25 Haziran 2018'de Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu Sanayi ve Ticaret A.Ş. kurulmuştu. Kısaca TOGG olarak adlandırılan bu Şirketin seri üretime hazır hâle getirilen ilk otomobili, aynı adla yani TOGG adıyla 29 Ekim 2022 tarihinde Cumhurbaşkanı başta olmak üzere geniş katılımlı bir devlet töreni ile banttan indirildi.
Öylesine bir devlet töreni yapılınca sanki devletimiz otomobil fabrikası yapmış gibi bir hava oluşsa da fabrika 5 (Beş) grup/holding ve TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) olmak üzere 6 ortaklı bir girişim grubunun eseri. Girişim Grubu’nu oluşturan gruplar ve hisse oranları da şöyle:
Anadolu Grubu (%19), BMC (%19), Kök Grubu (%19), Turkcell (%19), Zorlu Holding (%19) ve TOBB (%5).
TOGG, Türkiye’nin ilk yerli otomobil teşebbüsü değil tabii. Bir de 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra gündeme gelen ve “Devrim” plakası takılarak önünde poz verilen DEVRİM otomobilimiz var. Devrim, Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ancak işlerlik kazanmayan ilk otomobil. 1961 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatıyla, Eskişehir Demiryolu Fabrikası'nda kısa sürede üretildi. Ancak alt yapısı tam oluşturulmadan ve Türkiye’de otomotiv sektörünün günümüzde olduğu gibi gelişmediği bir dönemde aceleye getirilen bu teşebbüs sonuçsuz kaldı. Dolayısıyla Devrim Otomobili, adını aldığı Devrim gibi etkili olamayıp yollara bile çıkamadan yine de geleceğe ışık tutan bir teşebbüs olarak kaldı.
Bir de Anadol’umuz vardı malum. Koç Holding ve Ford ortaklığıyla üretilen Anadol'un tasarımı İngiliz Reliant firmasına aitti. O araçta Ford firmasından tedarik edilen şase ve motorlar kullanılmış, 19 Aralık 1966 tarihinde üretime başlanmıştı. Anadol, hiçbir şekilde siyasi şov malzemesine dönüştürülmeden ilk kez 1 Ocak 1967'de teşhir edildi ve 28 Şubat 1967'de satışına başlanılarak yurdumuzun her yerinde 1984 yılında üretimine son verilene kadar yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Hala da meraklılarının elinde, koleksiyonunda duruyor. Üniversitedeki öğrencilik yıllarımda Devlet, Töre ve Bozkurt dergilerinde çalışıyordum. Patronumuz, rahmetli İbrahim Metin Ağabey’in Anadol marka bir otomobili vardı. O otomobille matbaadan matbaaya dergi ve kitap taşıdık, MHP toplantılarını takip ettik ve okulum bitince kız istemeye bile gittik. Allah rahmet eylesin, İbrahim Ağabey, saygıdeğer ve cefakâr eşi Aysel Abla ve kardeşi rahmetli arkadaşımız Meriç’le birlikte o zaman Ordu’nun Akkuş İlçesine bağlı Kurtluca Köyü’nde öğretmenlik yapan eşimi görmeye, ardından da Zile’ye rahmetli babasından istemeye gitmiştik. Onun için “yerli otomobil”, “ilk otomobil” ifadelerini duymak herkesi heyecanlandırır ama adı da yerli ve dahi o zaman için “yerli ve milli” olan Anadol’la ilgili olarak hayatımda iz bırakan öyle güzel ve anlamlı hatıralar olduğu için beni daha çok heyecanlandırır.
Gerçi biz, bir Türk Mucizesi olarak kazandığımız İstiklal Savaşı’nın hemen ardından kurduğumuz Cumhuriyet idaresinin ilk yıllarında ve en zor şartlar altında 6 Ekim 1925 tarihinde Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketini (TOMTAŞ) kurarak otomobilden önce uçağını yapan bir ülkeyiz. 1927 yılı sonuna kadar iki ayrı tipte 33 uçağımız hazırdı. TOMTAŞ’ın hisseleri 1928 yılında Türk Tayyare Cemiyeti’ne, 1930 yılında da Millî Savunma Bakanlığı’na devredilerek Kayseri Uçak Fabrikası adını aldı. Atatürk, 1 Kasım 1937 tarihinde yani vefatından tam bir yıl önce de “Bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve savaş hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir” diyerek bu konudaki kararlılığını göstererek konunun önemini bir defa daha vurguluyordu.
Ne yazık ki, büyük umutlarla iktidara gelen Demokrat Parti, Amerika’nın devreye soktuğu, başlangıçta iyi ve karşılıksız gibi görünmesine rağmen Türkiye’de uçak sanayii başta olmak üzere sanayileşmenin gerilemesine sebep olan Marshall Yardımı’nı kabul ederek bütün bu faaliyetlerin durmasına sebep oldu. Demokrat Parti döneminde Türkiye belki bazı alanlarda bir rahatlama içine girmişti ama Atatürk’ün en zor şartlar altında devreye soktuğu sanayileşme devrimine de sekte vurulmuş oluyordu. Demokrat Parti döneminde bir bakıma faaliyetleri askıya alınan Uçak Fabrikasının üretimi bu gelişmelerin devamı olarak tamamen durduruldu. Son yirmi yıldan beri iktidarda olan AKP döneminde de Atatürk’ün on beş sene gibi kısa bir sürede kurduğu hayati öneme sahip kırk fabrika ve sanayi kuruluşu satıldı. Buna rağmen dış borcumuz azalmadı, arttı, Enflasyon tavan yaptı. İhracat rakamları açıklanıp kamuoyuna moral aşılanmaya çalışılırken aşırı artış gösteren ithalatın sözü bile edilmez oldu.
Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teşviki ile harekete geçen altı ortaklı Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu’nun (TOGG) Türkiye’nin ilk elektrikli otomobilini üretme safhasına gelmesini alkışlıyor, büyük törenlerle kutluyoruz. Elbette büyük bir iş başarılmış, son yirmi yılda kaybedilen fabrikalarımızdan sonra sermayesi devlete ait olmasa da devlet teşviği ile otomobil üretecek bir fabrikanın devreye sokulması hepimizi sevindirmiştir.
Ancak ne var ki geçmişte Atatürk’ün önderliğinde daha büyük işleri başararak en zor şartlar altında “Az zamanda büyük işler başaran” bir millet için önemli bir başarı ve büyük bir adım değildir. Asıl sorgulanması gereken, Cumhuriyet’in ilk yıllarında tarım ve sanayi alanında gerçekleştirilen büyük atılımların akamete uğratılıp devam ettirilememesidir.
Konuyu araştırırken fark ettim ki Avrupa’da ilk elektrikli araç 1835 yılında yani 2022’den tam 187 yıl önce imal edilmiş. Bir süre kullanıldıktan sonra petrolün yaygın olarak devreye girmesi ile de vazgeçilmiş. Ta ki petrole alternatif yakıtlar bulma ihtiyacı baş gösterene kadar! Ancak elektrikli otomobillerin şarj dilmesi konusundaki sıkıntılardan dolayı yeni arayışlara geçilmiş ve mesela Almanya’da şimdi Hidrojen yakıtı kullanan araçlar devreye sokuluyor. Gelişmiş ülkelerde toryum ve bor yakıtlı araçlar da gündeme alınmış durumda. Bu konuda, Profesör Dr. Doğan Aydal’ın etraflıca bir çalışması ve teklifleri var.
Bu arada öğrendiğim bir şey daha var: Türkiye’de şu anda, yarıdan fazlası İstanbul’da olmak üzere 6.500 (Altı bin beş yüz) elektrikli otomobil kullanımda. Bu araçların bir bölümü de Ankara, İzmir, Adana, Kocaeli ve Bursa gibi sanayi ağırlıklı şehirlerimizde bulunuyor. Şehirler arası ya da uzun yollarda kullanımı henüz yok ve uzun vadede de mümkün görünmüyor. Çünkü evlerde ya da elektrik prizi olan herhangi bir yerde şarz edilme imkânı olmadığı için tıpkı akaryakıt istasyonları gibi bir şarz istasyonu ağına ihtiyaç var. Bir aracın şarz edilmesi en az yarım saati buluyor ve bu otomobillerin bir şarzla gitme mesafesi şu şartlarda 300 kilometre. Şarz istasyonuna ulaşılsa bile önde şarz edilmeyi bekleyen bir ya da daha fazla araç varsa bu sürenin duruma göre bir, bir buçuk ya da iki saati bulabileceği düşünüldüğünde henüz kullanışlı olmadığı ortada.
Buna rağmen atılan büyük bir adımdır ve gelecek için önemli bir yatırımdır. Bu konuda lehte ve aleyhte yapılan eleştirilere, inatlaşmalara ihtiyatla yaklaşmakta fayda var. Ancak bir yazı yazarken ve görüş bildirmeye yeltenirken hazırlık yapıp konunun ya da işin bütün yönlerini araştırıp ondan sonra söz söylemek gerekiyor. Sosyal medyada ve TV kanallarındaki tartışmalara baktığımız zaman lehte olanların sanki dünyada elektrikli otomobili ilk defa biz yapıyormuşuz gibi bir heyecana kapıldıklarını, aleyhte duranların da özellikle şurası yabancı burası yabancı da neresi milli gibi gerekçeler ürettiklerini görüyorum. Herkes kendine göre “haklı” olabilir ama hiçbirisinin de alacağı yok. Çünkü bu işler böyledir. Global ya da küresel dünyada iş birliği esastır. Almanya seyahatimde, oradaki arkadaşların götürdüğü bir Türk işyerinde, Mercedes otomobillerinin bazı parçalarının üretildiğini görüp sevinmiştim. Bir paylaşımda da Mercedes Markası’nın o meşhur logosunun Türkiye’de döküldüğünü okudum. Bunlar olur ve olmalıdır da. Yeter ki ortaya bir eser çıksın ve insanımıza iş, ülkemizin kalkınmasına yarar sağlasın.
Yazılıp çizildiğine göre TOGG’un motor, elektronik aksam, tasarım, batarya vb aksamları dış kaynaklı. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Anadol’da da durum böyle idi. Yani bugünün şartlarına göre TOGG ne kadar milli ise o günün şartlarına göre ANADOL da o kadar milli idi. Onun için TOGG için “İlk yerli otomobil” ifadesi yerine “İlk yerli elektrikli otomobil” demek daha doğru bir ifade olur. Bu konuda Koç Grubu’nun da söyleyecek sözü olduğunu sanıyorum.
Ben profesyonel bir gazeteci olarak her konuya eleştirel bakarım. Allah’a şükürler olsun ki hiçbir siyasi parti ile de bağım olmadığı için araştırmalarımı yaptıktan sonra hem nalına hem mıhına vurarak yazarım. Yazdıklarım bazı yanılmalar hariç bilgi ve belgeye dayanır. İşbaşında bir iktidar olduğu ve haksız, hukuksuz uygulamalara da şahit olduğumuz için eleştirilerimin daha çok iktidara yönelik olması gayet normaldir. “Partili Cumhurbaşkanlığı” sisteminin tabiatı icabı tarafsız olmasının mümkün olamayacağı ve o makamda kim olursa olsun milletimizin tamamını kucaklayamayacağını düşündüğüm için baştan beri bu uygulamaya da karşı çıktım. Tarafsız ve dürüst gazetecilik de bunu gerektirir. Diyelim ki Millet İttifakı iktidara geldi ve yanlış uygulamaları sürdürüyor ya da yenilerini ekliyor; onlar için de aynı tavırda olacağımdan kimsenin şüphesi olmasın.
Hal böyle olunca benim için suizanda bulunarak, “Bakalım TOGG için ne yazacak” gibi imada bulunanlar rahat olsunlar. İşte yazdım ama önünü arkasını, geçmişini ve geleceğini de ele alarak. Yani dünyada bu işi ilk defa biz yapıyormuşuz gibi heyecana kapılmadan yazdım. Afyon, Uşak ve Kütahya için yap işlet devret saçmalığı ile bir yılda üç ilin nüfusları toplamından fazla yolcu garantisi verilen Zafer Havaalanı ve benzerlerini, ulaşılması kolay hastaneleri iptal ederek yine aynı usulle yapılan “Bir giden pişman bir gitmeyen” kabilindeki Şehir Hastaneleri’ni, bir türlü vaat edilen geçiş garantilerine ulaşılamayan ve milleti dededen toruna borçlandıran köprülerin yapılmasını değil ama “Müşteri garantili yap işlet modelini” eleştirerek yazdığım gibi. Tıpkı aile ve hatta sülale boyu yapılan torpilli, kaymaklı atamaları eleştirdiğim gibi. Önceden kâr edip dururken Varlık Fonu’na alındıktan sonra zarar etmeye başlayan kurumlar için bunun sebebini sorduğum gibi. Şeker ve kâğıt fabrikaları başta olmak üzere elde avuçta bulunan kurumlarımızın yok pahasına elden çıkarılmasının doğru olmadığını yazdığım gibi. Belediyelerin ihtiyaç var mı yok mu düşünmeden milyarlar harcayarak olur olmaz yerlere “Millet bahçeleri” yapma yarışına girmeleri gibi…
O dostlarla ayrıldığımız bir konu daha var. İktidarı eleştirmeme kızıp sitem edenlerle zaman zaman da konuşuyoruz tabi. “Peki benim eleştirdiğim konulara siz ne diyorsunuz” sorusunu sorduğumda genellikle “O konularda haklısınız da…” diyorlar. “Öyleyse” dediğimde de kimi “Kızım ya da hanımım baş örtüsü ile okula/işe gidemiyordu, şimdi gidiyor” diyor. Tek meselesi bu. Yolsuzluk, savurganlık, israf, liyakatsiz atamalar, şunlar bunlar umurlarında değil. Bazılarının gerekçesi de şu: “E, savunma sanayiinde neler yapıldı neler!” Başka? Orada tıkanıp kalıyorlar. Bunların çoğu da okumuş insanlar ve beni en çok üzen de konuları bütünü ile değil de bir tarafından tutarak değerlendirmeleri. Bir de menfaat grupları var tabii.
Oysa eleştiri hakkını kullanmak ve olup bitenlerle ilgili kanaatini belirtmek her Türk vatandaşının en tabii hakkıdır. Hele de gazeteci iseniz iktidara ya da muhalefete yaranma kaygısı gütmeden, yağcılık yapmadan bunları yapmak zorundasınız. Herkese de bunu tavsiye ederim.