Dün ne dedim? Aralarında anlayamadığım bir kankalık var.
Bugün Sâlih Tuna, Soner Yalçın ile kankalığın sebebini yazmış. Buyurun okuyun:
“Şu satırlar da Soner Yalçın'dan: ‘Üst Akıl bugün Venezuela'da ne yapıyorsa, yarın Türkiye'de onu yapmaya çalışacak. Tahmin değil bu: (...) NATO yan kuruluşu 'GeoPol Intelligence' geçen yıl 'Turkey: NATO's Rogue Member State' başlıklı makalesinde şunu yazdı: - Erdoğan diktatördür... / - Türkiye haydut devlettir... / - NATO 10'uncu maddeye dayanarak Türkiye'ye müdahale etmelidir...’
Soner Bey kardeşimizin bu noktaya gelmesi iyidir.
Doğu Perinçek, Erdoğan'ın diktatör olmadığını söyleyince itiraz etmiş, ‘Erdoğan diktatördür’ demişti.
Dileriz ayarı bozulmaz...”
Demeyim dedim, duramadım. Ayarınız mı var ki bozulmasın! Kendinizi, birbirinizi cilâlayıp parlatıyorsunuz ama nâfile! Ayarı bozuk yeşil altın gibisiniz. Sarı altın, başına ne gelirse gelsin bozulmaz. Fakat yeşil altın, yıllar geçtikçe içindeki bakırı kusar. Sizdeki bakır oranı o kadar fazla ki uzun yıllar geçmesi gerekmiyor. Eyyamcı bile değil, öğüncü oldunuz.
...........
MÜJDE ÜSTÜNE MÜJDE
İsmet Yılmaz’ın cennet müjdesini ıskalamış olmanın üzüntüsünü yaşarken eşim, Sivaslı olduğum için ucunun bana da dokunabileceğini söyleyerek teselli etti. O böyle dalga geçti ama artık ne kadar üzüldüysem başka bir müjdenin tam ortasına düştüm.
Birkaç gün evvel, yaşadığım köyde vefat eden bir hanımın arkasından düzenlenen Kur’an toplantısına gittim. Toplantı, bir Kur’an kursundaydı. Hoca hanım, okuma bittikten sonra biraz da sohbet etmek istedi.
Mahşer günü Sırat Köprüsü’nü şimsek gibi geçen ve çok ağır geçen iki grup Müslümanı anlattı. Şimşek gibi geçenler Cennet’in kapısına geldiklerinde istedikleri kapıdan girmeleri söylenmiş. “Arkada sevdiklerimiz var. Onlar gelmeden girmeyiz!” demişler.
“Yaşasın! Dostluk, yoldaşlık, arkadaşını yolda bırakmama üzerine bir sohbet” diyerek dikkat kesildim.
Uzun bir zaman sonra ağır ağır köprüden geçen müminler de gelmişler.
Bu iki cennet ehli kimlermiş biliyor musunuz?
Şimşek gibi geçenler, sevdiklerini, evlerini, âilelerini bırakarak kurslara, yurtlara gidip ilim tahsil edenlermiş. Arkadan gelenler ise onlara maddî mânevî destek veren sevenleriymiş.
Hoca hanım, hâlimizin oradaki durumla aynı olduğunu müjdeledi. Kendileri, şimşek gibi geçenler; bizler de ağır ağır geçenler.
Az kaldı, “Bacım, İsmet Yılmaz’la akrabalık var mı?” diye bağıracaktım.