Mütebâkî (arta kalan) bir kısım kuvvetiyle avcı hatlarımızı takviye (destek) ederek geceleyin borularla birkaç def‛a hücûm işâreti verilmiş ise de pek az ilerletti. Muhârebe bütün gece sürekli bir sûrette devam etti.
(*)Çanakkale Muharebeleri Arşiv Belgeleri-2/77 Alay 25 Nisan-1 Mayıs 1915 Tarihleri Harp Raporu-1
77. Alay Kumandanı Binbaşı Saip Beğ, yukarıda bir bölümünü alıntıladığımız raporu yazan isimdir. 77. Alay, çoğunluğu Suriyeli ve çok karışık unsurlardan (Arap, Marunî, Yezidi ve Nusayri) oluşmuş (http://www.canakkale.gov.tr/kara-savaslari-oncesi) ve Çanakkale Harbi’ne gönderilmiş toplama askeri biliktir.
Devam edelim;
77. Alay’ın da dâhil olduğu 19. Tümen kurulurken Mustafa Kemal’in endişeli olduğunu Fahrettin Altay’ın anılarında okuyoruz. Anlaşılıyor ki tümende (çoğu) Arap kökenli askerlerden oluşan 72. ve 77. Alayların bulunması Mustafa Kemal’in endişe ve tepkisine sebebiyet vermiştir. Mustafa Kemal, çevresi ile 72. ve 77. Alay askerlerinin (Arap kökenli, bir kısmı Yezidi, Nusayri gibi) savaşamayacak insanlardan cem edildiğini açıkça paylaşmıştır. Haddizatında Arapların eğitimleri de yetersizdir ve Gazi, üstün bir kurmay olarak bu durumun da farkındadır. Bu şartlar altında Gazi Mustafa Kemal, halis Türk delikanlılarından kurulmuş ve eğitimleri oldukça ilerlemiş eski (iki depo) alayının gönderilmesini istemiştir (Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete- Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor).
Çanakkale cephesinde sıcak çatışmalar yaşanırken bu alayın Türk eratında (Araplara benzer) bir sorun çıkmamıştır. Türk evlatları başarı ile sebat etmişler, direnmişler savaşmışlardır; ama yazılanlar göstermektedir ki Arap askerleri ürkeklik ve acziyet halini taşımışlardır. Örneğin gece taarruzlarında muharebe şiddetlendikçe 77. Alay’a bağlı Arap askerleri fundalıkların aralarına gizlenmiş ve çoğu, kaçak vaziyette gerilerde saklanmıştır. Bu utancın ise önü alınamamış ve Mustafa Kemal elinden geleni yaptığı halde endişesinde haklı çıkmıştır. Kaçak Arap askerleri(!) muharebe alanından gerilere çekilerek Kavaktepe - Kanlısırt ekseninde ve Karayürek Deresi içinde fundalıklarda gizlenmişlerdir. Şüphe yok ki Araplardan (çoğunluğu Suriyeli) teşkil toplama alayın açıkça savaşmaktan imtina ettiği (https://canakkalemuharebeleri1915.com/makale-ler/yucel-ozkorucu/208-25-nisan-1915-ariburnu-muharebeleri-3) kaynaklarda sarihtir.
Milli savaş tarihimizden ibretlik bir konuyu yukarıdaki alıntılarla paylaşmak istedim. Sebebine gelince…
Şu an resmi beyanlara göre Türkiye’de 3 milyon 651 bin 428 Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır (https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/?gclid=Cj0KCQjw3eeXBhD7ARIsAHjssr-RcabImZGwniUQWMoDzWcwkoFtTbI99jreTYMkUyM1qcuBolRlA0YaAsCgEALw_wcB); fakat biliyoruz ki sığınmacı sayısı; kaçaklar, vatandaşlık verilenler ile birlikte hesap edilirse beyan edilen sayının çok daha üzerinde kabul edilebilir. Zafer Partisi lideri Sn. Ümit Özdağ’ın zikrettiği sayı ise 5.3 milyondur. Daha önemlisi, Saygı Öztürk’e mülakat veren Samir Hafez’e göre Suriyelilerin “her ne olursa olsun” ülkelerine geri dönmeleri de zor görülmektedir (https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/saygi-ozturk/suriyeli-ulkesine-gonullu-doner-mi-7089269/). Göç konusunda yapılan sair akademik çalışmalardan çıkan sonuç ise mültecilerin büyük çoğunluğunun ülkelerine dönmedikleridir. Türkiye’de ekonomik sıkıntı vahim noktalara varmıştır; ancak ekonomik kriz, Suriyelilerin geri dönüş hızını artıran bir olguyu bize şu an vermiyor.
Afganistan, Irak ve İran ile Afrika ülkelerinden gelenleri hesaba kattığınızda 7 milyonu bulan (tahmini) yabancı (kaçak/sığınmacı) sayısı, Türkiye gibi sosyal-ekonomik zorluklar içindeki bir ülke için vahim riskler barındırmaktadır. Konunun bir de yabana atılmayacak demografik yönü söz konusudur: 5,3 ortalama doğurganlık hızı ile 20 yıllık süre içinde Suriyeli sayısının 15 milyonu aşacağını, yine Zafer Partisi lideri Sn. Ümit Özdağ ifade etmiştir (https://www.a3haber.com/2020/02/23/20-sene-sonra-turkiyede-15-milyon-suriyeli-olacak/). Bilgi olarak aktaralım; bu aralar çok tartışılan TÜİK, Türkiye’nin 2040’lı yıllarda nüfusunun 100 milyona varacağını tahmin edilmektedir (https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/turkiye-nufusunun-2040da-100-milyonu-gecmesi-beklenmektedir/1069265). Pekâlâ; 15/100 oranında sizin kültürünüzü, dilinizi, sosyal alışkanlıklarınızı, modern yaşam tarzınızı, eğitim seviyenizi benimsemeyen baskın bir kültürün kalabalığı ile ne yapılacak? Sağlık sisteminizden, endemik hastalıklara kadar birçok riskle karşı karşıya bırakan böyle büyük bir sorunun (nüfusun) yükünü siz hesap ediniz. Dâhilen şunu da düşünelim: Bölücü terör belası ile uğraştığımız bir vaka iken ola ki Yunanistan/Kıbrıs Rum Kesimi ile savaşa tutuştuk yahut Ermenistan ile hatta İran-Irak-Suriye ile bölgesel bir savaşa girildiğini düşünelim. Ukrayna, Tayvan ve Yakın Doğu coğrafyası hesaba katıldığında şuurlu hiç kimse bizi sanırım “Beka lafebeliği” yapmakla itham etmeyecektir. Bu meselde bizi ifrit eden soru ise şudur: Muhtemel bir savaşta 77. Alay örneğini hatırınıza getirmez misiniz? Yahut “milleti sadıka” Ermenilerin 1915’te yaptıklarını “ister istemez” düşünmez misiniz?!. Hicaz ve Filistin Cephelerinde yaşadıklarımız aklınıza gelmez mi?
Trakya’dan Anadolu yaylasına on milyonlara dayanan farklı etnik (dil-kültür) orijine sahip nüfusun cephe gerisinde neler yapacağını kim kestirebilir? Böyle bir risk kendimize ve çocuklarımıza reva mıdır? Kaç Suriyeli yahut Afgan Türk yurdu için savaşacak ki hala aymazlığın hesabı bitmez!
Hiçbirimiz hele ki Türk Milliyetçileri gafil değildir! Biliyoruz ki Suriyeli sığınmacılar, bu vatan için eline silah alıp, cepheye sökün etmezler… Sultan Ahmet Meydanı’nı, Florya sahilini dolduranlar, yolun ortasında nargile parti yapanlar, ülkelerinden kaçan civanlar Türk Devleti ve Milleti için savaşmazlar!
Düşünün! Süleyman Şahin, Bayram Olgun, Oğuz Kaan Usta, Ahmet Aktepe, Hamza Karacaoğlu, İbrahim Tüzel, Erdem Mut ve daha onlarcası Afrin’de ve İdlib’de ne için şehadet şerbetini içtiler! Türklüğün bekası için Suriye içlerinde can veren yiğitler kimin evlatlarıdır?
Türk Devleti’ni yöneten hükümetler alacakları kararların, yürütecekleri politikaların nelere mâl olacağını çok iyi hesap etmekle yükümlüdür; ama maalesef Suriye konusu mevcut hükümetin en vahim hatalarının başındadır. Sonuçta Suriye ve Irak’ta kan döken, can veren Türk evlatlarıdır, Mehmetçiktir, Özel Harekâttır! Kimse bize “Türkün Türk’e propagandası bu” demesin… Evet… Ulusal beka ve milli birlik için; başı dik, huzurlu bir memleket adına bunları yazmak, hatırlatmak bizim vatan ve namus borcumuz. Bu maksatta hinlik arayanlara da “haydi canınız cehenneme, def olun gidin” deriz!
Ateş çemberinden geçerek kurulmuş “Türk Ulus-Devlet”imizi günün eyyamı içinde, devleti idare aczliğinde, ideolojik boğulma ile tehlikeye atanlara ses çıkarmayacak kadar rahat değiliz; rahat da olmayacağız! Türk Milleti bulunduğu vahametin farkındadır. Ülkeyi kime teslim etmesi gerektiğini çok iyi düşünmelidir. Bağımsız ve güçlü Türkiye adına zafer, Türk Milliyetçiliğinin basiretli ufkundadır!