İBB’den Kadıköy'e bir öğrenci yurdu daha İBB’den Kadıköy'e bir öğrenci yurdu daha

Emekli akademisyenler Prof. Dr. Yümni Sezen Prof. Murat Daryal, Necabettin Ergenekon, Dilâver Cebeci gibi tanınmış isimlerin kurucusu olduğu "Toprak Hattı Grubu" yeni bir bildiri yayımladı.

Menfaat çetelerinin devletleşmeye gitmesinden ve yandaşlık düzeninden söz edeceğiz.

Meramımızı anlatabilmek için önce devletin ne ve niçin olduğunu kısa şekilde belirtmemiz gerekir. Devlet için de toplumdan, fert ve toplum dengesinden başlamalıdır.

İnsan, tabiatı ve tabiat kanunlarını tahrip etmeden nasıl yaşıyorsa ve yaşaması gerekiyorsa, toplumun içerisinde de aynı durumdadır. Tabiatta olduğu gibi, aşkın (tabiatı aşan) fikir ve duygular nasıl söz konusu ise, toplumu aşan duygu ve düşünceler de insan için önemlidir. Dinin, ahlakın, estetiğin, hukukun devreye girdiği yer de burasıdır.

Küçük büyük her topluluk, toplum olmuşsa, devlete doğru gitmiştir. Fertte irade nasıl belli bir yer (organ) kazanmışsa, toplumda da bu organ devlettir. Toplumun düzeni; irade, hukuk, yetke, kimlik ve şahsiyet kazanmıştır. Bu olmasaydı ne adalet ne yaptırım gücü ne düzen olurdu. Toplum zaman ve şartlara göre, örf ve alışkanlıklarla, geleneklerle, kanunlarla düşünür ve icra eder. Tabiatıyla bunun desteklenmesi gerekir. Özgür bir toplumda toplum, bütün varlığıyla bunu destekliyorsa, devletin gücü sağlam demektir. Gerçek şu ki, demokrasilerde toplumun düşünmesi daha iyidir, fakat çoğu kez icra zayıf kalabilir. Totaliter rejimlerde, komünist sistem dahil icra gelişmiş, hatta azmanlaşmış ama toplumun düşünmesi felce uğramıştır.

Sosyal baskı, toplumun esaslı karakteridir. Bu baskının ve toplum bilincinin kurumlaşması, adalet, hak ve özgürlükler gibi önemli ilkelere başvurarak kurallaşması, bunun için teşkilatlanması devleti doğurmuştur. Devletin hakimiyet özelliği, hukuki bir tabiatı ve manevî-ahlaki bir gücü barındırır. Dolayısıyla en ilkel toplumlardaki otoriteden, en modernine kadar devlet, daima saygı ve cazibe konusudur. İşte bunun istismarı da buraya dayanacaktır.

Buraya giden yol, bir husustan daha geçmiştir: Fert ve toplum çatışması. Bu çatışma ikisinin de tabiatı gereğidir. Fert, özgür olmalıyım, istediğimi yapabilmeliyim, hayat benim hayatım der; toplum, dur orada, ben de varım der. Ben yoksam sen de yoksun der. Devlet, çözümün, dengenin ahenge kavuştuğu karargâhtır. Bu ahenk, her zaman ideal, şekle kavuşmaz ama çözüm zorlanır, iki uç arasında gidilip gelinir.

Devletin varlığı, elbette sadece çatışmalar üzerine kurulmuş değildir. Hayvanlar aleminde de çatışma bulunduğu halde, devlet yoktur. Sürüyü yöneten bir otorite bulunsa da buna devlet denemez. Devlet orada doğrucu tabiattır. İnsan cinsinde devlet oluşumu manidardır, ideallere ulaşabilmek için de devlete ihtiyaç vardır.

Kişinin üç şeyi önemlidir: Kimliği, hakları, sorumlulukları. Aynı şeyler devlet için de geçerlidir; devletin kimliği, hak ve hukuku ve sorumlulukları.

Özgürlük, aile, hukuk, mülkiyet gibi fert koruyucularının garantisi devletle sağlanır. Hak ve hukukun, disiplin ve düzenin, kanun hakimiyetinin olmadığı yerde, anarşi ve kaos ürer. Devlet; insanı, şahsiyetini, özgürlüğünü, kurumlarını koruyan en önemli sosyal kurumdur. Buradaki aksamalar yine devletle düzeltilebilir. Yani devlet, kendi kendini tamir edebilir.

Fikir ve bilim adamı Maverdi’ye göre devlet zorunludur ve dayandığı temeller adalet, manevi dünya (din), yetke (otorite) ve güvendir. Hedef ise refah ve ülkülerdir. Toplum hayatına devam için korunması gerekenler şunlardır: Canın korunması, aklın korunması, neslin korunması, dinin korunması, malın korunması. Uyulması gerekenler de şunlardır: Hayat hakkına, özgürlük hakkına, vicdani kanaatlere, haysiyete ve mülkiyet hakkına riayet.

Devletin ihtiva ettiği kurumlar, meclisler, hükümet, çeşitli kamu kuruluşları (adalet, asker, polis teşkilatları, eğitim kurumları) ve bürokrasidir. Bu kurumlar modern devlette ya seçilmiş ya atanmış, bazan hem seçilmiş hem atanmıştırlar.

Devlet sadece düzenleyici, koruyucu, kontrol edici değil, üretici, istihdam yaratıcıdır, böyle olmalıdır. Fakat bir şirket gibi olmamalıdır. Özgürlüğü, demokrasiyi, sermayeyi, iktisadi gücü istismar edenlerin eline geçmemelidir. Kapitalizmin devletleri satın almaya çalıştığı yüzyılımızda, durum bu yönden çok can yakıcı olmuştur.

Bu genel bilgi ve değerlendirmelerden sonra gelelim aksayan yönlere, normalle anormal arasındaki çizgilere, yani konumuzun odak noktasına. Düzenleyici, kontrol edici, üretici, istihdam sağlayıcı, tezatları çözücü, istikametleri birbirine zarar vermeden ahenge sokmaya çalışan devletin bu yetki ve görevi sık sık aksatılmış, istenmeyen yollara sokulabilmiştir. 20. yy.ın sonlarında ve 21. yy.ın ilk çeyreğinde, Türkiye örneği, bu aksamanın adeta bir laboratuvarı haline gelmiştir. En çok aksayan alanlar; adalet, ehliyet, sorumluluklar, benlik ve menfaat taparlık, parayı ilah edinme, devlet kadrolarının sık sık yalana başvurması, aldırış etmezliktir. Hainlikler de bazan eklenince devlet büyük zaafa uğramıştır. Türk toplumu tehlikelere açık hale gelmiştir.

Hareket noktasında istismarları görmek kaçınılmazdır. Din, özgürlük, demokrasi ve milliyetçilik istismar edilince, yapılamayacak kötülük kalmaz. Menfaate ve gayri meşruluklara batmış siyasetçi ve yönetici, istismar ettikleriyle insanları kandırınca, yan güçlere sığınılır. Kalkınma olacaktır, fakirlik bitecektir, yolsuzluklar son bulacaktır, nurlu ufuklar gecikmeyecektir. Oysa bunların tersi olur, geçen günler aranır hale gelir. Son yüz yıllarda böyle olmuştur; devlet bir çete devleti, Batılıların deyişiyle mafya devleti olmaya doğru gitmiştir. Bunu hazırlayan zemin, aşırı partizanlık ve “parti devleti” olmuştur. Maddî-manevî güç (para, silah, saptırılmış din, emir altına alınmış hukuk) hakimiyet kurmuştur. İş, istismarda ve kandırmakta kalmamış, şımarıklıklar başlamıştır. İhtiras, doyumsuzluk, yalan, aldırış etmemek, bu işin tabiatındandır.

Yirminci yüz yılın yarısından itibaren Türkiye, ne yazık ki resmî mafyanın (!) tutsağı haline gelmiştir. İşin acı tarafı, buraya diktatörlüklerden geçilmemiş, demokrasiden geçilmiştir. Demokrasi sosyal rejimlerin en iyisidir, bunda şüphe yoktur; ama istismar edilmezse, samimi olunursa. Eğer din diye ısrar ediyorsanız, ona da en uygunu demokrasidir.

Dinin özü ve özelliği ortaya tam olarak çıkarılmadığı için İslam toplumlarında demokrasi gelişmemiştir. İslam’ın toplumda yansıması ve yaşanması, gerçekte teokratik devlete yol açmaz. Çünkü ruhban sınıf yoktur. İyi niyet, ahlak, özgürlük, adalet esaslarına dayanır. İslam’ı anlamış bir Batılıya (Ubicini’ye) göre “İslam demokratik esasları taşımaktadır. Bu; açık, kesin, müşahhas şekilde ifade edilmiştir. İlk yıllarda hemen uygulanmıştır. Hz. Peygamber, ayırımları kaldırmıştır. Ayırım yoktur, ruhban yoktur, imtiyaz yoktur. En büyük görevli ile diğer herhangi bir kişi arasında hiçbir fark yoktur. Sıradan biri, kendisine tokat vuran bir kabile reisine, Başkanın emriyle, aynı şekilde misilleme yapar. Dünyada ne kral vardır ne dilenci” (M. A. Ubicini, Türkiye 1850, 79-82).

2. BÖLÜM YARIN YAYINLANACAKTIR

Editör: Habererk Haber Merkezi