Siyasi mücadelelerde en kötü şey iftira ve ispiyonculuktur. Normal yollarla mücadele edemeyenler hasımlarını bu yolla yıpratmaya çalışırlar.
Özellikle sosyalist ülkelerde ispiyonculuk bir devlet yönetme biçimi haline gelmişti.
Sovyetler yıkıldıktan Doğu Almanya bağımsızlığına kavuşup Batı ile birleştikten sonra toplamda 5 milyon kişinin bu şekilde birbirini rejime gammazladığı ortaya çıkmıştır.
Ne yazık ki bu hastalık ülkemizde de yaygın.
15 Temmuz darbesinden sonra sahibi belli olmayan bir mektupla çoğu bedel ödemiş, bir kısmı MHP üyesi birçok isim sırf farklı düşündükleri için FETÖ'cü diye ispiyonlanmışlardır.
Bu isimler arasında sayın Akşener, sayın Ümit Özdağ, eski ülkü Ocakları genel başkanları Servet Avcı, Harun Öztürk gibi isimlerin olduğunu söylersem ne denli tutarsız, ahlak dışı bir komplo kurulduğu kendiliğinden anlaşılır.
Dahası Yavuz Selim Demirağ gibi hayatını FETÖ ile mücadeleye adamış bir isim bile bu sahte isimli mektupla mağdur edilmiştir.
Sonra ne olmuştur bu isimlerin hepsi aklanmış, çoğu ifadeye bile çağrılmamıştır.
Mektuptaki isim sahte olmasına rağmen bugün o mektupta ismi geçenlerin hepsi bu mektubu kimin talimatıyla, kimin yazdığını biliyor. Bu ülkede hiç bir suç hiç bir ahlak dışılık ilelebet gizli kalmaz.
Şimdi de aynı mektup oyunu ile eski ülkü Ocakları başkanları Suat Başaran, S.Avcı ve H.Öztürk MHP'den ihraç edildiler.
Bu isimlere doğru dürüst bir savunma hakkı bile tanınmadı. Güya bir kişi İstanbul'da bir mekanda oturuyormuş da, Suat Başaran ile Harun Öztürk'te gelip yan masada oturmuşlarda, sayın Devlet Bahçeli'nin politikasını eleştirmişlermişte, kendisi de yan masada kulak kabartarak bunları duymuşmuş.
Bu arkadaşların ihracına neden olan böyle abuk sabuk bir mektup. Ben olsam önce bu mektubun sahibini bulup ispiyonculuk en aşağılık ahlak biçimi olduğundan önce onu cezalandırırdım.
Bütün bunlar parti içi demokrasiyi kurumlaştıramamaktan, eleştiriye tahammülsüzlükten kaynaklanıyor. Bir partide demokratik kanallar açık olduğu, insanlar konuşabildiği, farklı görüş ve düşünceleri dile getirebildiği müddetçe bu tür aşağılık komplolar taraftar bulmaz. Bölünmelere, parçalanmalara neden olan konuşma kanallarının tıkalı olması, insanların susturulması, nedenini, niçinini bilmediği politikaların peşinde koşmaya mecbur edilmesidir.
İnsanlar böyle kolay harcanmamalı.
Bu ülkede gizli tanık oyunu FETÖ'den devralınan bir hastalıktır. Partiler demokrasinin vazgeçilmez kurumları olarak daha dikkatli, daha özenli hareket etmek zorundadırlar.
Bu davaya emek veren, bedel ödeyen insanların elbette söyleyecek sözleri olacaktır. Partiler herkesin söz hakkının olduğu kurumlardır. Doğrusu öyle olmaları gerektiğidir.
Konuşan bir toplum yanlışlarını düzeltebilir.
Vatandaşa ilkokul talebesi muamelesi yaparak onları hiç söz hakkı olmayan reşit olmamış çocuklar gibi görmek doğru değil.
Ne yazık ki, ülkücü harekette ihbarcılık giderek yaygınlaşıyor. Bunun nedeni buna göz yumulması hatta teşvik edilmesidir. Bu tür sahte imzalı mektuplar dikkate alınmasa kimse de bu yolu kullanmaya gerek görmezdi.
Kumpasçılık bir hareketi güçlendirmez, tam aksine insanların birbirine itimadını, güvenini yok eder. Oysa büyük davalar dayanışma, karşılıklı güven ister.
Dayanışmanın, karşılıklı itimadın olmadığı yerde hiç bir güzel iş başarılamaz. İyiler elenir geriye ihbarcılar, çıkarcılar, ülke ve millet için değil, nefsi için mücadele edenler kalır.
Bu da bir hareketin ahlaki anlamda bitişi demektir. Gelin hareketi önce bu aşağılık, ihbarcı tayfasından kurtaralım.
Bunun partiye, Davaya ve Türkiye'ye faydası olmadığı gibi Bahçeli’ye de hiç faydası olmayacak tam aksine zararı olacak yanlış bir tutumdur.
İhbarcılık kadar iğrenç olan bir şey de sosyal medyada çakma isimlerle bir takım iftiralar ve mesajlar yayınlamaktır. Buda ihbarcılık bölümüne girer.
Bu iftiralar mazlum ve mağdurlar ortaya çıkararak hak etmeyen yeni siyasi kahramanların ortaya Çıkmasına da vesile olur. Yoksa geriye arkamızı döneceğimiz kimse kalmayacak...