Yeniçağ gazetesi yazarı Servet Avcı, 28. Dönem Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından  Türk milliyetçiliğinin geldiği noktayı dikkat çekene bir yazıda kaleme aldı. Avcı, siyasetteki milliyetçilerin durumunu amele pazarında gündelik iş bekleyen insanlara benzetti.

"Amele pazarındaki milliyetçilik" başlıklı  yazısında ameleliği, "egemenler ve 'yevmiye veren el' karşısında diz çöküş" olarak tanımlayan Avcı, siyasetteki ameleliğin ise "milliyetçilere inandırılmış bir 'mecburi istikamet' tabelası!.." olduğunu vurguladı.

Birinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce yazdığı yazıda milliyetçiliğin dramına dikkat çekerek, milliyetçiliğin siyasi temsilde karşılık bulmadığını ifade eden Avcı, yeniden şekillenecek 28. Dönem Parlamento'da buna şahit olacağımızı vurguladı.

İşte Servet Avcı'nın milliyetçiliğin geldiği son noktayı işaret ettiği o yazı...

Amele pazarı… Düzenli bir işi olmayan insanların, evlerinden güneş doğmadan yola çıkıp geldikleri, günlük iş bekledikleri meydanlar… Güvencesi olmayan işler için, bir kamyonet kasasına bindirilip götürülmeyi bekleyen çaresizler… Daha çok inşaat gibi ağır işlerde ucuz bir bedelle çalıştırılmak için şekline bakılarak seçilen insanlar…

Ülkemiz siyasetinde milliyetçilerin durumu, o amele pazarında gündelik iş bekleyen insanlara benziyor kısmen de olsa… Birazdan pazara o filmlerdeki gibi kamyonetle bir patron veya adamı gelecek, ihtiyacına, amelenin tipine, şekline, kabul edeceği paraya göre 'milliyetçi eleman' seçip götürecek!.. Bu ilişki, bazen saatlik, bazen günlük, bazen mevsimlik olacak!.. Ama ihtiyaca binaen 'kullanım süresi'ne göre mesainin mutlaka bir sonu gelecek!..

Amelelik, 'ucuz iş gücü' ve 'sigortasızlık' anlamına da geldiği için köleliğin evrim geçirerek biraz yumuşatılmış hâli!.. Sayısal üstünlük ve bilek gücünün, irili ufaklı egemenler ve 'yevmiye veren el' karşısında diz çöküşü… Siyasette amelelik ise, milliyetçilere inandırılmış bir 'mecburi istikamet' tabelası!..

MİLLİYETÇİLİĞİN DRAMI

Birinci tur seçimlerinden iki hafta önce 'Milliyetçiliğin dramı' başlıklı yazıda şöyle bir tahminde bulunmuştum:

"Milliyetçilerin büyük dramıdır bu: Türkiye'de insanların büyük bir kısmı 'politik kimlik' sorusuna 'milliyetçi' cevabını verirken, 'milliyetçilik' siyasî temsilde aynı oranda karşılık bulmuyor…

Milliyetçiliğin toplumda kapladığı alanla, 'siyasî temsil'de veya 'yöneten siyaset'te kapladığı alan arasında korkunç bir orantısızlık var… 14 Mayıs'ta yeniden şekillenecek parlamentoda bu acı hakikate yeniden şahit olacağız…

Üzülerek ifade edelim, önümüzdeki yasama döneminde meclisin çıkış kapısına en yakın yerlere yine 'milliyetçiler' veya 'milliyetçi bilinenler' oturacaklar!..

ÇOK TUHAF: MİLLİYETÇİLER KAZANAMIYOR AMA MİLLİYETÇİLİK KAZANIYOR

Toplumdaki 'en büyük güç', sıra ülke yönetimine geldiğinde yine 'en silik güç' olarak kalacak…"

Maalesef öyle de oldu… Bunun aksine yorumlar da yok değil elbette… Çünkü kimine göre bu seçimlerin kazananı milliyetçilik… Çok tuhaf bir durum değil mi, milliyetçiler kazanamıyor ama milliyetçilik kazanıyor!..

Geçmiş yazılarımızda sık sık incelemiştik eski seçimleri… Hemen hemen hepsinde 'sonucu belirleyiciler' milliyetçiler, özellikle de milliyetçilikle muhafazakârlığın iç içe geçtiği coğrafyalar… Bu anlamda düşünce birliği oluşmuş zaten, kimse milliyetçilerin bu baskın rolünü inkâr edemiyor artık…

Mesele şu: Sonuçlar üzerinde bu kadar etkin olan büyük bir milliyetçi potansiyel, kendisini niye iktidara taşıyamıyor da başkaca siyasetlere takviyeye yarıyor?

MİLLİYETÇİLERE HEP SİYASİ IRGATLIK, YANCILIK, ŞARK GÖREVİ DÜŞÜYOR

Birden fazla canlının birbirinden yararlanarak sürdürdüğü şu aptalca simbiyotik döngüye bakar mısınız? Bu ilişkide milliyetçilere ya amele pazarında seçilmeyi bekleyen 'siyasî ırgatlık', ya masalarda 'yancılık' veya yöneten iradenin çok uzağında 'şark görevi' düşüyor hep…

Büyük bir özgüvenle doğrulup "Yok artık öyle yağma" dememiz ve kendi mukadderatımıza sahip çıkmamız gerekiyor…

Anadolu'daki tutunma kavgamızın en zor dönemine girdik belki de… Her gevşememizde başını kaldıran isyan, milyonların istilası, ekonomik gerileme ve toplumsal barışın her geçen gün biraz daha bozulması, cumhuriyetin 100. yılında bizi tehdit ediyor…

Cumhuriyeti kuran irade 'milliyetçi irade'ydi… Yaşatacak olan da odur… Yeter ki onu sürüklendiği 'fon' görevinden çıkarıp akıl, bilim ve sezgi gücüyle amele pazarından kurtaralım…