdi. Bu milliyetçi/muhafazakar seçmen üzerinde başarılı da olurdu. Çünkü 12 Eylül’den önce Perinçek’in gazeteleri, yayınları birçok ülkücüyü, polisi, MİT görevlisini hedef göstererek şahadetine neden oldu. Terörün en azgın olduğu 90’lı yıllarda aynı gazete ve dergiler,“Türk Ordusu Fırat’ın ötesinde boğulmuştur” türünden yayınlar yaptılar. Cumhur ittifakı bunların üzerine sünger çekti, Millet İttifakı’da üstüne gitmedi.
Hepimiz belli bir eğitimden geçtik, hiç birimiz matematik ve geometri gibi dersleri alırken herhangi bir duygusallık yaşamadık. Çünkü bu dersler akla, mantığa hitap ediyordu. Ama tarih okurken de yerimizde duramadık, kah İstanbul’un surları önünde olduk, kah Malazgirt’te Alparslan’ın yanında. Tarih, bilhassa kendimizle ilgili tarih bizi matematikten daha çok kendine bağlamıştı. Siyasetçi de bu ayrımın farkına varmalı, söylemlerini buna göre oluşturmalıdır. Muhalefet çok doğru şeyler söylüyor ama vatandaşın duygularına, heyecanlarına hitap etmede biraz geride kalıyor. Bunu başardığı ölçüde hem tabanının aidiyetini güçlendirecek hem de etki alanını genişletecektir. Duygusal itmenin olmadığı yerde, tabanı motive etmek, şevkini artırarak çalıştırmak da zordur.