Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun seçim hükümeti için yaptığı bakanlık davetinin siyasi partilere ulaştığı gün, MHP’de peş peşe deprem yaşandı. Önce Sinan Oğan’ın ihracı kamuoyuna duyuruldu. Ardından, Davutoğlu’nun teklifine olumlu yanıt veren Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş ve bakanlık teklifini geri çeviren ama Genel Başkan Yardımcılığı’ndan istifa etmesinin gerekçesini açıklamayan A. Kenan Tanrıkulu vakaları MHP’de kriz yarattı.
MHP’li “ülkücü” dostlarımızdan aldığımız bilgilere göre, aslında başta Tuğrul Türkeş olmak üzere onunla irtibatlı dört-beş vekil kaynaklı bir kriz “erken seçim öncesi” bekleniyordu. MHP’de Tuğrul Türkeş beraberinde iki milletvekilinin, Deniz Baykal’la Erdoğan’ın görüştüğü günlerde, Erdoğan’la bir araya geldiği parti içerisinde netleşmişti. MHP’li yöneticilere göre, Tuğrul Türkeş ve beraberindeki iki vekil AKP-MHP koalisyonunun altyapı çalışmalarını erken başlatarak, kendilerini erkenden rezerve etmek istediler! Bu ziyaret deşifre olduktan ve işler aksine gelişmeye başladıktan sonra Tuğrul Türkeş haricindeki iki vekil anında geri vites takarak Bahçeli çizgisine çekildi!
Hülasa, Tuğrul Türkeş iki ay sonra yapılacak erken seçimde Devlet Bahçeli tarafından aday listesine alınmayacağını ve refüze edileceğini bildiği için, kendisine gelen bakanlık teklifini kabul etti!
Olan bitenler, bundan ibaret.
***
Tavandan tabana sert bir şekilde karşılık bulan Tuğrul Türkeş vakasını, MHP’nin aylardır sürdürdüğü 7 Haziran sonrası stratejisini bir anda çöp yapan siyasi hamle olarak görmüyorum. Bahçeli sabırla ve ısrarla “doğru” bir strateji yürüttü: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin girmiş olduğu ve içinden çıkamadığı “iki vesayete” kısa süreli avantajlar uğruna ortak olmak istemedi! Bunlardan ilki, “politik vesayet” olan ‘Çözüm Süreci’… İkincisi ise “kirli iktisadi vesayet” olan yolsuzluklarla maruf kirli ekonomik networklar!
7 Haziran sonrasında bir oyun kurucu gibi süreç yürüten Devlet Bahçeli’nin, “parti içerisindeki hâkimiyetini kaybettiği ve değişen iç dengelerin farkına varamadığı…” şeklindeki yorumlara da katılmıyorum. Aksine Bahçeli; hem parti içerisinde safları sıklaştırdı, hem de politik ömrünü uzattı!
***
Adalet ve Kalkınma Partisi, önüne gelen mesele ve gelişmeleri önce “bana ne faydası var?” sorusuyla karşılıyor ve alacağı cevaba göre istikamet belirliyor! Fayda umduğu veya gördüğü yerde ise gözünü budaktan esirgemiyor! Rakip gördüğü kurumlara, o kurumlarla özdeşleşmiş kişiler ve o kişilerin ihtirasları üzerinden “operatif hamleler” yapmaya bayılıyor’ Bu tip hamlelere “surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes!” cihetinden baktığı için de, siyasi ahlak ve siyasi nezaket gibi hatırlatmaları haliyle umursamıyor! Türkeş’in oğlu, Yazıcıoğlu’nun damadı, falanın yeğeni, filanın kızı falan yerin eski yöneticisi etiketleri üzerinden “kullan-at” stratejisi yürütüyor! Bu stratejilere talip ihtiraslı kişilerin geçmişteki aidiyetlerine söverek ve yıpratarak kendisine kucak açan Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde mevzi tahkim etme gayretleri ise hepten iğrenç bir durum!
Gerçi; kendilerini mecliste temsil edecek olan insanlar konusunda sorumluluk taşımaktan öte, “kazanacak ata oynayan” ganyancı gibi davranış sergilemeyi tercih eden ekseri seçmen topluluğuna sahip bir ülkenin siyasetinde bırakın istikrarı, ahlak ve erdem aramakta karşılıksız bir uğraşıdır..!
Daha önce dediğim gibi, makul seviyelerde tutulabildiğinde siyasette pragmatizm gereklidir; lakin töreye, edebe ahlaka halel getirmemek ve “kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma!” şeklinde formüle edilmiş din buyruğuna azami itaat lazımdır!