Siyaset dinamik bir alan. Bir gün doğru olan bir politika başka bir gün yanlış olabilir. Şartlar yeni politikalara zorlayabilir.
Çağının doğrularını yakalayamayanlar, kaybederler.Geçmiş, her zaman bu güne örnek olmaz. Geçmiş, her zaman geçmişte de kalmaz.
Tarih boyunca ülkeleri tuzağa düşüren politikalar çoğu zaman geçmişten taşınır. Bunun için hep parlak isimler ve toplumsal kabulü yüksek kavramlar kullanılır. Doğru yanlışa, iyi kötüye, güzel çirkine, alet edilir. Bizde, varlık ve birliğimize yönelik hamleler, kullananın siyasi pozisyonuna göre bazen din, bazen Osmanlı, üzerinden yapılmıştır. Bunları tek tek örneklendirmek mümkündür.
Özellikle yeni anayasanın pişirildiği şu günlerde benzer hamleler yine gelecektir. Yakın geçmişte CB sistemine geçme karşılığında eyaletleşmenin ne kadar güzel bir şey olduğu Osmanlı örneği üzerinden anlatılmıştı.Bazı çevrelerde, geçmişte yapılan her şeyin doğru olduğuna dair bir kabul var. Elbette her milletin geçmişinde doğrular da yanlışlar da vardır. Lakin o doğrular, o geçmişin, o şartların doğrularıdır. Hayat canlı bir süreçtir. Zaman değiştikçe yeni doğrular eski doğruların yerini alır, artık eski, örnek olmaktan çıkar.
İşin bir başka boyutu da tarihin tek düze işlemediği, toplumdan topluma değişen doğrular olabileceği gerçeğidir. Tarihten bugün savunduğunuz görüşleri teyit eden örnekler de, yanlışlayan misaller de çıkarabilirsiniz. Osmanlı'da eyaletler vardı evet ama Osmanlı bir imparatorluktu, milyonlarca kilometre toprağa hükmediyordu.Ama aynı Osmanlı milliyetler çağına geçildiğinde, "Vilayet Kanunnamesi" ile şehirleşmeye gitmiş, yönetimi merkezileştirmişti. Bu da eyaletleşmeye son vermek,çağın ruhuna göre hareket etmek demekti.Bu iki örneğe bakarak acaba hangi Osmanlı'ya göre hareket edeceğiz?
Günümüz siyaseti, kendini haklı çıkarmak için tarihi cımbızlayarak amacına uygun düşeni kullanmakta, aldığı örneği tek doğru olarak takdim etmektedir.Mesela her fırsatta Osmanlı'ya gönderme yapanlar Meclis-i Mebusan'ın Kuvvetler Ayrılığın savunduğunu görmezden gelip,ısrarla bugünkü Kuvvetler Birliğini savunurlar. Atatürk'e karşı çıkar, hatta düşmanlık eder, ama onun hayatı boyunca Kuvvetler Birliğini savunduğunu görmezden gelirler.Tek parti düzeninden şikayet ederler, ama daha kötüsünü kendileri tatbik ederler.Arap'ın neredeyse her şeyini dinle özdeşleştirirler ama Arap tarihindeki kimi milliyetçi düzenlemeyi görmezden gelirler.
Buna dil meselesinden bir örnek vermek istiyorum.AKP sözcüleri ısrarla tek dil demekten kaçınıyorlar. CB Erdoğan'ın -yeni anayasanın milletin çeşitliliğini- yansıtacağına dair sözleri, biraz da -dil meselesi- ilgilidir. HDP/PKK ana dilde eğitim istiyor.Dil üzerinden coğrafyanın bir kısmını öteki dile yabancılaştırmayı hedefliyor. Bunu savunan başka siyasetçiler de var.Çeşitliliğin anayasaya yansıtılmasının bir boyutu, Türkçenin yanına diğer dilleri de -resmi dil- seviyesine çıkarmak, eğitim dili haline getirmektir.AKP ve Erdoğan bunu isterken Emevilerin beşinci halifesi Abdülmelik bin Mervan bakınız ne yapmış:"Abdülmelik'e kadar İslam ülkelerinde, resmi dairelerde, defterler ve yazışmalar o memleketin diliyle yapılmıştır.Mesela Mısır divanının(hükümetinin) resmi dili yerli halkın dili olan Kıpticeydi,Şam'da resmi dil Rumca, memurlar da bu dili bilen yerli Hıristiyanlardı,Irak'da resmi dil Farsça, memurlar bu dili bilen kişilerdi.Abdülmelik bu uygulamayı değiştirerek her tarafta resmi dilin Arapça olmasını emretmiş,böylece ülkenin her yerinde Arapça yayılmış,birçok yerde yerli halk anadillerini unutarak kendini Arap saymaya başlamıştır.(Bahriye Üçok,İslam Tarihi Emeviler, Abbasiler, s.78)" Bu örnek, dil ile milletleşme arasındaki münasebete işaret eder. Dil ile oynamak milli bütünlükle oynamaktır. Ortak dil bütünleştirir, farklı dil ayrıştırır.Hilafeti din ile özdeşleştirenler, bu örneğe iyi bakmalıdırlar.