12 Mart 1971 muhtıra döneminde Hukuk Fakültesi öğrencisiydim.
Olanları bilirim.
1971–1981 yılları arasında İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okuyan “Ülkücü” dünya görüşüne sahip bir öğrenciydim.
Olanları bilirim.
12 Eylül 1980 ihtilali döneminde arkadaşlarımın yarısı cezaevinde, kalan yarısı ise kaçaktı. Bizzat tanıdığım epey bir Ülkücü şehit arkadaşlarımın cenazelerine katılmışlığım vardır. Malatya’da arkadaşlarım işkenceyle öldürüldüler.
Olanları bilirim.
Avukatlığa Ankara-Mamak’taki Sıkıyönetim Mahkemelerinde MHP davalarıyla başladım.
Yaşananları bilirim.
28 Şubat 1996 döneminde kardeşim Ali Saral benim yazdığım “Suç Duyurusu” ile devrin muktedirleri “Generaller” hakkında “İhtilale teşebbüs”ten suç duyurusuna bulunmuştuk. Hasan Celal Güzel’in yargılanmasını izlemiştim.
Yaşananları bilirim.
Ergenekon Davalarında yakın arkadaşım Tuncay Özkan tutuklanmıştı. Cezaevinde birkaç kere ziyaretine gittim. Davalarını takip ettim. Yaşanan “hukuk katliamlarının” çoğunu izledim. O devrin muktedirleri ve zalimleri olan “Gülen Cemaatine” onlarca yazı yazarak yaptıklarının “çok yanlış” olduğunu anlattım.
Şimdi Türkiye’de devir değişti. Bir dönemim zalimleri, suçlu oldu. Bu bir Türkiye klasiğidir. Daima böyle olur. Yaşanan binlerce “tecrübe”ye rağmen hep aynı olur: “Zenciler” bir gün “beyaz” olur, kendilerine davranıldığı gibi davranırlar.
Hukuk Fakültesine ilk girdiğimizde Ceza Hukukuna dair temel kurallar öğretmişlerdir.
1) Kimsenin MALINA ve CANINA zarar vermeyeceksin. Zarar verirsen, bu “SUÇ” olur. Cezasını çekersin.
2) Suç işlemeyi hayal etmek, hatta harekete geçmek; son anda vazgeçmek “SUÇ” değildir. Suç ancak icraata geçince ve zarar görülünce suç olur.
3) SUÇ, “şahsi”dir. Kim işlerse cezasını o çeker. Cezayı eş, çocuklar veya aileler çekmez.
Örneklerle anlatalım:
15 Temmuz’da sivil halka, polislere ve vatandaşlara Silahlı Kuvvetlerdeki Gülen Cemaatine mensup rütbeli askerler ateş açtı. İnsanları öldürdü ve yaraladılar. Kararı veren ordudaki Gülen Cemaatine mensup askerler, ateş eden de kendileriydi. Peki, bu suçun cezasını Tokat’taki öğretmen niye çeksin?
Şimdi olayı açıklıyorum. Tokat’ta yaşayan Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Dursun’un eşi, babasından miras kalan parayı evinin alt katındaki “Bank Asya’ya” yatırmış. Bank Asya devletin denetimi ve yasaların gözetimi altındaydı. Evine yakın diye Bank Asya’ya para yatırmış Ülkücü bir öğretmenin ne suçu olabilir? Öğretmen açığa alınmış, şimdi Ülkücü olduğunu ispatla uğraşıyor.
Size anlattığım örnek, en hafifi… 100 bin memur işten atıldı. Olaylara bizzat katıldıklarına dair hiçbir delil yok. Her biri başka şehirlerdeler. Kimseyi öldürmemişler, gasp etmemişler, yaralamamışlar ve suçlulara yardım etmemişler.
Hani suç şahsiydi? Hani insanların suçlu olmaları için başkalarının malına ve canına zarar erme şartı vardı? Hani suçtan sadece işleyenler sorumluydu? Binlerce eş durumundan işten atılan, tutuklanan, tek gecede açlığa mahkûm olanlar var. Kurunun yanında çokça yaş, suçlunun yanında çokça suçsuz cezaevindeler. Kimse beni Nazlı Ilıcak’ın veya Ahmet Turan Alkan’ın darbeci olduğuna inandıramaz.
Maalesef bu bir Türkiye klasiğidir. Hikaye cadı avına dönüşmektedir.
250 öldürülen vatandaş, 2000 de yaralı vardır. Bu olayları failleri 3–5 bin olabilir. Ama bu sayıyı yüz binlere çıkartamazsınız. Er geç buradan “mağduriyet” çıkar. 100 bin kişiyi işten çıkartırsanız bu 1 milyon kişiyi etkiler. Adam öldürmemiş, İhtilal yapmamış, kazandığı parayı yasadışı elde etmemiş İş Adamlarını tutuklarsanız, bu binlerce çalışanı ilgilendirir.
Devleti “Akıl” yönetmelidir. Zaten çok “sorunlu” bir coğrafyada yaşayan biz Türklerin yeni problemlere hiç ihtiyacı yoktur. Adalet, mülk(devlet)in temelidir. En temel hukuk kurallarına uymak zorundayız.
Bu satırları yazanı ben Gülen Cemaatine mensup yargıçlara, savcılara, polislere, gazetecilere, siyasetçilere “Ergenekon” yanlışlarıyla ilgili yaptıkları yanlışları defalarca yazdım. Şimdi de aynı yanlışlar kendilerine yapılıyor.
Ey Devleti yönetenler,
AKILA ve ADALET’e göre hareket ediniz.
Mehmet SARAL