Ülkemizin başında büyük gaileler var. Dört tarafımız Müslüman Türkleri yok etmek için düşmanlarla çevrili olduğu gibi içimizde de hainler alabildiğine fazla bulunuyor. Müslüman Türk milletine açık düşmanlık yapılamayacağını bilenler her türlü sinsiliği kullanarak bu düşmanlığı sergilemektedirler.
Bu derece fazla dış düşman ve iç haine rağmen Müslüman Türkler ne yapıyor?
Yeterince tedbir alıp uyanık davranabiliyor mu?
Düşmanın silahıyla silahlanabiliyor mu?
Bu tür sorulara “Evet” demeyi çok isterdim ama maalesef durum hiçte öyle değil.
Tam bir nemelazımcılık hastalığı hakim adeta.
Hatta çağımızın en büyük hastalıklarının başında “Nemelazımcılık” geliyor desem herhalde mübalağa etmiş sayılmam.
Nemelazımcılık, iman zafiyetinin, cahilliğin ve şuursuzluğun gün yüzüne çıkması ve bunun topluma yansımasıdır. Zaten nemelazımcılığı tetikleyen en önemli faktörlerden biri iman zafiyeti ve bunun getirdiği boşlukta büyüyen insanın içindeki korkunun baskın hale gelmesinden başka bir şey değildir.
İman eden ve imanının şuuruna varan bir insanın nemelazımcı olması düşünülemez. O kendisinden sorumlu olduğu gibi, ailesinden, çevresinden, ülkesinden ve yaşadığı dünyadan kendini asla soyutlayamaz.
Nemelazımcılık hastalığına yakalanmayan insan kendi içini aydınlattığı gibi başkalarını da aydınlatır. Omuzlarında fert ve toplumları uyarma vazifesi olduğunun şuurundadır.
Sorgulayan insan nemelazımcılık hastalığına yakalanmaz. Sorgulayan insan bu dünyaya niçin geldiğini ve nereye gideceğini bilir ve bunun şuurunda olur.
Nemelazımcılık koca devletlerin ve toplumların yıkılmasına da sebep olur. Bu anlamda Osmanlı Cihan devletinin yıkılışını nemelazımcılık hastalığına bağlayanlar hiçte haksız değildir.
Osmanlı Cihan Devleti’nin yıkılışına sebep olan Yeniçeriliğin yozlaşmasından, sanayi devrimine ayak uyduramaması, Kur’an esaslarından uzaklaşmaktan aşırı büyümenin kontrol edilememesi gibi değişik faktörler elbette vardır.
Ama bunların içinde Osmanlı’yı oluşturan halkların nemelazımcılık hastalığına yakalanmasını birinci sebep sayıyorum. Aslında bu büyük hastalığın daha önceleri de Osmanlı gibi nice toplumların yıkılmasına sebep olduğu açıktır.
Kanuni dönemi Osmanlı’nın en ihtişamlı dönemidir ama yıkılışın o dönemde başladığını söyleyenler haklıdır. Kanuni de kendi zamanında zirvede böyle yüce bir devletin bir gün yıkılabilir endişesini taşıyan sorumluluk sahibi bir insandır. Devletlerinde tıpkı insanlar gibi doğup, büyüyüp ve sonunda yıkılacağının şuurundadır. Ancak bunun ne şekilde ve hangi sebeple olduğunu merak eder. Bu endişesini dönemin meşhur alimi Yahya Efendi’ye bir mektup yazarak paylaşmak ister.
Mektupta şunu sorar:
“Ey Yahya Efendi. Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi bu hususta aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da çöker mi?”
Yahya Efendi’nin cevabı gayet kısadır: “Nemelâzım be Sultanım!”
Kanuni bu söze bir mana veremez ve “Acaba bilmediğimiz bir mana mı var bu cevapta?” diye düşünür.
Bu endişeyle Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider ve “Yahya Efendi. Sorumu geçiştirme. Ciddi cevap istiyorum.”der.
Yahya Efendi duraklar:
“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.
Sultanım!
Bir devlette zulüm hakim olsa,
Haksızlıklar alabildiğine yayılsa,
Fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa,
Haksızlıklar karşısında insanlar dilsiz olsa,
Bütün bunları işitenler ‘Nemelazım’ dese işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir…”
Devletlerini yükseltenler, fetihler yapanlar asla “Nemelazım” demeyenler arasından çıkmıştır.
Bugün ülkemizi saran FETÖ, PKK, ahlaksızlık, LGBT belası gibi büyük tehlikelere karşı nemelazımcılık hastalığının alabildiğine yayıldığını söyleyebiliriz.
Bu hem devleti yönetenler arasında hem de millet arasında oldukça yaygın görünüyor.
Kime bu tehlikelerden bahisler açsak, “Ya bu işlerde amma da uzadı. Bize ne? Bize dokunmayan yılan bin yaşasın.” Gibi aymazca cevaplar alıyoruz.
Hele de uluslararası bir istihbarat örgütü olan FETÖ hakkında hem devleti yönetenler hem de milletteki nemelazımcılık Covit 19 salgınından daha hızlı yayılmış.
Karşılaştığım bazı devlet görevlileri ve özellikle de belediye mensuplarına, “FETÖ ile niçin topyekün mücadele etmiyorsunuz? Sizin kurumunuzun FETÖ ile mücadelede özel bir gayreti veya planı var mı?” şeklinde bir soru sorsam onlardan da düzgün bir cevap alamıyorum. Bazıları da, “Ya bize ne? FETÖ bizim babamızı mı öldürdü. Ya yarın yine dönerlerse, ben bulaşmam.” Gibi aymazca cevaplara muhatap oluyorum.
Bu kişiler ne yazık ki devletin veya belediyelerin belli kademelerinde görev yapıyor. Bundan üç dört sene önce İstanbul’da 25 Ek partili belediye başkanına, “Ben sizden herhangi bir ücret vs. talep etmiyorum. Belediye bize imkân tanısın veya kurumlarını açsın. Millete FETÖ denen şeytani yapının İslam’a ve vatana ihanetlerini anlatayım.” Şeklinde teklif götürdüm ama hiç birinden olumlu cevap alamadım. Sadece Fatih belediye başkan yardımcısı bir bayan olabilir diye geri dönüş yaptı. Onu da değişik sebeplerden dolayı gerçekleştiremedik.
Yani ülkemiz için çok büyük tehlike arz eden FETÖ gibi şeytani yapı ile mücadelede nemelazımcılık adeta ilke haline gelmiş. FETÖ ile mücadele artık kimsenin ilgi alanına girmiyor. Genel olarak devlette de FETÖ ile mücadele en aktif olarak TSK içinde görülüyor. Onun dışında FETÖ ile mücadele birkaç gayretli savcı ve emniyet mensubuna bırakılmış görünüyor.
Geçtiğimiz günlerde devletin en yüksek kurumlarından biri olan Yargıtay üyesi bir hâkimin anlattıkları baştan beri dikkat çektiğim “Nemelazımcılık” hastalığının nerelere kadar yayıldığını gözler önüne seren en çarpıcı örnek oldu.
"Tehlikenin farkında mısınız?" diye feryat eden Yargıtay üyesi İsa Çelik Twitter hesabından yaptığı paylaşımda diyor ki:
“15 Temmuzdan sonra safralarını atan FETÖ yoluna devam ediyor. Bu tarihten önce tüm avenesi ile her yerde olan FETÖ şimdi beyin takımı ile özel ve kritik görevlerde en gizli şekilde ve FETÖ ile şiddetle mücadele ederek(!!!) varlığını sürdürüyor. Gerçekten başaramadılar mı?”
İsa Çelik, 15 Temmuz darbe girişimi öncesi ve sonrasında FETÖ ile mücadelenin en etkili isimlerinden biri olarak biliniyor. FETÖ denen uluslararası terör örgütünün hala devletin en kritik yerlerinde görev yaptığını “Tehlikenin farkında mısınız?” diyerek haykırıyor.
Peki, bu haykırışa karşı harekete geçen oldu mu?
Ne yazık ki bugün özellikle FETÖ’nün siyasi kanadına yönelik bir operasyon yapılmadığı için bu şeytani yapıyla mücadele özellikle devlet kademelerinde yeterli biçimde verilmiyor.
Bazı devlet yöneticileri ise FETÖ konusunda çok aymazca davranıyor. “FETÖ ile mücadele bitti. FETÖ’yü bitirdik.” Gibi aymazca açıklamalar yapıyorlar.
Peki, FETÖ gerçekten bitti mi?
Yoksa siyasi arenada, üniversitelerde, TSK’da, yargıda ve devletin diğer birimlerinde hala etkin mi?
Bana göre Yargıtay üyesi İsa Çelik çok haklı ve 15 Temmuzdan sonra safralarını atan FETÖ yoluna devam ediyor. Gençlik ve esnaf yapılanmalarındaki faaliyetler etkin olduğu için emniyet sık sık operasyon yaparak yeniden yapılanmalara engel olmaya çalışıyor.
Ama alınan tedbirler yeterli mi?
“İhanet, ticaret ve ibadet” diyerek üç bölümde kategorize edilen FETÖ militanlarının “İhanet” kesimi birkaç kişi hariç hepsi yurt dışına kaçtı ve faaliyetlerini gittikleri ülkelerde Türkiye aleyhine devam ettiriyorlar. “Ticaret” kesimi ise herkesin bildiği gibi FETÖ borsasında yem olarak kullanılıyor. Bizzat Ak Parti milletvekillerinin bile kabul ettiği FETÖ borsası ne yazık ki devlet erkini kullanan ve FETÖ ile mücadele ediyor görünen bir kısım tarafından kendi menfaatlerine rant elde etmek için çalıştırılıyor. Büyük servetler ediniliyor. “Ticaret” kısmına giren FETÖ mensubu zenginlerin malına çökülüyor ve bundan herkes bulunduğu makama göre pay alıyor.
“İbadet” kesimine karşı özellikle emniyet ve yargı kanalıyla yürütülen mücadelede ise çoğu geçmişte bu şeytani örgütü “İslami bir yapı” zannederek bağlananlar bulup cezalandırılıyor. Suçun küçüğü büyüğü olmaz. O kesimde de bu örgüte mensup kişiler varsa elbette cezalarını çekmelidirler. Ancak devletin en tepesindeki insanların “Devletimiz ve milletimiz bizi affetsin.” Diyerek pişman olma hakları varsa bu kesimden de gerçekten pişman olanlara fırsat tanınmalı ve bu şeytani yapının gerçek yüzünü görenlere bir fırsat verilmelidir. Örgüt üyesi veya örgüte yardım edildi denilerek verilen üç beş yıllık cezalar ibadet kesimindeki insanları devlete düşman etmekten başka bir işe yaramadığını en yakından takip ederek gözlemliyorum. Aksine bu kesimdeki sempatizanlar bile verilen bu küçük cezalarla adeta militan haline getiriliyor. Bu tehlikeyi aylar öncesinden “FETÖ’yü Devlet erki besliyor.” İsimli bir makalede genişçe sebepleriyle birlikte yazmış ve devleti yönetenleri ikaz etmiştim.
FETÖ isimli şeytani yapıyla mücadele yurt içinde yeterli verilmediği gibi yurt dışında da yeterli çalışmalar maalesef yapılmıyor.
Karşısında ciddi bir rakip göremeyen FETÖ ise bulunduğu bütün ülkelerde hız kesmeden efendilerinin kendilerine üflediği şeytanlıklarına ve Türkiye düşmanlıklarına devam ediyor.
Geçenlerde ABD'nin başkenti Washington'da etkin FETÖcüler tarafından kurulan “Türk Demokrasi Projesi” (Turkish Democracy Project) bunun en çarpıcı örneklerinden birini oluşturdu.
Yeni kurulan “Türk Demokrasi Projesi Derneğinde” yer alan isimler, aynı zamanda Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı’nda da (FDD) görevli görünüyor.
Derneğin kurucuları arasında Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, George W. Bush'un kardeşi ve eski Florida Valisi Jeb Bush, İtalya'nın eski Dışişleri Bakanı Sant'Agata gibi isimler bulunuyor.
Derneğin kurucuları arasında FETÖ'den hakkında yakalama kararı bulunan Aykan Erdemir de var.
Kurucular arasında ayrıca FETÖ’cü emniyet amirlerinden firari Süleyman Özeren yer alıyor. MİT tarafından ByLock kullandığı tespit edilmiş, Ankara ve Çorum’da Özeren hakkında yakalama kararı var. Süleyman Özeren, Emniyet mahrem imamlarından “Garson” kod adlı itirafçının bizzat teşhis ettiği FETÖ üyelerinden.
FETÖ, Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Kosova gibi batılı ülkelerde etkin biçimde faaliyetlerine devam ettiği gibi Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan, Türkmenistan gibi Türk Cumhuriyetlerinde de etkinliğini hala sürdürüyor. FETÖ, Mısır, Libya, Sudan, Kenya, Güney Afrika gibi ülkelerde de faaliyetlerine durmadan devam ediyor.
“Nemelazım” zihniyetiyle FETÖ ile mücadele edilmez. FETÖ ile mücadeledeki bu aymazlık Allah (cc) korusun devletimizin ayakta kalmasında büyük zaaflar meydana getirebilir. Bu açıdan özellikle devleti yönetenler Yargıtay üyesi İsa Çelik’in uyarılarına kulak vererek tehlikenin farkına varmalıdır. Aksi halde yeni 15 Temmuzlara kapı aralanır.