Suriye Bize Yavuz Sultan Selim’in Emanetidir

Abone Ol

“Bitti m’ola Şam ilinin hurması/Gitti m’ola ala gözün sürmesi

Hama’nın, Humus’un telli turnası/Turna, yârin selam saldı gel deyi…”

-Karacaoğlan-

Irak’ta olduğu gibi Suriye’de yaşayan kardeşlerimiz de yıllardan beri yolumuzu gözlüyorlardı ama turistik geziler dışında gitmemiştik, gitmiyorduk. Uzatılan eller, bağlanan ümitler hep boşa çıkmıştı. Azıp kuduran terör belası, Amerika ve Rusya’nın hariçten gelerek, İran’ın ise kıyıcıkta durarak gazel okumalarını da adeta “Aman da ne güzel okuyorlar” diye seyredip durmuştuk. Baba Esad’dan oğul Esad’a kadar Suriye yönetimi ile de bir dargın bir barışık olageldiğimiz malumdur.

Suriye ve çevresini bundan beş yüz küsur sene önce Yavuz Sultan Selim Büyük Türk Devleti’ne kazandırmış, geçen zaman içinde Karacaoğlan gibi kültür elçilerimiz Şam, Halep, Hama, Humus üzerine mısralar döşenmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiğimiz ilk hava şehitlerimiz Fethi, Sadık ve Nuri Beyler de orada yatıyorlar. Üç milyondan fazla Türkmen kardeşimizin evi, ocağı, işi gücü de orada bulunuyor. Gelin görün ki Türkleri amaçları doğrultusunda kullanıp kul – köle edemeyeceklerinin farkında olan Amerika ve Rusya “Tavşana kaç tazıya tut” politikası uygulayıp Suriye’de yerleşik olarak bulunan Türklerin yarısı kadar nüfusa bile sahip olmayan grupları öne çıkarıp silahlandırmaktan ve koruyuculuklarını yapmaktan geri durmadılar.

Daha önce dişi deveyi erkek, erkek deveyi dişi olarak kabul ettirme cüretini gösteren Muaviye gibi düzenbazların, Peygamberimizin torunlarına zulmederek, Hazreti Hüseyin’i Kerbela çöllerinde şehit eden Yezidlerin memleketi olan o lanetli memleket Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da İngilizlerle Fransızlar tarafından kurgulandığı şekliyle tıpkı öteki Ortadoğu devletleri gibi çıbanbaşı olmaya devam ediyor. “Demokrasi getirme” bahanesiyle bir “Arap Baharı” kışkırtması ortaya atıp Ortadoğu’yu kendi kirli emelleri doğrultusunda karıştıranların bölgeden ellerini eteklerini çekmesi, o diyarların huzura kavuşması, kavuşturulması gerekiyor.

Bir televizyon programında mazlum milletlerin yaşadıklarından örnekler vererek gözyaşları içinde “Türk beklenendir” diyen Prof. Dr. Tufan Gündüz’ün dediği gibi oralarda beklenen yegâne dost, yegâne kurtarıcı Türk’tür, Türklerdir, Türk Ordusudur, Türk Milleti’nin şefkatidir.

İşte, gecikmeli de olsa Türk Ordusu şimdi Suriye topraklarına girmiş ve terör yuvalarını dağıtmaya başlamıştır. Yerli halkın Türk askerini sevgi ile karşılayarak kucaklayıp bağrına basması asıl beklenenin Amerika, Rusya, Çin ya da bir başka devlet değil de mutlaka Türkiye ve Türk olduğunu dosta da düşmana da bir daha göstermiştir.

Türkiye ve Suriye arasında 20 Ekim 1998’de Adana’da imzalanan ve “Adana Mutabakatı” olarak kayda geçen anlaşmaya göre Suriye, “PKK’yı terör örgütü olarak kabul edip faaliyetlerini yasaklayacak”, buna uymazsa da operasyon için Türkiye’ye hak doğacaktır. Türkiye gecikmeli de olsa şimdi bu hakkını kullanmaktadır. Bunun garip olan tarafı ise bu mutabakatın varlığını, 25 Ocak 2019 tarihli görüşmelerinde Putin’in Sayın Cumhurbaşkanı’na hatırlatmış olmasıdır.

Böyle zamanlarda iç siyasette kılıçların kına girmesi gerekir ve normal olan da budur. Ancak, Partili Cumhurbaşkanı olarak Sayın Erdoğan’ın, böyle bir ortamda bile Ak Parti İl Başkanlarına hitap ederken, “Bütün vatandaşlarımızı Ak Parti çatısı altında toplanmaya davet ediyorum” demesini bir yere konduramıyorum. Keza, PKK ile organik bağı olduğu ayan beyan ortada olan; anaların, dağa kaldırılan çocukları için Diyarbakır İl Başkanlığı önünde nöbet tuttuğu HDP için hukuki işlem başlatılmasının zamanı geçmedi mi diye de sormadan edemiyorum.

Biz bu işlere kafa yorup dururken Kıbrıs’tan da çatlak bir ses çıkmasın mı? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, “Aslını inkâr eden haramzade” ya da “Ekmek yediği tekneye pisleyen nankör” misali öyle bir laf etti ki yenilir yutulur cinsinden değil!

Ordumuzun Suriye’deki terör odaklarına yönelik harekâtına “Barış Pınarı” adı verildi ya, o isimle 1974’teki “Kıbrıs Barış Harekâtı” arasında bağlantı kuruyor ve şu saçmalıkları kusuyor:

“1974’te biz adına ‘Barış Harekâtı’ desek de bu bir savaştı ve akan da kandı. Şimdi ‘Barış Pınarı’ desek de akan su değil kandır. Bu nedenle bir an önce diyalog ve diplomasinin devreye girmesi en büyük dileğimdir.”

Yuh be, yuh sana! Yazıklar olsun!..

Yalnız, iğneyi ona batırırken çuvaldızı da bu tarafa yöneltmek durumundayız. Gecesi gündüzü ve bütün hayatı Kıbrıs olan büyük Türk, büyük dava adamı rahmetli Rauf Denktaş’ı adeta dışlayarak ve kovmaktan beter ederek meydanı bir önceki KKTC Cumhurbaşkanı Talat’a ve buna bırakan Türkiye diplomasisinin kabahati çok. Rüzgâr ekilirse işte böyle fırtına biçiliyor. Türkiye, Kıbrıs politikasında hiç vakit kaybetmeden Denktaşlı günlerin politikasına dönmek zorundadır. Yoksa Mustafa Akıncı zihniyeti Kıbrıs’ı Akdeniz’in derinliklerine gömecektir.

Bir de başını Mısır’la Suudi Arabistan’ın çektiği “Arap Birliği” ve “İslam Ülkeleri” meselesi var tabii… Buralarda Halifelik rüyaları görüp ümmetin birliğinden bahsedenler Irak, Suriye, Mısır, Libya gibi İslam ülkeleri tar u mar edilirken ses çıkarmayan “Arap Birliği”ne bağlı devletler, Türk Ordusu’nun bir İslam ülkesinde yuvalanan terör örgütlerini dağıtıp huzuru sağlamak için giriştiği harekâta karşı ayaklanmaktan geri durmadılar da açıklama üstüne açıklama yapıyorlar. Türk mallarını da boykot kararı almışlar. Tıpkı KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya olduğu gibi onların alayına da yuhlar olsun, yazıklar olsun!

Geçen yıllar içinde üzerinde çok oyun oynanıp yıpratılsa da tarihi şan ve şereflerle dolu olan Türk Ordusu üzerine düşen vazifeyi layığı ile yaparak gittikçe yalnızlaşan güzel ülkemize gelecek tehditleri bertaraf edecek, dünyanın neresinde olursa olsun bize ümit bağlayanların yardımına koşmaya devam edecektir.

Bütün olup bitenlerden sonra işin özeti şudur: Göğsünü gere gere “Ben Türküm!”, “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyemeyenler artık Türk olmadan, Türkiye işe el atmadan İslam âleminin huzur bulmayacağını, bulamayacağını anlamış olmalıdırlar. Çünkü görüldüğü gibi nerede zulüm varsa kurtuluş ve huzur için beklenen, beklenecek olan yalnızca Türk’tür.

Kısacası Türk olmak zordur vesselam…