İnsanlar yaşarken anılmalı derim her daim. Günümüz düşünürlerinden diye adlandırdığım Hayati Yurtçu ağabey ile oturduk geçenlerde. Siyaset ile başladık, sosyolojiye daldık ve kendimizi sosyal medyada bulduk.
Ülkemize göre anlatırken, ikiye ayırdı "Sosyal Medya" denen; insana kılık değiştirten, evinde oturanı en popüler insan yapabilen, suspus insanı delikanlıya çeviren, herkese düşüncelerini aktarabilecekleri bir köşe ayıran modern kitle gazetelerini. "Twitter, daha elit kesime hitap ederken, Facebook biraz daha varoş kesimin tercihi oluyor" dedi Hayati ağabey. Uzun uzun yazmayacağım anlattıklarını ama bende yoğun bir merak uyandırdı ve biraz daha fazla araştırma ihtiyacı duydum. Gençlerle konuşmanın en doğru yol olacağı geldi aklıma. Aynı sözleri diyorlardı aslında gençler de ama bir konu daha eklediler; "siz(orta yaşlı ve yaşlılar) Facebook'a yoğun olarak gelince, biz Twitter'a kaçtık". O kadar mantıklı açıklamalar geliyordu ki; biraz daha ilerlettim konuyu. Mesela; Instagram ile ilgili ticari bir yer olarak bakıyorlar genel sosyal medya kullanıcıları. LinkedIn ise, popüleritesini artırmaya çalışan, işveren ve personelin buluşma noktası gibi görünüyor günümüz sosyal medya siteleri arasında. Aynı ihaleleri paylaşan inşaat firmaları gibi ve köşeleri tutmuş mafyalar gibi, her sosyal medya sitesinin hitap ettiği bir kesim ve/veya yaş grubunun olduğu görünüyordu. İyi de; gerçek, yani yüz yüze mücadele varken, neden sanal bir mücadelenin içine giriyordu insanlar?
1 milyon takipçi
Eğer biraz popüler bir insanın desteğini aldıysanız, yazılarınız tuttuysa veya anlamsız bir yarışmada, bir görsel medyada tanındıysa yüzünüz, 1 milyon üzeri takipçiye ulaşıyorsunuz ve bu da sizi sosyal medya fenomeni yapıyor. Sonrasında ne mi oluyor? Artık tüm diziler, yarışma programları ve karasal yayın yapan kanalların ilgi alanınız dahilinde olan tüm programlarının değişilmez yüzü oluyorsunuz. Çünkü katılacağınız program veya oynayacağınız dizi, film ve yarışma gibi görsel etkinliklerin, kendilerini tanıtmak ve reytinglerini artırmaya yönelik reklam sıkıntıları ortadan kalkmış oluyor. Birnevi "kazan/kazan modeli" kurulmuş oluyor yani. Oturduğunuz yerden, para kazanma modeli başlıyor sizler için. Kolay kazanıyor ve kolay harcıyorsunuz. Emek/Değer tezinden uzak bir kazanma modeli oluşturuyor dünyayı yöneten gizli güç. Biz Türklerin en sevdiği çalışma tarzı da bu değil midir aslında?
Peki biz nasıl kullanıyoruz?
"Körler sağırlar birbirini ağırlar" derdi büyüklerimiz, aynı kafa yapısındaki insanların, diğer insanların yaptıklarını görmezden gelip kendilerini geliştirmek yerine, sürekli olarak birbirlerini yücelten tavırlarını görünce. İşte genel anlamda bizlerin sosyal medya kullanımımız da tam böyle. Çok uzun bir yazı yazarsınız; dakikada 100 kelime okuyamayan adam 3 saniye sonra beğenir. Eğer popüler bir kişilik iseniz, 1 dakika içinde en az 100 beğeniye ulaşırsınız ve bu sizi aşırı şekilde tatmin eder. Zehirlenmişsinizdir ve güç sizdedir artık. O an gerçeği düşünmekten ziyade, "ne kadar beğeniliyorum" diye gururlanırsınız. Biraz fotojenik bir hanımefendi iseniz; bir fotoğrafınızı koyar ve "bugün de hava ne güzel" diye yazarsınız, binlerce insan beğenir, yorum yapar. Siyasi popüleriteniz varsa, bir gün a, diğer gün b yazın fark etmez. Her türlü binlerce beğeni alırsınız. Ve o andan sonra, sosyal medyanın kölesi olur ve daha çok, daha da çok yazmalıyım dersiniz. Ne yazdığınızın önemi yoktur. Yeter ki; "YAZAYIM ve İNSANLAR BEĞENSİN" zehri dolaşıyordur damarlarınızda. Siyasi destek fotoğrafları, ünlü düşünürlerin sözleri, küfürler, algı oluşturmaya yönelik yalan haberler, herbokolog arkadaşların her konu hakkındaki yorumları, krem/şal/elbise/zayıflama çayı satan Instagram paylaşımları ve niceleri havada uçuşur. Bir İnternet sitesinde yayınlanacak bu yazımı, daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için ben bile sosyal medya sitelerini kullanıyorum aslında. Düşünün yani.
Sonuç olarak; uyuşturucu ve alkol bağımlılığı gibi, sosyal medya bağımlılığı da tehlikeli bir boyuta ulaştı günümüzde. Oysa daha yeni tanıştık. Kısa zamanda bu kadar zarar veren bir şeyin, 10-20 yıl gibi bir süre sonra neler yapabileceğini bir düşünün isterim. Devletin konuya müdahil olması ve zararlarını anlatan kamu spotları yapılması elzemdir. Okullarda ders olarak okutulmalı ve bir şekilde gençlerimizin, sosyal medyayı ihtiyaçları kadar kullanmaya yönlendirilmeleri gerekmektedir. Günlerinin büyük bir bölümünü sosyal medyada geçiren, ciddi sayılabilecek çoklukta bir kitle var. Büyüsüne kapılıp bozulan aile yapıları var. Birbirleriyle konuşmama seviyesine gelen akrabalıklar ve dostluklar var. Sosyal medya nedeniyle gazete alınmıyor diye yazsam, çok da yalan olmaz yani. Bu nedenle; sanal dünyaya kendimizi kaptırmak yerine, gerçeğe daha yakın bir dünya kurmamız gerekir. Daha fazla fayda yaratan ve akılcı bir sosyal medya kullanım modeli oluşturmalı ve bu modeli yeni gelen kuşağa benimsetmeliyiz. Eğer sosyal medya ülkemizde heves ve bağımlılık modeliyle ilerlerse, geçici heveslerin sonunun, hüzünle biten maceradan öte olmayacağı görülecektir. Benden demesi!