Sinan Ateş öldürüleli bir yılı geçti, hâlâ ortada bir dava yok. Soruşturma süreci bu kadar uzun süren çok az dava vardır. Bu gecikme davaya müdahale edildiğine dair kuşkuları güçlendiriyor.
Yargının her türlü etkiden azade olması, adaletin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz şartlardan biridir. Bunun yöntemi de kuvvetler ayrılığıdır. Yani yargı, yürütme ve yasamanın birbirini ezmemesi, birbirine müdahale etmemesidir.
Bugün böyle bir ortam var mıdır? Ne yazık ki vardır diyebilmek mümkün değil. Yüksek mahkemeler arasında görülmemiş bir kavga var. Bu kavga siyaset tarafından bilinçli olarak kışkırtılıyor. Türk siyasetinde önce kaos yaratıp sonra da planlanan bazı düzenlemeleri vatandaşa dayatmak adettir. İktidar anayasayı değiştirmek, yargıyı tümüyle kontrol altına almak istiyor. Bunun için de yapay gerilimler yaratarak, "bakın bu anayasa ile olmuyor" diyerek hedeflediği psikolojik zemini oluşturmaya çalışıyor.
Kuvvetler birliği, her şeyin bir kişinin şahsında toplandığı bir sistem demokratik bir sistem değil, kişi idaresidir. Devlet halkın olmaktan çıkar bir kişi ve ailesinin mülkü haline gelir. Hiç bir denetim mekanizması kalmaz. Yargı sadece güçsüzlerin tepesinde kılıcını sallandırır. Arkası olanlar için her yol mübahtır, kimse hesap sormaya cesaret edemez.
Hatırlayınız, Sayın Erdoğan rahip Brunson için, "bu can bu bedende oldukça hapisten çıkamaz" demişti. ABD(Trump) devreye girdi, Brunson elini kolunu sallayıp ABD'ye gitti, törenle karşılandı. Deniz Yücel için de aynı şeyleri söylemişti. Onu da Merkel istedi, bıraktılar. Bir CB'nin şu çıkacak, şu çıkmayacak demesi, o yargı benden emir alıyor, mahkemelerin hükmü yok, ben istediğimi bırakır, istediğimi içeride tutarım demektir. Böyle bir ülkede özellikle siyasi davalarda veya yakındaşlara dokunan davalardan -adalet- beklemek beyhudedir.
Sinan Ateş dosyası da onlardan biri, belli ki birileri müdahale ettiği için bir türlü iddianame tanzim edilip yargılama safhasına geçilmiyor. Onu vuranlar silahını Sinan Ateş'e değil, hepimize çevirdiler. Bir Ülkü Ocakları Genel Başkanı’nın öldürülmesi demek bunu planlayanların ‘hiç birinizin can güvenliği yok’ mesajı vermeleri demektir. Olaya karışanlar belli, istihbarat yapanlar belli, hangi siyasetçilere yakın oldukları belli, olaydan önce kimin kimlerle irtibat kurduğu, kimlerle nerede buluştuğu belli. Her şey bu kadar belirginken, aylardır bir davanın açılmamış olması düşündürücüdür. Yargının bağımsız olmadığı yerlerde kimin kontrolündeyse böyle bir davanın açılmasını engelleyen de odur.
Rahip Brunson, Deniz Yücel gibi davalara bakıldığında yargıya kimin yön verdiği ortaya çıkıyor. Onları bırakan irade istese bu dava çoktan açılmış, suçlular çoktan hak ettiği cezayı bulmuşlardı. O irade bu davanın kim veya kimlere dokunacağını bildiği için açılmasını geciktiriyor. Kaç davada bu kadar savcı değiştirilmiştir? Kaç davada savcılar davaya bakmamak için izne ayrılmıştır? Bu örnekler bile davanın nasıl sürüncemede bırakıldığını gösteriyor.
Sinan Ateş ve ailesi yalnız değildir. Bir ülke ilelebet bu şekilde yönetilemez. Türkiye er geç fabrika ayarlarına dönecektir. O gün geldiğinde, suçluları koruyanlar, mahkemeleri siyasi amaçları için kırbaç gibi kullananlar işledikleri hukuk cinayetlerinin hesabını vereceklerdir. Herkes bilmelidir ki, bu işin ucu nereye varırsa varsın bunun takipçisi olacağız. Bu dava nihayete erdiğinde, milliyetçilik yaftası altında ülkücü düşmanlığı yapanların maskesi de düşecektir. Davanın en önemli yanı ve misyonu da budur!