Mühendis, bürokrat, Bakan, TBMM Başkanı, Başbakan olarak görev yaptıktan sonra İzmir ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına aday olup kaybeden ve son olarak da “Türk Dünyası Aksakalı” olarak atanan Binali Bey memleketi olan Erzincan’da mensubu olduğu AKP adına konuşurken öyle bir laf etti ki dinleyen partililer kendilerinden geçercesine alkışladılar. O konuşmayı duyup metni okuyan dünyanın bütün matematik uzmanları, sayısalcılar ve başka mühendisler ise hayretten dona kaldılar. Öyle ki herkes, taşıdığı etiketler boyundan büyük olan Binali Bey’in ettiği bu lafı konuşuyor. Laf şu:
“Enflasyon ABD’de sıfırdan yediye çıkmış. Yani YEDİ KAT ARTMIŞ! Bizde ise 10’dan 20’ye çıkmış. Yani İKİ KAT ARTMIŞ!”
Matematik bilimi bir sayının sıfırla çarpımının yine sıfır olduğunu söylediğine göre etiket zengini son Başbakanımız ve dahi şimdiki Türk Dünyası “Aksakalımız” neden böyle bir hata yaptı acaba?
Gerçi iktidar çevrelerinde böyle fahiş hata yapan yalnızca Binali Yıldırım değil. AKP Grup Başkan Vekili Cahit Özkan da Türkiye’deki enflasyon ve döviz artışlarını masum gösterebilmek için tam da “Dam başında saksağan” misali verilebilecek en aykırı, en olmayacak örneklerden birini vererek Japon Yeni ile ABD doları karşılaştırmasını yaptı. “Akıl tutulması” demek ki böyle bir şey! Çünkü Japonya dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahip. Başta biz olmak üzere dünyanın pek çok ülkesi otomotiv ve elektronik başta olmak üzere Japon markalarına sahip olabilmek için sıraya giriyor. Dolayısıyla Japonya’nın kasasına her yıl milyarlarca dolar akıyor. Biz ise ekonomide emekleyip duruyoruz ve son yıllardaki göstergelere göre geri düştük. Artık dünyanın 20. Değil, 21. Ekonomisi durumundayız. Japonya 3. Büyük Ekonomi, Türkiye ise 21.
Paramızın değeri bize göre adı sanı belli olmayan, çoğumuzun haritadaki yerlerini bile bulamayacağı ülkelere göre düşmüş durumda. O ülkelerden bahsedecek değilim ama bizde dolar 11, Euro 12 liranın üstüne çıkmışken Bulgar turistlerin beş yüzer, altı yüzer Eurolarla Edirne’ye gelip tıpkı ülkemize aldığımız bazı Suriyelilerin muz yeme seansları düzenleyerek insanlarımızla alay etmeleri gibi “Burası çok ucuz. Bizim paramız Türk parasından altı kat daha değerli. Onun için alıp alıp gidiyoruz” demeleri doğrusu beni üzüyor. Onlara göre çok ucuz ama bizim vatandaşlarımıza göre çok pahalı. Çünkü paralarının değeri bizim paradan 6 – 7 kat yukarıda!
Bulgaristan’dan gelen iki emekli hemşire vardı mesela. Uzatılan mikrofona, emekli maaşlarının “600 – 700 euro civarında olduğunu” söylediler. 650 euro olduğunu kabul etsek nereden baksanız 7 – 8 bin TL. Bizde çalışan bir hemşire, bir öğretmen, bir polis bile bu ücreti alamıyor. AKP’nin en tepesindeki siyasetçilerden biri de Bulgaristan örneğini bile değil de ondan fersah fersah yükseklerde olan Japonya örneğini veriyor. O siyasetçi adına gerçekten acınacak bir durum.
Ben 2016 yılı sonunda emekli oldum. O sıralarda dolar 3.50 TL imiş. Bu yazıyı hazırladığım sıralarda 11.285 TL civarında idi. Yani üç kat artmış. (Binali Bey gibi yanlış bir hesap yapmamışımdır İnşaallah!) Kullandığımız, yiyip içtiğimiz her şey dolara göre arttığına göre şahıs olarak ben de zarardayım, milletimizin her ferdi de.
Sosyal medyada yapılan espriler artık şu meşhur masalda geçen kara mizaha dönmüş durumda. Malum, bir Kral ha bire zam yaptıktan sonra yardımcısını tebdili kıyafetle halkın içine göndererek tepkileri ölçermiş. Önceleri isyan derecesinde olan halk son zamdan sonra zil takıp oynamaya başlamış. Yani herkes delirmiş ve Krala söyleyecek lafları kalmayınca zamlar da durdurulmuş ya; durum ona doğru gidiyor. Mesela biri şöyle yazmış: “Düğün ihtiyaçları görülürken çiçek yağını kız tarafı mı alacak oğlan tarafı mı?” Yapılan yorumlardan iki örnek: “Mutfak masrafları kız tarafına aittir!” Bir başka yorum: “Çiçek yağı kız tarafına, zeytinyağı oğlan tarafına ait. Tereyağı ise ailelerin durumuna göre!”
Görüldüğü gibi altından söz eden yok. Çünkü çeyrek altın AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002’de 26 lira iken yolun sonunun görünmeye başladığı şu günlerde 1000 TL’yi geçmiş durumda. “Ekonominin kitabını biz yazdık, biz” söylemine karşı yapılan bir paylaşım da oldukça dikkat çekici idi: “İyi de, hangi dilde yazıldı bu kitap? Okunmuyor!..”
Aslında hepsinin özeti şu paylaşımda veriliyor: “Yazı tura için havaya bir lira attım, yere düştüğünde 90 kuruş olmuştu!..”
Bir acı gerçek daha: Madeni para basımındaki maliyetler de girdilerdeki artış dolayısıyla kendi değerinin üzerine çıkıyormuş. Mesela bir tek 50 kuruşun basımı 83 kuruşa mal oluyormuş. Belki şimdi daha da artmış olabilir. Memleketimdeki rahmetli Kalender Emmimizin söylediği gibi “Karpuz altmış kuruş, kabuk yetmiş kuruş!”
Velhasıl işimiz zor ki ne zor ama hadi biz kıt kanaat geçiniriz de üretici perişan. Tarım ve hayvancılık girdileri almış başını gidiyor. Hayvancılığımızın durumunu göstermesi bakımından, hayvan besiciliği ve mandıracılık yapan bir hemşerimin feryadını aktarmak istiyorum:
“ Öncelikle yemlere yine zam geldi. 25 yıldır ekmeğimizi kazandığımız sektör resmen çökmek üzere. Girdi maliyetlerine göre ortalama bir aile çiftliği her gün zarar ediyor. 1 litre süt fiyatı 3.20 lira. Nakliye giderleri düşünülünce üreticinin eline bu kadar da geçmiyor. 1 litre sütün maliyeti işletmeden işletmeye hayvandan hayvana fark etmektedir. Kabaca üreticiler her litre sütte 50 kuruş zarar etmektedir. Tüm girdi maliyetleri dolarla birlikte artarken süt fiyatı sürekli sabit kalmaktadır. Türkiye'de yıllık 11 milyon ton süt üretilmektedir ki bu, günlük 30 bin ton demek. Hayvan varlığındaki azalışlar dikkate alınırsa süt yetmeme noktasına gidecektir. Üreticiler tüm Türkiye'de 20 Kasım ve 25 Kasım arasında fabrikalara süt vermemek adına örgütlenmeye çalışıyormuş. Uygulanırsa ve 150 bin ton süt piyasadan çekilirse bu yokluk ve kıtlıktan başka bir şey değil. Yetkililerin faizle dolarla uğraştığı kadar derhal Türk köylüsüne dönmeleri gerekir. Bu insanların feryadını daha fazla gecikmeden lütfen duyun. Tüm sivil ve toplum örgütlerinin derhal ilgilenmesi gereken, ülke ekonomisini çok ciddi derecede ilgilendiren bir durumdur. Süt fiyatının girdi maliyetlerindeki artış oranında artışı sağlanmalıdır. Bu kişisel tavsiyem süreklilik arz etmeli ve önümüzdeki günlerde girdi maliyetleri arttıkça süt fiyatı dengelenmeli. Aksi takdirde bu sektörden ekmeğini çıkaran üretici, nakliyeci, yemci sütçü, fabrikacı ve çalışanlar olarak sonumuz hepimizin ya iflası ya da sektörün terkedilmesi ile sonuçlanacaktır.”
Faiz indirme – bindirme ve Nass konusuna gelince… 20 yıl iktidar olup her türlü faiz işlemlerinin içinde bulunulurken, döviz üzerinden müşteri garantili olarak yaptırılan işlere fazladan oluk oluk para akıtılırken ve her yıl yurt dışına milyarlarca faiz ödeyip dururken sanki yeni vahiy gelmişçesine birden “Nass var, nass” demek herkesi şaşırttı. Evet, dinimiz faizciliği, tefeciliği yasaklar. Bunda kimsenin şüphesi yoktur, olmamalıdır. Ancak faizin emirle, talimatla indirilemeyeceği, yasaklanamayacağı da bir gerçektir. Türkiyemiz Elhamdülillah Müslüman bir ülke. Faiz, Avrupa Birliği ülkelerinin hemen tamamında 0 (SIFIR), İsviçre’de – (Eksi) 0.75, Japonya’da – (Eksi) 0.1, İngiltere’de 0.1, ABD’de 0.2, Türkiye’de ise son indirimle 16 (ON ALTI). Bu ülkelerden yalnızca Türkiye Müslüman ama gelin görün ki faiz bataklığına batmış durumda. Ne kadar talimat verilse de faizi düşürmek, sıfırlamak mümkün olmuyor, olamaz. Çünkü faizi sıfırlamak ya da en aza indirmek için EKONOMİNİZİN GÜÇLÜ OLMASI GEREKİYOR! Çünkü hesap ortada; faizi ekside, sıfırda ya da sıfırın minicik üzerinde olan ülkelerin hepsi de güçlü ve istikrarlı bir ekonomiye sahipler. Demek ki o ülkeler bu duruma talimatla değil, güçlü ve ayakları yere basan ekonomileri ile gelmişler. Bu sağlanabilirse Nass’a da uyulmuş olur. Mehmet Akif Ersoy bir asır önce Avrupa’yı gezip gördükten sonra “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” diye boş yere söylememiş. İşlerimizi dinimizin vazettiği gibi yapar, lükse, israfa, şatafata dalmaz ve üretime, liyakate önem verir, adalet terazilerini doğru tutarsak ekonomimiz düzelecek, güven artacak, faiz kendiliğinden sıfırlanacak ya da makul seviyelere inecektir.
Öyle olunca da zaten iktidar sahipleri durumu düzeltmek ya da hiç değilse sadık seçmenlerini avutmak için kaş yapayım derken göz çıkararak gülünç duruma düşmekten kurtulacaklardır. Gerisi ise laf u güzaftır!.