Bugün hukukun askıya alındığı, vatandaşın devletine olan sadakat ve güveninin çürütüldüğü günlerden geçmekteyiz. Bir şeylerin hazırlığı, kurgulanmış geleceğin provası yapılmaktadır. Biz bu durumu ve olup bitenleri 80’li yıllarda acı tecrübelerle yaşayarak öğrendik.
Yıl 1979
İşsizlik had safhada. Kimsenin kimseye güveni kalmamış. Ülkenin birçok yerinde sıkıyönetim ilan edilmiş. Bu ülkenin geleceğinin teminatı olan gençlik, sağ sol kavgasına tutuşturulmuş. Oluk oluk kan akmakta, devlet güvenlik ve otoriteyi sağlamak adına adeta bugün olduğu gibi hukuksuzluk içinde bulunmaktadır.
Dönemin terör örgütleri kabul edilen örgütler kendi mahkemelerini kurmuş; fütursuzca insanların kafasına sıkmakta, kendi adaletini ve ideolojisini dayatmaktadır. Evler kurşunlanmakta, iş yerleri yağmalanmakta, bu ülkenin, yetişmiş, geleceği kurgulayıp kurabilecek entelektüel potansiyeli, birbirine düşman edilerek ölmelerine ortam sağlanmıştır. Savcılar suçluyu tutuklayamamakta, mahkemeler yargılayamamaktadır. Güvenlik güçleri, yeterli ve gerekli olan asayişi sağlamaktan yoksun hale getirilmiştir.
Mezhep kavgaları kontrolden çıkmış, acımasızca kan dökmeye devam etmekteydi. Üniversitelerde bilim yapılamıyor, her gurup kendi otoritesini kurmak adına terör ve şiddete başvurmaktaydı. Sonuçta 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleştirildi. On binlerce insan işkence tezgâhlarından geçti. Binlercesi, yüzlerce yıl ceza aldı. Binlerce insan sakat kaldı. Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yaşadığı en büyük trajedik olaylara sahne oldu.
Dünün deneyimlerini şöyle bir hatırladıktan sonra bugün en durumdayız ve nereye doğru gidiyoruz, ona bakalım.
Dün bu milletin geleceği olan Türk gençliğini sağ sol kavgasına tutuşturanlar üst akıldır.Bu üst akıl, o dönem, merdiven altlarında muska yazan, gazete, dergi ve kitap satan, irticai faaliyetleri dış odakların yardımıyla sürdüren cemaatlere ve sözde islamist siyasal yapıya; küresel bir proje olan “Yeşil Kuşak” projesi kapsamında dokunmadı.
Bugün fazla geriye gitmeden, günümüzde yaşanan siyasal olay ve gelişmelere baktığımızda adeta dün yaşananların değişik bir versiyonunun sahnelenmek istendiğini gözlemlemekteyiz. 16 Nisan Referandumunda yaşananlar ve sonrasında yaşanmaya devam etmekte olan olayları incelediğimizde; aynı üst aklın, aynı yöntemleri kullanarak planlar yaptığını, ülkeyi gerdiğini ve milleti bir çıkmaza sürüklediğini müşahade etmekteyiz.
Yüksek seçim kurulunun kanun ve yasalara rağmen var olan ve yürürlükte olan kanunun aksine beyanda bulunarak mühürsüz oyların geçerli olduğunu söylemekte ve hiçbir kurum ya da yargı buna müdahale edememektedir.
Yine “Hayırcıların kadınları kızları bize helaldir.” Diye twit atan belediye çalışanına herhangi bir savcı tutuklama kararı çıkarmamıştır.
Bir seçim sandığının başında kaleşnikofla poz veren vatandaşın bulunduğu yerdeki sandıktan bütün oyların “Evet” çıkması hayret verici bir durumdur.
Birçok sandıkta herkesin gözü önünde açık oy kullanılması, kabinde kullanılan oyların da cep telefonu ile fotoğrafının çekilip internet ortamında paylaşılması suç olmaktan çıkarılmış, gereği yapılmamıştır.
16 Nisan’da “Cumhuriyet’in selasını okuduk. Artık yeni bir rejime yol alıyoruz.” Twiti atanlar, mevcut anayasa ve kanunlara göre suç işlemelerine rağmen hiçbir savcının, bu konuda hiçbir işlem yapmadığını ibret ve hayretle izlemekteyiz.
Bugün ekonomik dengeler bozulmuş, işsizlik had safhalara ulaşmış, hukukun üstünlüğünü esas alan devlet yapımız ağır hasarlar almıştır. Geçmişte olduğu gibi kargaşa ve kaos ortamına doğru adım adım ilerlemekteyiz. Gelişmiş ülkelerle ilişkilerimiz bozulmuş, etrafımızdaki komşularla kanlı bıçaklı hale gelmiş durumdayız. Vatandaşlarımızda ümitsizlik, korku ve “Ne olacağız?” duygusu içten içe kaynamaktadır. Acaba küresel aktörlerin figüran ve oyuncuları bu kadim senaryoyu yeniden mi hayata geçirmeye çalışıyorlar?
Önümüzdeki günlerde bizleri zor ve çetin bir yaşamın beklediğini öngörmek haksız bir öngörü değildir. Bu oyunu bozmak için akıl ve bilgi sahibi insanların bütün bu olup bitenleri iyi değerlendirip, çok yoğun ve kesintisiz istişarelerde bulunmaları gerekmektedir. Yeni bir siyasetin ve yeni bir geleceğin çağa uygun yeni paradigmalarını ortaya koymak zorundadırlar. Bu hepimizin boynunun borcudur.