Milli bütünlüğümüze zarar vermemek şartıyla her görüş kendini siyasette temsil edebilmelidir. Zira siyasete katılım milletleşme araçlarından biridir. Topluluklar yönetime katıldıkları ölçüde kendilerini genel kitle ve devletle özdeşleştirmektedirler.
Geçmişte CHP ile kavga ettik, çünkü bütün sol örgütler CHP şemsiyesi altındaydı. Sovyetler yıkıldı, Türk solunun hayalleri de yıkıldı, tehdit olmaktan çıktılar. Bazıları özeleştiri yaptı, ulusalcı bir çizgiye geldi, bazıları marjinal partilerde eski türküleri söylemeye devam ediyor. Diğer bazıları ise, devlet ve millete kinini PKK/HDP'ye yanaşarak tatmin etmeye çalışıyor. Bugünün CHP'si ise artık kavga ettiğimiz CHP'den çok farklı. Dolayısıyla yeni bir kavganın ne anlamı, ne gereği var. Ancak DHKP-C gibi yasadışı örgütlerin döküntülerinin de CHP de azda olsa baş gösterdiklerini görebiliyoruz, buna rağmen kavgaya gerek yok devlet ve hukuk gereğini yapar.
Her parti düşüncelerini hiç bir korkuya kapılmadan, hiç bir tehditle karşılaşmadan ifade edebilmelidir. Hukuk devletinde düşünce özgürlüğü esastır.
Önceki gün, Alaattin Çakıcı'nın Kılıçdaroğlu'na yönelik tehdit dolu ifadeleri siyasetin bir numaralı gündemi oldu. Muhalefet, haklı olarak tepki gösterdi. İktidar partisinden henüz müspet veya menfi bir tepki gelmedi. Arınç ve Kalın'ın ifadeleri ise AKP yöneticisi veya hükümet sözcüsü olmadıkları için kişisel görüşten öte anlam taşımıyor. İktidar susar veya gereğini yapmazsa bu tehdidi onaylamış olur.
Siyasetin gündeminin bu olaya kilitlenmesi bana yıllar önce Türk Ticaret Bankasının satışında ortaya çıkan olayları hatırlattı. “Rüşvetin belgesi mi olur ulan” sözleri hala hatırlardadır. Korkmaz Yiğit'ler, Engin Civan'lar, Eyüp Aşık'lar o tarihlerde gündemden düşmemiş, Civan da ayaklarından mafya usulü vurulmuştu. O tarihte kimin hangi ihaleyi alacağı yasalar tarafından değil, mafya tarafından belirleniyordu. O olayların maliyeti hukuk güvenliğinin ortadan kalkması, sokağın siyasete hâkim olması, netice itibarıyla da zamanla merkez sağın çöküşü olmuştu.
Şimdi yine tarih tekerrür mü ediyor diye doğrusu endişeleniyorum. Sokağın konuştuğu yerde hukuk tatile girer. Esasında bu tarz sözler bir siyasi parti liderine yönelik olmaktan ziyade doğrudan doğruya kamu düzenine, devletin şiddet ve yargılama tekelini elinde bulundurma hakkına yöneliktir. Hukukun hakim olduğu yerlerde ülkenin ikinci büyük partisine kimse tehdit yöneltemez. Çakıcı, fikri kimlik olarak kendini milliyetçi olarak tanımlayan bir insan. Bilerek isteyerek devlet otoritesine zarar vereceğini sanmıyorum. Ancak bu tip ifadeler sonunda devlet otoritesine olan güveni sarsmaktan, sokağın siyaseti rehin almasından başka işe yaramıyor.
Partiler arasında rekabet olabilir ama kan davası olamaz. Bir partiye yönelik bir tehdit bütün partilere yapılmıştır. Milliyetçilik millet ve devleti örselememeyi gerektirir. Bütün bunlar giderek hukuktan, adaletten uzaklaşmanın bir işaretidir. Muhalefeti sokakla tehdit etmektir. Berat Albayrak, "At izi, it izine karıştı" diyerek istifa etti. Daha at kim, it kim diye sormadan Çakıcı'nın Kılıçdaroğlu'na tehditleri gündeme düştü. Berat Albayrak'ın sözleri unutuldu, gündem değişti. Tezgahı görüyor musunuz, Albayrak'ın üzerinde önemle durulması gereken sözleri yerine neleri konuşuyoruz. İktidarı sarsan her gelişmeden sonra bu tür olayların gündeme gelmesi ilginç ve manidar değil mi? Burada suçu meşrulaştırmanın bir anlamı yok, vatanseverlikle, vatan hainliğini çatıştırarak, hukuksuzluğa meşruiyet aranamaz, verilemez. Geçmişte hatıra birliği yaşadığınız bir arkadaşınız var ise ve haksızlığa uğramış ise ona sahip çıkmak vefalı bir erdemdir, buna da kimsenin bir söz olamaz, kişisel tercihleriniz büyük sorumlulukları gölgelememeli, siyasi kimlikler üzerinden bu tip tartışmaların yapılmasında bir sakınca yok,ancak başka alanları işin içine sokmak pekmezi yenmeyecek derece de sulandırır.