Ülkemizde başkasını tarif ederken en çok kullanılan kelimelerin başında herhalde “Başkan, Reis, Üstat vb.” geliyor.
Binlerce dernek var ve başkanları var. Spor kulüplerinin başkanları var. Ocaklıların ve partililerin reisleri var.
Bir de neredeyse herkesin ve her kesimin bir veya birkaç üstadı var.
Masonların da üstadı var, sporcuların da..
İslamcıların da üstadı var Nurcuların da..
Türkçülerin de üstadı var, dolandırıcıların da..
Bir de özellikle Siyasal İslamcı kesimde herkes tarafından üstat kabul edilen şairlerimiz var.
Masonların, sporcuların, dolandırıcıların üstatlarını saymaksak Siyasal İslamcılar arasında son dönemin en meşhur üstatları olarak, Üstat Said Nursi ve Üstat Süleyman Hilmi Tunahan gelir.
İslamcı kesimin neredeyse hepsinin Üstat olarak kabul ettiği şairler ise Necip Fazıl, Üstat Abdurrahim Karakoç ve Üstat Sezai Karakoç’tur.
16 Kasım 2021’De aramızdan ayrılarak gerçek alemi göç eden Sezai Karakoç’un ardından yazılanların samimiyetsizliklerine ve istismar kokan yapılarına bakınca üstat kavramı zihnimde yeniden canlandı.
Türk Dil kurumu üstat kelimesini, “İlim, bilim veya sanat alanında üstün bilgisi ve yeteneği olan kimse.” Olarak tarif etmiş. Bu tarife göre üstat denilenlerin özelliklerine bakınca “olgunluk, donanım, sabır ve araştırıcılık ruhu” olduğunu görüyoruz.
Sezai Karakoç’a bu yönüyle baktığımızda hem şairlikte hem de edebiyatta büyük donanımı sahibi olduğunu ve üstatlığı bileğinin hakkıyla kazandığı bir gerçektir.
Bu iki alandaki üstatlığını kabul etmekle birlikte bana göre Sezai Karakoç’un üstatlığının zirve noktası şiir ve edebiyatı bir araç olarak kullanıp gençliğimize İslami bir istikamet çizmeye çalışması ve bunu yaşayarak, eserler ortaya koyarak ve Diriliş isimli bir parti kurarak ortaya koymasıdır.
Vefatının ardından yazılanlara bakınca genelde şiirine, edebiyatına ve eserlerine değinilirken bence en önemli eseri olan partisine değinilmemesi Sezai Karakoç’u bir yandan üstat kabul ederken diğer yandan bu yönünde üstatlığa layık görmemelerinden ve istismar aracı olarak kullanmalarından kaynaklanmaktadır.
Bütün meşhurlar gibi Sezai Karakoç da ölümünden sonra kendisini üstat olarak ilan edilenler tarafından istismar edilerek büyük övgülerle anılmaya başlandı. Karakoç’u övenler arasında yer alan bazı kişilere bakınca hayatında bir kere bile Üstat diye yazdığı kişinin yanına hiç gitmediğini, kurduğu partiyi desteklemediğini veya herhangi bir faaliyetine katılmadığını gözlemledim.
Bütün ünlüler gibi Karakoç’un ardından yapılan bu tavır aslında toplumumuzda riyakarlığın ve istismarın ne kadar ileri olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek olmuştur.
88 yıllık hayatının en az altmış yılını davasına adayan ve adeta bu alanda bir “Diriliş Destanı” yazan Sezai Karakoç’u unutuluşa mahkûm edenlerin bu riyakar psikolojilerini doğrusu çok merak ediyorum.
Böylelerine diyorum ki:
“Sezai Karakoç madem üstattı, neden peşine gitmedin?
Neden kurduğu siyasi partisine destek vermedin?
Neden faaliyetlerinden hiç birine katılmadın?
Kusura bakma ama madem bunların hiç birini yapmadın, öyleyse vefatından sonra sergilediğin bu ikircikli halinin ne olduğunu biliyor musun?
Bilmiyorsan ben hatırlatayım:
Sen büyük bir riyakarsın! Karakoç’un ölümünü istismar ederek kendine onun üzerinden bir şeyler katmak düşüncesindesin.”
Hayatta iken değer vermediğin birinin ölümü üzerinden edebiyat parçalamak istismardan ve vicdansızlıktan başka bir şey değil midir?
Aynı durum şairliği ve edebiyatı hususunda Sezai Karakoç’u üstat ilan edip onun politik çabalarını görmeyenler için de geçerlidir.
Sezai Karakoç şair ve edebiyatçı olduğu kadar iyi bir siyaset adamıdır ve bunu “Diriliş Partisi” ve “Yüce Diriliş Partisini” kurarak göstermiştir. Ancak üstat diyenlerin hiç biri sahip çıkmadığı için kurduğu partiler varlık gösterememişlerdir.
Diriliş düşüncesi de kendiliğinden doğmamıştır. Bir hakikatin sesi olmak için doğmuştur. Karakoç Diriliş düşüncesinin doğuşunu ‘Hatıralar’ da şöyle anlatır:
“Yeni bir nesil gelmişti. Ortam, otuz yıl öncesine göre çok değişmişti. Düşünüşte bir tazelenme ve yenilenmeye ihtiyaç vardı. Yeni bir dil ve üslup gerekliydi. Bir süredir daldığım metafizik düşünceler de kendini ifade için beni zorluyordu. Bu fevkalade şartlar içinde doğdu Diriliş.”
“Üstat üstat” diyerek peşinden sözde koşan Siyasal İslamcılar ne hikmetse Sezai Karakoç’un bu politik yönünü hep görmezden gelmeleri riyakarlık ve gerçeğe gözlerini kapatmaktır. Çünkü takip ettikleri yol, Sezai Karakoç’un ilkelerini çizerek sergilediği politik çizgiyle uyum sağlamamaktadır.
Sezai Karakoç, Diriliş partisini bir amaç olarak değil araç olarak kurduğunu yaptığı faaliyetlerde ve yayınladığı bildirilerde açık biçimde görüyoruz. Bu anlamda Diriliş çizgisinin bütün emperyalist zalimlere karşı dik duruşun sembolü olmuştur. Diriliş bildirilerinde küresel çetelerin dünyayı sömürmelerine göz yummamış, zalimliklerine karşı hakkı savunmuş, mazlumların yanında yer almıştır.
Sezai Karakoç, haksızlık yapmaya karşı olduğu gibi yapanlar da kim olursa olsun karşı çıkmıştır. Ölümünden sonra çokça anlatılan bir Diyanet başkanının kendisini hacca götürme teklifine verdiği muhteşem cevap Sezai Karakoç’un kişiliğini ortaya koyma bakımından çok çarpıcı bir örnektir.
Evet, Sezai Karakoç’un ardından “Üstat gitti öksüz kaldık” diyerek adeta bir “toplu ağlama ayinine” çıkan siyasal İslamcılara sesleniyorum:
“Karakoç, ABD şeytanının Bağdat'ı işgaline karşı çıkarken siz ne yapıyordunuz?
Karakoç, ABD ve Rusya şeytanlarının Suriye, Irak, Libya, Sudan vs. halkı Müslüman ülkeleri işgallerine yüksek sesle karşı çıkarken siz neredeydiniz?
Karakoç, dünyanın en büyük ihanet örgütü olan FETÖ'nün en güçlü döneminde CIA projesi olduğunu söylerken siz neredeydiniz?”
Aklınıza hiç, ‘Ya bu üstat niye bir siyasi parti kurma gereği duydu?’ düşüncesi gelmiş midir?
Ya da Sezai Karakoç’un neden bir parti kurma ihtiyacı duyduğunu anlatan yazılarını okudunuz mu?”
Siz suizan diyebilirsiniz ama ben aklınıza gelmediğini ve bu tür yazıları işinize gelmeyeceğini bildiğiniz için okumadığınızı düşünüyorum.
Okusaydınız herhalde mevcut politik partiler hakkında serdettiği şu düşüncelerin Sezai Karakoç’a ait olduğunu bilirdinz:
“Türkiye’deki bütün partiler geçmişsiz ve geleceksiz bir halk doğurmak için çırpınıyor duruyor. Bugün politik arenadaki bütün partiler iflas bayrağını çekmişlerdir. Birbirinin içine girip var olmaya çalışıyorlar. Kurt ve kaşarlanmış politikacılar, yeni yeni partiler kurup büyük gürültüler koparabilirler. Yeni maskeler ve göz boyama usulleriyle vatan ufku podyumunda boy gösterebilirler. Ama sen, milletinin gözbebeği olan, samimi bir kalp taşıyan kardeşim, aldanma ve inanma. Ne eskimiş partilerde, ne de onlardan kopan kaşarlanmış politikacıların kuracakları yeni partilerde, senin için, yurt için, halk için bir umut vardır.”
Bakın her alanda üstat diye ilan ettiğiniz Sezai Karakoç herhangi bir parti ayrımı yapmıyor. Sağcı partiler, solcu partiler, yiyici partiler vs. demiyor. Bütün siyasi partiler diyor. Yani içinde AKP’nin de, SP’nin de, MHP’nin de, İP’in de, CHP’nin de, yeni kurulan ıvır zıvır partilerinde hepsini içine alan bir açıklama yapıyor.
Sezai Karakoç’un, meselenin daha da açıklığa kavuşmasını için 2008 yılında yaptığı bir konuşmasından politik alanla alakalı bazı yerlerini özetleyerek alıntılamak istiyorum:
“Fikren, zihnen ve kültürel olarak asgari düzeyde bir altyapıya sahip olmayan milliyetçi ve sözde İslamcı bir grup sistemin müsaadesi ile partiler kurdular. Aslında kendileri İslamcı olmayan partilerden doğdukları halde İslamcılık iddiasıyla bir parti kuranlar, asıl İslamcı aydın kadronun kurması gereken İslami partinin önünü tıkıyor.”
“Türkiye’de kurulan partilerin tümünün İttihatçıların uzantılarından doğdu. AK Partiden ayrılarak kurulacak bir parti de gerçek bir İslamcı parti olamayacaktır. Çünkü halktan doğmamışlardır. Nereden doğduklarını biliyoruz. Bugün içinde bulundukları durum da köksüzlüklerindendir. Eğer köklü olsalar, milletin desteği arkalarında ve olabilecek en büyük çoğunluktalar, kadroları var, maddi imkanları var, şimdiye kadar olmayan bir medya desteği var. Bir şekilde kendilerine bağlı medya kurdular.”
“Asıl aldatıcı olanın ittihatçıların uzantısı olan oluşumlardan doğan partilerin, en sonuncusunun çıkıp ‘Ben İslamcıyım’ der, hak suretinde görünürse o zaman Müslümanlar aldanır. Millet, kendi içinden bir partinin çıkması engellendiği için Ehven-i Şer olanı tercih etmiştir. Millete bir kabahat bulamayız. Ama aydınları şahsen sorumlu görüyorum. Onlar ortaya çıkıp ‘İkinizde sahtesiniz.’ diyebilirlerdi. Bir tiyatro sahnesi gibi siyaset sahnesi. Biri hak rolünde, biri zıddı rolde. İkisi birbirini suçlar. Sonunda perde kapanır. Sonra yeniden perde aralanır. Aynı oyun oynanır. Bizde millet olarak seyrederiz.”
“Yüce Diriliş Partisinin şu an iktidar partilerince önemsenmeyip dikkate almıyorlar ama bir gün gelişip, büyüdüklerinde bizi susturmaya çalışacaklar.”
“Milli Selamet Partisi, CHP’ye destek oldu ve CHP iktidar oldu. Yoksa Ecevit’in hiçbir zaman iktidar olacak hali yoktu. Daha sonra Ecevit’in ikinci kez iktidara gelişi de MHP sayesinde oldu. Bunlardan hiçbiri milletten aldıkları oyla gelebilmiş değiller. Bu desteği yapmalarına MSP’nin hakkı var mıydı? Yoktu. Kimseye danıştı mı? Hayır. Bütün bunlar gösteriyor ki İslam adına, Milliyetçilik adına ortaya çıkan partilerin hiç biri halkın vicdanına dayanmıyor. Çünkü halkın vicdanı İttihatçıları ve onların uzantısı olanları asla kabul etmemiştir.”
“Herkes soruyor, Ak Parti kapanır mı diye. Kapansa ne olur, kapanmasa ne olur? Şu an manen kapanmıştır zaten. Bitmiştir çünkü. Ruhunun olmadığı ortaya çıkmıştır. Böyle bir parti iktidarda kalsa ne olacak kalmasa ne olacak? Efendim o olmasa CHP gelir. Hayır gelemez. CHP her geldiğinde millet onu yere vurmuştur. Böyle partileri bizim olarak görmemize imkan yoktur. Biz kendi partimizi kurmalıyız. Şerhen kurmuş bulunuyoruz ama kurmak demek içini doldurmak anlamına gelir. Aydınlar gelecek, dolduracak. Millet de arkasında duracak. Yeter ki biz gerçekten layık olalım.”
Sezai Karakoç’un ölümünün ardından bütün siyasi partiler ve devlet yetkilileri de taziye yayınlayarak ne kadar büyük üstat olduğunu vurguladılar. Ancak hiç birinin Sezai Karakoç’un siyasi tarafına değinmemesi çok ilginç bir tablo oluşturdu. Acaba bunu bilerek mi yaptılar yoksa Sezai Karakoç’un kendileri hakkındaki düşüncelerinden haberleri yok muydu?
Konuşmalarından sık sık üstat diyerek referans veren ve şiirlerinden, yazılarından örnekler aktaranların Sezai Karakoç’un siyasi düşüncelerinden haberleri olmadığını söylemek doğru olmaz. Böyle bir durumda haberleri olmasına rağmen görmezden gelmelerini tıpkı Necip Fazıl hususunda sergiledikleri gibi tam bir istismar olarak değerlendiriyorum.
Sezai Karakoç, 2015 yılında kaleme aldığı “Gerçek Durum ve Tek Umut” isimli yazısında mevcut iktidar partisi için şu düşünceleri serdetmiştir:
“Adalet ve Kalkınma Partisi, çok partili düzene geçtiğimizden beri, en uzun iktidarda kalmış parti olmak açısından talihli bir partidir. Halkın oyuna ve iltifatına mazhar olmak açısından şikayete hakkı olmayan bir durumdadır. Buna karşılık iktidar, icraatlarını, propagandasını ustaca yapmakta olsa da, ülkenin temel, öteden beri süregelen sorunlarının geleceğimizi teminat altına alacak şekilde kökten çözüme kavuştuğuna dair, gözle görülür elle tutulur bir ilerleme ne yazık ki, gözlemlenememektedir.”
“Dış politika İslam âlemine açılma başarısızlıkla sonuçlanmıştır, Mısır, Suriye ve Libya ile olan ekonomik ilişkiler dahil bütün bağlar kopmuş, bölgedeki bölünmeler ve parçalanmalar sonucunda, bazı ülkelerle birlikte bir tarafa savrulmuş olan ülke, diğer her bir İslam ülkesi gibi, geleceği karanlık ve diğer ülkelerle çatışma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış durumdadır. Bu durum şüphesiz Batılı ve Doğulu büyük devletlerin İslam dünyasını parçalama, istila ve işgal emellerinden doğmaktadır. Ancak bunu önceden görüp diğer İslam ülkelerini uyarmak ve buna bir çare aramak, bunun için bir araya gelmek, birleştirmek gerekirken Batılılarla birlikte hareket etmek, onların çizgisinde yürümek, hep tabii olmak hiçbir zaman gerçek bir inisiyatif kullanamamak, ülkemizin geleceği için en büyük bir handikaptır.”
Bütün meşhurlar gibi Sezai Karakoç da ölümünden sonra aynı talihsizliği yaşamıştır. Hayatında iken kendisine destek vermeyenler, politik olarak yanında olmayanlar ve hatta onun bazı siyasi açıklamalarının kendi partilerine zarar verdiğini düşünenlerin ölümünün ardından adeta bir “toplu ağlama ayinine” çıkmalarını doğrusu samimi bulmuyorum. Tıpkı Necip Fazıl gibi Sezai Karakoç da fikirlerinden en çok söz edilen ama yine en çok istismar edilen kişiler arasında yerini almıştır. Bu ikircikli tavrı doğru bulmuyor ve herkesi samimi olmaya davet ediyorum.