Şeyhefendi'nin rüyasındaki Türkiye 

Abone Ol

İsmail Kara'nın günlük yazı ve röportajlarından oluşan kitabının adı bu. Kitap, yıllar önce çıktığında "Şeyhefendi'nin rüyasından dolayı büyük ilgi görmüş, köşe yazılarına konu olmuştu. Dolayısıyla böyle bir kitabı bahis mevzuu edince  rüyayı ihmal etmek olmaz. 

2.Abdülhamit döneminde Şeyhülislamlık'ta görev yapmış Şeyh Rahmi Baba 1930'lu yıllarda şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice Anadolu'nun bir kasabasına davet eder. Amaç, Mustafa Kemal rejiminin yıkılması için "Kahriye" okumaktır.Davet kabul görür, lakin Kahriyenin okunacağı sabaha yakın Şeyh Efendi bir rüya görür. Rüyada bir dünya haritası, haritanın başında  Hz.Peygamber,  insanların önünde dünyayı yeniden taksim ediyor.Etrafına şunu şuna, bunu buna verin diye emirler veriyor.Gazi,Trakya gibi bir yerde yüzü efendimize dönük olmayarak mahcup ve tedirgin bir durumda beklemektedir. Sıra Türkiye'nin kime verileceğine gelir, Şeyhefendi'nin heyecanı doruktadır:Peygamberimiz yüzünü çevirmeden, eliyle işaret ederek "burayı da şuna verin" buyururlar.Burası Türkiye, şu dediği de Mustafa Kemal'dir. Rüya üzerine Şeyhefendi ve arkadaşları "Kahriye" okumaktan vazgeçer,herkes memleketine döner, çünkü Türkiye'yi Mustafa Kemal'e veren Peygamber'dir,onun hükmüne karşı çıkmak mümkün değildir.(s.16) 

İslam bilginlerine göre rüya ile amel edilmez, ancak tasavvufta rüyalar muhatabı için büyük önem taşır,bilgi kaynaklarından biri olarak kabul edilir. 

Kitap'ta, 90'lı yılların Türkiye'sinde İslami çevrelerde konuşulan hemen her konuya temas edilir. Odak noktası İslam,İslamcılık, Hilafet,İslam dünyasının içine girdiği düşünce krizidir.Yazar, günlük tartışmaların peşinde koşmak yerine kökleri tarihte olan bir büyük geleneğin izini sürer.Bizi,biz üzerinden inşa etmeye çalışır. Farklı din ve medeniyetlerin çocuğu olan düşünceleri süzgeçten geçirmeden bize aşılamanın sonuç vermeyeceğini,İslamsız hiç bir projenin başarıya ulaşmayacağını söyler.  Cumhuriyet döneminin din adamlarının Cumhuriyete karşı tutumlarından örnekler verir. Mesela Said Nursi 19 Ocak 1923'te Mebuslara Beyanname"  başlığı ile bir metin yayınlar. Bu metinde Meclis'in saltanatın görevini devraldığını, hilafet görevini de  vekaleten deruhte etmez, milletin dini ihtiyaçlarını karşılamazsa milletin mana-yı hilafeti bir isim,resim veya bir lafza vereceğini, bu durumda  "Meclisin elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan öyle bir kuvvet(Hilafet kuvveti) inşikak-ı asaya(iktidarın ayrılmasına) sebebiyet verecektir.İnşikak-ı asa ise "Toptan Allah'ın ipine sarılınız" ayetinin zıddıdır.(s.27) Yazar'a göre daha hilafet kaldırılmadan, Nursi bu beyanı ile Hilafet gücünün, meclisin şahsı manevisinde olması gerektiğine işaret etmiştir. 

Çalışmada bir dönemin önemli simaları adeta bir sıra halinde önünüzden geçer. Cumhuriyetin ilk yılları ve tek parti döneminde yaşananlar onların mücadele ve hikayeleri üzerinden aktarılır, Ahmet Hamdi Akseki',Şeyh Selim, Şeyh Abdulaziz Bekkine, Süheyl Ünver, Mehmet Akif,Osman Nuri Ergin,Nurettin Topçu ve İsmet Özel  gibi isimlerden örnekler verilir.  

Din eğitimi, Tevhid-i tedrisat, medreselerin kapatılmasının dini hayat ve bilgi edinme konusundaki etkisi tartışılır. Kara'ya göre, Diyanet İşleri Başkanlığı -dini kontrol altında tutmak, dini hayatı dizginlemek için kurulmuştur. Bundan hareketle tevhid-i tedrisat eleştirilir. Medreselerde din eğitiminin verildiği, milli eğitim bünyesindeki okullarda verilen eğitimin teknik manada din eğitimi olmadığı anlatılır.(s.117) Tevhid-i tedrisatı eleştirirken, mektep-medrese farklılaşmasının çatallaştırıp, giderek zıt temayüllere sürüklediği eğitim sisteminden şikayet eder." 

Çatallaşma ve zıtlaşma diyerek, Tevhid-i Tedrisat'a eleştiriler yönelten yazar, tevhid-i tedrisat öncesi eğitim sistemi için;"Hangi mesleğe,meşrebe ve zümreye mensup olursa olsun  insanların 4 yaşından itibaren birbirine çok benzer bir dini eğitimden geçtiğini görmek mümkün.Şehirlerde sıbyan mekteplerinin,küçük yerleşim birimlerinde dersanelerin,hemen her yerde medreselerin mimari özellikler,kullanım teknikleri itibarıyla benzeştiğini,eğitim tarzı,derslerin muhtevası,hatta eğitim kültürü açısından yeknesaklığı çağrıştıracak ölçüde bir bütünlük ve ayniyet taşıdığını biliyoruz,"der.(s.115) Bu ifadeden anlaşılması gereken tevhidi tedrisattan önce de eğitimde bir standardın, bir birliğin olduğudur. Aslında tevhidi tedrisatla yapılmak istenen de eğitimde birliği sağlayıp, belli bir çizgiyi oturtmaktır.Ama bu yapılırken geleneksel eğitim kurumlarının müfredatından uzaklaşılmış, yeni düzenin hedeflediği yeni insan tipini oluşturmaya yönelik yeni bir muhteva oluşturularak, din, eğitimin odak noktası olmaktan çıkarılmıştır.Eğitimde birliğin sağlanması doğru, lakin kök değerlerin ihmal edilmesi sistemle halk arasındaki uçurumun nedeni olmuştur.Günümüzde din eğitimi bilgilendiren ama dindarlaştırmayan bir eğitim biçimidir. Medreselerin sadece din eğitimi ekseninde değerlendirilmesi,bu okullarla ilgili doğru hüküm vermeye yetmez.Böyle bir analiz, eğitimi din eğitimine indirgemek anlamına gelir.Bu müesseselerin toplumun öteki ihtiyaçlarına cevap verecek bilgileri ne kadar verdiği, ne kadar şimdiki zamanda olduklarının,yahut şimdiki zamana hitap ettiklerinin de tartışılması gerekir. 

Kara, bazı İslamileşme çabalarına şüpheyle yaklaşır. Bunun bir nevi kontrollü enerji boşaltma çabası olduğunu söyler: Buna 90'lı yıllarda Türkiye'yi ziyaret eden Fransa Eski Dışişleri Bakanı'nın,"Yumuşak bir İslami idarenin Türkiye ve İslam ülkeleri için katı laiklikten daha elverişli olabileceğine dair sözleri ile Bir Pakistanlı araştırmacının kendisine söylediği" Önümüzdeki yıllarda görüntü olarak Özal'dan daha Müslüman birine Türkiye ihtiyaç duyabilir, şeklindeki sözlerini örnek gösterir.(s.137) İç dinamikler yerine dış dinamiklerden kaynaklanan bu tür girişimlerin kontrol ve yozlaştırma amaçlı olduğunu düşünür. Oliver Roy'dan hareketle, ayakları bir yere ve toprağa basmayan,kendi bağlamından ve kültür kaynaklarından koparılmış,diyelim ki enternasyonalist ve küreselleşmeci hiç bir hareketin başarılı olma şansı olmadığını söyler. 

Yazar,demokrasiye karşı ılımlı bir yaklaşım sergiler.Bunun nedeni biraz da çoğunluğun din ve geleneğe bağlılığına duyduğu güvendir:Şöyle der:"Nerede olursa olsun demokratik hareketler,o toplumun o toprağın sahip olduğu şeyleri öne çıkarır.Türkiye'de de bu İslam'dan başka bir şey olamaz.Yani demokrasinin önüne konulan engeller aynı zamanda İslam'ın önüne konmuş engellerdir.(s.253) Peki nasıl bir demokrasi? Kara, bunun da cevabını,"İslam kültürü içinde anlaşılabilecek bir demokrasi" olarak verir ve ilave eder,"Türkiye kendini merkeze almadıkça hiç bir şey üretemeyecek toprağın adıdır."(s.300) Türkiye'de hiçbir fikri grupta gerçek bir demokrasi arayışı yoktur,ancak demokrasi istismarcılarının varlığından söz edilebilir. 

Yazarın İslamcılığa bakışı da farklıdır. Ona göre İslamcılık modernleşmenin bir ürünüdür.Batılılaşmanın bütünüyle reddi yerine onun nasıl içselleştirilebileceği ve İslami, dini bir çerçeveye oturtulacağını hedefler.(s.288)  19.yy'ın ikinci yarısında ortaya çıkmış bir ideolojidir.İslam dünyasındaki gerileme ve çöküşü engellemeyi amaçlayan bir kurtuluş ve ilerleme hareketidir.(s.342) Devam eder:"bana göre der, bana göre 19.yy'dan bu yana İslamcılar da dahil,modernleşme,Batılılaşma taraftarları esas itibarıyla İslam'la mücadele ediyorlar.(s.343) Yazar,İslamcılık,siyasal İslamcılık ayrımını kabul etmez.Siyasal İslamcılık kavramın ilmi olmadığını, İslam dünyasındaki hareketlerin  içini boşaltmayı ve onları mahkum etmeyi amaçladığını belirtir.(s.354) 

Kara, İslam devleti kavramını sorunlu bulur, Mısır'da ortaya çıktığını  ve Türkiye'de karşılığı olmadığını ifade eder."Türkiye'de İslamcılığın değil,Müslümanlığın ciddi bir olgu" olduğunu belirtir.Bu bağlamda Milli Nizam Partisinden itibaren ortaya çıkan,MSP,RP gibi partileri de kadrajına alır. Önce sorar: " MNP gerçekten İslamcı bir hareket miydi, yoksa Türkiye'de fiili ve potansiyel olarak varolan İslam meselesini,sınırları iyi-kötü çizilmiş bir alanda dizginlemek veya gücünü zayıflatmak için mi gerçekleştirildi?" Cevabını yine kendisi verir: "Türkiye'de İslami endişe sahipleri,Milli Nizam Partisi ile birlikte sistemin daha bir parçası oldular."(s.371) RP ve Milli Görüş ile ilgili de benzer tespitler var. Çalışma, 90'lı yıllarla 2001 yılının başını kapsadığı için Yazar AKP ile ilgili ancak şunları söyleyebiliyor: "Kuruluşunda kulak kabartmamı gerektirecek  herhangi bir şey söylemedi, herhangi bir tavır sergilemedi. Sergileyecek mi? Bir beklentim yok fakat ciddi şüphelerim var" (s.382) Kara'nın bu 22 yıllık tecrübeden sonra AKP ile ilgili ne düşündüğünü doğrusu merak ediyorum.Galiba bu sorunun cevabı yine kitabın içinde yatıyor:"Gerçek manasıyla dindarlığın aktüel siyasetle çok rahatlıkla yan yana yürüyebileceğini düşünmüyorum.Tarih boyunca da yürümemiştir.Onun için dindar bir insanın politika yapması kuru bir dava değil de bir gerçeklik ve sahihlik taşıyorsa, bu ancak yüksek fedakarlık ve dava aşkıyla gerçekleşebilir."(s.362) Bugün o sahihlik ve samimiyetten bir eser görünmüyor? Güç temerküzü ve ikbal hırsının un ufak ettiği, inançlarını politikaya kurban etmiş, söz ve söylemden başka İslam'la ilişkisi kalmamış, bugünü dününe yabancı insan enkazlarıyla karşılaşıyoruz. 

Kara, ülkemizin özellikle İslam/İslamcılık konularında önde gelen düşünürlerinden biri. En önemli özelliği,etiketine bakmadan İslami/gayri İslami oluşumlara eleştirel yaklaşımıdır. Kitabının özellikle röportajlar bölümü doyurucu tahlil ve tespitlerle dolu. Onun şu tespitine katılmamak mümkün mü? " insanlık tarihi tecrübesi bize açıkça gösteriyor ki yeryüzünde hiç bir millet,hiç bir siyasi varlık,kendisi olmaktan çıkarak var olamaz,"(s.383) Ya kendimiz olacak, dışarıdan aldıklarımızı kendimizleştirecek yahut başkalarının kazanında erimekten kurtulamayacağız.