Gündem

Toprak Hattı Grubu’ndan kamuoyuna duyuru: Tarihî ibret örneği: Firavun ve yandaş düzeni II

Emekli akademisyenlerin kurduğu Toprak Hattı Grubu Tarihi ibret örneği Firavun ve yandaş düzeni başlıklı bir bildiri yayınladı.

Abone Ol

Emekli akademisyenler Prof. Dr. Yümni Sezen Prof. Murat Daryal Necabettin Ergenekon, Dilâver Cebeci gibi tanınmış isimlerin kurucusu olduğu "Toprak Hattı Grubu"nun dün yayınladığımız bildirisinin ikinci bölümü şöyledir:

Türkiye’de son dönemin yöneticileri, açık veya saklı dine dayandıklarını söyledikleri için, hep bunu ima ettikleri için, meseleyi bu yönden değerlendirmeye biz de vurgu yapıyoruz. İddialarının ve olmak istediklerinin çoğunlukla tersi vuku bulmuş, dinin aslına aykırı icraat yapılmıştır. İslam, adaleti emreder, buna uyulmamıştır. Rüşvet, adam kayırmak, yolsuzluk, ehil olmayan partizanı göreve getirme İslam’a uyar mı? Bu ilkelere riayet edildiğini söyleyemeyiz. Dinden imandan söz edenler, şu ayete hiç dikkat etmemiş gibidirler: “... Kim emanete (göreve ve devlet malına) hıyanet ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir...” (Âl-i İmrân, 161). İslam, emanet kavramına vurgu yapmıştır. Emanet sadece mal-mülk, eşya veya insan emaneti değildir. Görev de emanettir. Bu emanetin ayrılmaz vasfı ehliyettir. Emanet kavramında ehliyet ve azim olduğu için, “güven” vardır. Görevde güven (emin olmak) önemlidir. Ehil olmadan göreve getirilmek, emanete hıyanet anlamına gelir. Bunun ucu adalet meselesine çıkar. Kur’an bu konuda ısrarlıdır: “Allah size mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder...” (Nisâ, 58). Buradaki emanet, doğrudan görevin ta kendisidir. “İş ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyin” (Buhari, İlim, 2) diyen Hz. Peygamberdir. Bu buyruk, yandaşlığa, adam kayırmaya, akraba-eş-dosta menfaat ve mevki dağıtmaya, rüşvet ve iltimasa kapıları kapatmıştır. Buna inanmıyorsanız, devlet bunu yerine getirmek zorundadır. Yöneticileriniz bu konuda hassas davranmamaktadırlar. Ne dinî ilkeye ne insanlığın evrensel adalet ve hakkaniyet ilkesine sanki inanmamaktadırlar.

Ehliyet, verasetle çatışır. Yani soy-sop takip etmez. Bir kimsenin çocuklarının, sırf soydan dolayı ehil olacaklarının garantisi yoktur. İktidarların dogmatik şekilde oluşturulmamasının sebebi, daha iyisini buluncaya kadar seçme, değiştirme isteğidir. Ülküye (ideale) yönelebilmeyi gerekli ve mümkün bulma çabasıdır. İslam’da devlet önemlidir ama kutsal değildir. Kutsal devlet yoktur. İtaat ve saygı var, esaret ve despotluk yoktur. Seçme ve tercih var, veraset yoktur. İslam dünyasında kurulan saltanatlar, İslam’ın özünü ve amacını allak bullak etmiştir. Körü körüne itaat, aynı yolun yolcularını bölerek taraf tutma, ilkeleri göz ardı etme veya saptırma, adaletten uzaklaşma, baş rolleri oynamışlardır. “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun. Kendiniz, Ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun.” (Nisâ, 135). İslam’da ilk kırılma noktası bu noktada başlamıştı. Soy kayırmacılığı, adaletsiz ve ehliyetsiz işler. Muaviye ve oğlu Yezid meselesine böyle bakıp inceleyiniz.

Akrabaya, yakınına yardım, kişisel bir iştir ve yapılmalıdır. Kendisinin kendinden vereceği, öne alacağı bir husustur. Kamudan, devletten, kurumlardan (dernek, vakıf vb.) yapılacak bir yardım, verilecek bir iş böyle değildir. Burada adalet geçerlidir, ehliyet ve şartlar göz önüne alınır. Partizanlaşmış, çeteleşmiş/mafyalaşmış düzenler, ilkelere yabancılaşmıştır. Bu tür iktidarlar yandaş ister. Yandaşın itaati, sevgi ve saygısı, hukuka itaat, sevgi ve saygı değildir. İyiye de kötüye de itaat edebilirler, yandaşlık esastır. Oysa “İtaat iyi olanadır, kötüye itaat yoktur” (Müslim, İman, 38-40) buyurulmuştur.

Kibirli, ayırımcı, kayırmacı, paraya taparcasına bağlanan, ezilenleri görmeyen zalim yönetimler, Firavun düzenine doğru giderler ve gitmişlerdir. Dini istismar ve alet ederler. Firavundan farkları da vardır: Firavun bir tek sarayla yetinirken, bunlar ülkenin her tarafına kendilerine ait saray yaptırırlar. Başta Muaviye olmak üzere Emevî sultanlarının ihtişamlı sarayları halen akıllardadır. Firavun’un kelime anlamı, “büyük evde (sarayda) oturan” demektir. Bu tip yöneticiler, bunun hakkını vermektedirler.

Firavun’un veziri (Hâmân) ve askerleri (adamları, yandaşları) vardır. Bunlar da aynı düzenin kahramanlarıdırlar. Kur’an, Firavun ve adamları örneğini insanlığın hafızasına kazımıştır. Dünya durdukça bu örnek ibret örneğidir. Zalimlerin bir özelliği de yaptıklarının doğru ve güzel olduğuna kendilerini inandırmış olmalarıdır. “... Böylece Firavuna, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavunun tuzağı tamamen boşa çıktı.” (Mü’min, 36, 37). Kur’an, belirli tipleri, onların belirli psikolojilerini örneklendirmiştir. Firavun kibirliliği, zulmü, Karun kötü ve sömürücü zengini, doyumsuzluğu, Hâmân, yandaş yöneticiyi temsil eden evrensel örneklerdir. Bunlar bedel ödemişlerdir veya ödeyeceklerdir. “... Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısını yağdırdı. Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir.” (Fecr, 6-14). Eğer kendilerini değiştirmezlerse, bunların toplulukları da cezayı hak ederler. “Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı. İşte böylece onları başka bir topluma miras bıraktılar.” (Duhân, 25-28). Gelişmeler dolayısıyla değil de kötülükler ve sapmalar sebebiyle maddi medeniyetlerin el değiştirmesinden ve yok olmasından sanki söz ediliyor. Çünkü bu tür ekiplerin destekçi toplumları da sorumluluk altındadırlar. Kur’an zalimlere uyan topluluğu, “yoldan çıkan topluluk” olarak tanımlar. “Firavun, kavmini aldattı, onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.” (Zuhruf, 54). Görev ve sorumluluk duygusuyla saygıyı ve sevgiyi içine alan, bilinçli bir itaatin şirk benzeri bir boyun eğmeyle ilgisi yoktur. Doğruya itaat zalimlerce yasaklanmıştır: “Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz?” (A‘râf, 123). Bir şeye inanma bile izinsiz olmayınca, orada itaatten farklı bir şey var demektir. Ancak bu, sonuna kadar gitmez, bir yerden döner. Firavunun sihirbazları, daha sonra Firavun’u terk edip Musa’ya ve dediklerine yöneldiler.

Adaletsizlik, işi ehline vermemek, adam kayırmak, o kadar önemlidir ki, eğer inanılır ve uygulanırsa İslam, bunlara asla izin vermez. İslam şirke varan itaate, körü körüne veya menfaatle gelen yandaşlığa kapalıdır. Haksızlıkta yandaş olanlara Kur’an şöyle seslenir: “Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah’a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?” (Nisâ, 109). İlahiyatçı diyor ki: Adam kayırmak, Kur’an’a göre kul hakkı yemektir. Kul hakkı kavramı, insan haklarının tamamını kapsar. Emanete hıyanet, hırsızlık, yolsuzluk, zimmet, rüşvet, adam kayırmak, idari baskı ve zulüm, gayrı meşru yollarla fertlerin veya kamunun mallarını ele geçirmek, kul hakkı yemektir ve yasaklanmıştır (Bkz. Mustafa Çağrıcı, 13.4.2023 Ramazan Yazıları). Bunlar zaten bilinen şeylerdir. Ne yazık ki her ilâhiyatçı bu hassasiyeti gösterememekte, yandaşlığa özenmektedir.

Adaletin, ehliyetin, ahlakın, kul haklarının çiğnenmesi, ayırımcılıkta gizlenmiş gibidir. Müslümanlıktan söz edip kul hakkına riayet etmeyen, adaletsizlik ve ayırımcılık yapan yöneticiler şuna dikkat etmelidirler: “Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi, ileri gelen kimseler hırsızlık yapınca ceza vermeyip, fakir ve zayıf kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fatıma hırsızlık yapsa cezalandırırım.” (Müslim, Hudûd, 9).

Sorumluluğun son durağı toplumdadır. Özellikle aydın takımındadır. Uyanmak ve doğruda birleşmek gerekir. Kur’an der ki: “İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir. Allah kullarına zulmedici değildir. Bunların gidişatı, tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişatı gibidir... Bu da bir millet kendinde bulunan güzel ahlak ve meziyetleri değiştirinceye kadar, Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah, işitendir, bilendir.” (Enfâl, 51-53).  Önemli olan, doğruyu bilmek ve yapmaktır. Kur’an uyarır: “... Siz doğruluğa devam edin, sakın o bilmezlerin yoluna gitmeyin” (Yûnus, 89).

Yöneticilerimize tavsiye edeceğimiz hususlar belli olmuştur: İnsanlık tecrübesinin ve özellikle de Kur’an’ın uyarılarına uymak, tarihi ve birikmiş hataları gözden uzak tutmamak. Yöneticilerimiz, devleti de toplumu da bu hatalardan esirgemelidirler. İnanç sistemimizin istediği, tutarlı ve ihlaslı olmayı asla bırakmamalıdırlar. Yöneticilik bir siyaset ve idare sanatı olsa da aydın ve ilim sahibi olmaya çalışmaktan uzak kalınmamalıdır. Bozulma toplumda başlar, devlette devam eder. Düzeltmenin yolu da yine devlete çıkar. Devleti çeteleşmekten, yandaş düzene mahkûm olmaktan kurtaracak olan yine devlettir. Devlet organizmasının hücreleri de unutmayalım ki aydınlardır. “Alimler peygamberlerin varisleridir” (Buharî, İlim, 11; Ebû Dâvûd, İlim, 1, 3641; Tirmizî, İlim, 19, 2682.) boşuna söylenmemiştir.