Cenevre Antlaşmasının 13. maddesi Sığınmacıları;ırkı,dini,milliyeti,belli bir sosyal gruba üyeliği ya da siyasal düşüncesi yüzünden yaşamının ya da özgürlüğünün tehlike altında olduğu bir ülkeden kaçan insan olarak tarif eder. Bu ölçülerle bakıldığında,son yıllarda ülkemize gelen Suriyelilerin büyük ekseriyetinin-sığınmacı-statüsü taşıdığı söylenebilir.Bir çoğunun yaşam ve özgürlüğünün tehdit altında olduğu bir vakıadır. Ancak gelenler içinde daha iyi iş ve yaşam şartları için ülkelerini terk edenlerin bulunduğu da başka bir gerçektir. Bugün kimin hangi amaçla ülkesini terk ettiğini tespit edecek imkanlara malik değiliz.Yapılması gereken bu problemin nasıl çözüleceğine dair çareler aramaktır.
CB Erdoğan önceki hafta Kilis'e yaptığı ziyarette 3 milyon Suriyelinin Türk vatandaşlığına geçirileceğini söyledi.Muhtemelen Kilis'e yaptığı ziyaret de bunun içindi. CB'nın bu beyanından sonra menfi/müspet bir çok tepki geldi,doğru bulanlar,yanlış ve sakıncalı bulanlar oldu.
Doğru bulanları iki gruba ayırmak mümkün,birinci gruptakiler, Erdoğan ne derse desin bunu mutlak doğru olarak kabul den kesin inançlılar.Bunların kabulleri bir futbol takımı taraftarlığını geçmediği için herhangi bir gerekçeye dayanmıyor. Dolayısıyla herhangi bir değerlendirmeyi de hak etmiyor.
İkinci gruptakiler ise olaya din kardeşliği zaviyesinden;Suriyeliler din kardeşimiz,biz onlara ensar olmak zorundayız,diye bakanlardır. Öncelikle toplumun genelini ilgilendiren bu gibi konuların ayak üstü açıklamalarla çözüme kavuşturulamayacağını bilmek zorundayız. İyi düşünülmemiş politikalar, sonunda büyük maliyetlerle geri dönmüştür.Çözüm siyaseti,Suriye-Mısır-Rusya politikaları hep anlık kararların,fevri çıkışların sonucudur. Hepsinden de geri adım atılmış ancak kaybedilen hiç bir şey telafi edilememiştir.
Sığınmacı sorunu, tamamen Erdoğan'ın şahsi mesele haline getirdiği bir politikanın yan etkileridir.Yazık ki bedelini bu politikanın siyasi sorumluları değil, millet ödemektedir. Ülkenin demografik,kültürel,hatta siyasal yapısını etkileyecek bu tip kararlar sadece -din kardeşliği-perspektifinden ele alınarak değerlendirilemez.Din kardeşliği yardımlaşmayı,dayanışmayı,paylaşmayı emreder.Elbette kardeşlerimizle imkanlarımız ölçüsünde yardımlaşacağız. Ancak bunu siyasal ortaklaşmaya kadar götürmek hem zorlama bir yorum hem de hayatın gerçekleri ile bağdaşmaz bir durumdur.
Olayın iç-dış politika,ülkenin nüfus,ekonomi,güvenlik ve coğrafi kapasitesi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir. Suriye'den gelenlerin yaklaşık 2.4 milyonu Arap, geriye kalanlar ise Kürt kökenli kardeşlerimiz.Bunların çoğunluğu Esat zulmünden kaçmakla birlikte, bir kısmı da PYD ve IŞİD zulmü yüzünden topraklarını bırakmak zorunda kalan insanlar. PYD Türkiye'nin güneyi Suriye'nin kuzeyinde bir PKK devleti kurmak istiyor.Bunun için de engel olarak gördüğü unsurları göçe zorlayarak etnik temizlik yapıyor.Kendi bölgesini etnik olarak homojenleştiriyor.Keza,Esat'ın yaptığı da farklı değil,sunni Arap unsurlar bölgeden kovuldukça bir mezhep devletinin alt yapısı oluşuyor.Esat veya PYD'yi dengeleyecek unsurları Türkiye'ye çekmek onların etnik ve mezhep temelli devletlerini kolaylaştırmaktan başka işe yaramaz. Burada sorulması gereken soru şudur; etnik ve mezhep temelinde parçalanmış bir Suriye mi Türkiye'nin menfaatlerine uygundur,yoksa bütünlüğünü koruyan bir Suriye mi? 3 Milyon Suriyelinin vatandaşlığa kabulü PYD ile Esat'ın önündeki engelleri kaldırmaktan başka bir amaca hizmet etmez.
Türkiye yıllardır Musul/Kerkük Türkmenlerini vatandaşlığa kabul etmiyor. Niçin,dış politikada gözettiği uzun vadeli menfaatleri öyle gerektirdiği için.Musul'a Kerkük'e yönelik politikalarının -garantisi- olarak gördüğü için.Türkmenlerin orada kalması oralarla ilgili rabıtamızın sürmesi demektir.Hepsi buraya gelse vatandaş olsaydı, o bölgelere yönelik ilgimizin bir gerekçesi kalmayacaktı.
Diğer yandan bu gibi kararlarda ülkenin nüfus,güvenlik,ekonomi ve coğrafi kapasitesi de çok önemlidir. Türkiye Norveç gibi 5 milyon nüfuslu bir ülke olsaydı 3 milyon sığınmacıyı kabul eder miydi? Gelenlerin nüfusa oranı her zaman önemlidir ve hiç bir zaman din kardeşliği münasebetiyle görmezden gelinemez.
Keza, yüz ölçümü 780 bin değil de 200 bin km2 olsaydı böyle bir politikaya evet der miydi? Her coğrafyanın üzerindekileri bir barındırma-besleme kapasitesi vardır. Bu aşıldığında ev sahibi de sonradan gelen de mutlu olmaz,kardeşlik husumete dönüşür. Türkiye'nin ekonomik kapasitesi bellidir. Milli geliri bir anda 3 milyon insanın yükünü kaldıracak güce sahip değildir.Günümüzde toplumlar arasında ki rekabet ve çatışmanın en önemli sebeplerinden biri servet paylaşımıdır.Uzun vadede böyle bir kararın ekonomiye yansıyan boyutları daha da belirginleşecektir. Özellikle kriz dönemlerinde bu durumun ciddi bir çatışma potansiyeli taşıdığı unutulmamalıdır.
Gözden ırak tutulmaması gereken bir başka husus da, kültürel etkileşimdir.Yüksek oranda nüfus akımı, nüfusun bileşimini etik ve kültürel bakımlardan değiştirir.Jürgen Habermas bu gibi durumlarda şu sorunun sorulması gerektiğini söyler;kendi kaderini tayin hakkı ,bir ulusun,tarihsel olarak oluşup,gelişmiş siyasal kültürünü,yaşam biçimini değiştirecek,farklı bir kalıba sokabilecek göçmen akını karşısında kendi kimliğini savunma hakkını içerir mi içermez mi?Bu soruya. Evet içerir, cevabını verdikten sonra şunları söyler: Göçmenlerin en azından ülkenin siyasal kültürüne,göç alan ülkenin kurumsallaşma tarzına,kamusal aklına uyum sağlaması gerekir. Başka liberal düşünürler daha ileri giderek,göçmenlerin sığındıkları ülkenin kültürel etkilerini kabul etmeye ileri derecede bir isteklilik,yani yaşam tarzına,yerel kültür uygulamalarına ve törelerine yalnızca bir dışsal uyum değil,benimseme,özümseme yani içsel bir uyum göstermeleri gerektiğini söylerler.Yalnız başına siyasal sosyalleşmenin yetmeyeceğini,kültürel sosyalleşmenin de gerekli olduğunu belirtirler. ( C.Taylor,Çok Kültürcülük,s,152)
Bütün bu ölçüler ışığında bakıldığında, vatandaşlığa kabul söyleminin ülke gerçeklerine uymadığını, ileride önemli sorunlara neden olabileceğini söyleyebiliriz. Ülkeler siyasi kararları sadece -din kardeşliği- düzleminde ele alıp değerlendiremezler.Tarihimiz(Çaldıran,Mercidabık,Ridaniye,Otlukbeli vs gibi) din kardeşlerimizin devletleri ile yapılan savaşlarla doludur.Büyük göç akınlarında ilk kuşağın daima kamu düzeni ile sorunlu olduğu,mensubiyet hislerinin yok denecek kadar az olduğu bilinmektedir.Belli bir bölgede temerküzün ise siyasal ve kültürel sosyalleşmeyi engellediği sosyolojik bir vakıadır.Bu tür siyasal ve kültürel farklılaşmaların içinde önemli oranda çatışma potansiyeli taşıdığını unutmamalıyız. Bu da ciddi bir güvenlik sorunu demektir. Bu bakımdan,CB'nin vatandaşlık kararı sadece PYD'nin etnik ,Esat'ın mezhep devleti kurmasını kolaylaştırır. Bir de başkanlık referandumunda Sn Cumhurbaşkanına yeni seçmenler kazandırmaya yarar,başka hiç bir işe yaramaz.Üstelik bugünkü hoşgörüyü farklı sosyal,siyasal,ekonomik şartlarda -düşmanlığa-bile çevirebilir.