Din algımızı içinde doğduğumuz kültür tayin eder. Din kültürle anlaşılır, kültürle yorumlanır. Bu şu demektir: Farklı kültürler farklı din algı ve yorumlarına neden olur.Yorum, dini değiştirmez,helali haram, haramı helal yapmaz. Ama başka bir şey yapar,farklı üsluplar ortaya çıkarır.
Sosyoloji, toplumsal farklardan ortaya çıkmıştır.Toplumlar farklı olduğu için sosyoloji vardır. Farklılığı kabul etmek, aslında bu farklardan yola çıkarak farklı din üsluplarının olabileceğini de kabul etmektir. Mezhepler böyle ortaya çıkmıştır.Sadece bilgi kanalları veya yorum biçimleri değil aynı zamanda kültürel etkilerin ortaya çıkardığı dini anlama biçimleridir. Bugün kim Şiiliğin İran kültüründen bağımsız şekillendiğini söyleyebilir?
Her millet dini meşrebine göre kavrar. Bunun için dinin bir Türk, İran veya Arap yorumundan bahsetmek aslında sosyolojik bir olgudan bahsetmektir.Rahmetli Durmuş Hocaoğlu bu gerçekten hareketle şunları söyler:"Türk Müslümanlığı tabiri ilk nazarda yadırganabilir; fakat unutmamak gerekir ki her din mahiyeti,mahreci ve menşei ne olursa olsun insanın dışındaki nesneler dünyasında "kendinde" ve "kendinden" mevcudiyet kazanan bir olgu değildir. Din insan içindir, insana mütealliktir.Yine her din mahiyeti, mahreci ve menşei ne olursa olsun bir yanıyla tarihi, bir yanıyla sosyolojik bir olgudur. Bunun anlamı şudur: her din tarih ve sosyolojinin kurallarına uyar,uymak zorundadır.Dinin insana dair olması ise algı ve değişme anlamı taşır.Çünkü her din algılandığı ölçüde realite kazanır ve yine her dinde şu veya bu ölçüde değişimler yaşanır." Bu değişim daha çok üslupta ortaya çıkar.Buna milli idrak da denilebilir.
Din bir topluma indiğinde her şeyi yok etmez.Yaşayan bir kültürü ortadan kaldırmaz. Onları tarar, süzer, aykırılıklarını arındırır, mayalar öylece bırakır. Geriye kalan artık o milletin kültürünün dinle izdivacından geriye kalanlar ve yeniden üretilenlerdir. Din, her şeyi ortadan kaldırmadığına göre her millet, her kültür dinle buluşmasında kendine ait bir çok unsuru ya olduğu gibi yahut değiştirip, dönüştürerek yeniden üretip muhafaza eder.Bunun aksini iddia etmek dini din olarak değil, her şeyi süpürüp atan bir kültür olarak mütalaa etmektir. Din her şeyi reddetmez, genel hükümler koyar,kimi kültürel unsurları da onaylar kendinleştirir. Bunun için Kuran'ın inzal olduğu dönemde Arap kültürüne bakmak kafidir. Arap kültürüne ait birçok unsur korunmuştur.
Bu bakımdan meseleye sosyolojik olarak bakıldığında herhangi bir dinin,düşüncenin veya bir düşüncenin belirlediği pratiğin hiç bir yerde aynen tekrarlanmayacağı açıktır.Bütün olayların biricikliği gerçeğinden hareketle Türkiye'ye özgü bir İslami pratiğin mevcudiyetini kabul etmemek mümkün değildir.Bu anlamıyla İslam farklı ülkelerde farklı uygulama biçimleri gösterdiği gibi örneğin köylü ve şehirli dindarlıklarının da sabit tezahürlere sahip olmadığı muhakkaktır.Bu sebeple İslamı, anlayış ve tatbikatlarda farklılık,en azından dine mensup olanların dini yorumlama yaşama tarzlarının sosyolojik anlamda değiştiğinin ifadesidir.(Ramazan Yazçiçek,Milli Din Arayışı ve Türk Müslümanlığı) Yahya Kemal'in, "İslamiyet'i olsun,Hıristiyanlığı osun,diğer dinleri olsun,bütün milletler daima kendi hilkatleriyle,temayülleriyle,muhayyileleriyle, ihtiyaçlarıyla karıştırarak kabul etmişlerdir" sözü de bu gerçeğin işaretidir.
Biz niye Vahhabi veya Şii değiliz sorusu, aslında kültürel farklılıklardan farklı üsluplar çıkacağının cevabıdır. Evet Türk'ün bir İslam yorumu vardır. Bu yorum tasavvuf, evliya kültü, keramet anlatıları ile yoğrulmuştur. Kitabi olmaktan çok maneviyatçı, ruhiyatçı, mistik karakterlidir. Mesela, bizde her vatan parçasında türbeler yükselirken Arap Müslümanlığında bu yoktur. Her İslam ülkesinde ezanlar okunur ama her birinin musikisi, titreşimi, ritmi farklıdır. Bizde camilerde sadece ibadet edilir.Uyumak, boğuşmak, didişmek edep dışılık olarak görülür. Şanlı Peygamber her İslam coğrafyasında sevilir ama ona yazılan Naat-ı Şeriflerin neredeyse yüzde doksanı bu millete aittir. Türk Müslümanlığı Selefi, radikal veya uç bir din anlayışına sahip değildir, mutedildir.İçe kapanık değil dışa açıktır. Bu özelliği onun farklı kültürlerden beslenmesine,gümrüğünden geçirdikten sonra kendine katarak zenginleşmesine neden olmaktadır. İslam ülkeleri içinde yarım bir demokrasiye sahip tek ülke olmasının nedeni sadece tarihi serüveni, coğrafi konumu değil, aynı zamanda kültürel durumudur.
Mustafa Öztürk, kitabi din anlayışının çok katı, kuralcı ve dini her şeyle irtibatlandırdığı için boğucu bir atmosfer oluşturduğunu belirterek, ibahiyeciliğe pirim vermeden Türklerin özgün din anlayışına karşılık gelen Yeseviliğin canlandırılması ve sunni gelenekle harmanlanması gerektiğini söyler.(M.Öztürk, Siyaset,İtikat, Din) Tarih yolculuğu boyunca farklı tesirlere muhatap olan Yeseviliğin bu tesirlerin tortularından arındırılması için böyle bir aşı alması şarttır.
Hülasa; her millet dini, kültürel idraki ile anlamaktadır.Bu da mezhepler, meşrepler, üsluplar şeklinde ortaya çıkmıştır. Bugün Müslümanlığın bir Türk yorumu vardır ve esasında bu yorum biçimi ıskalanarak farklı milletlerin tarihi tecrübeleri ve kültürel yapılarından kaynaklanan anlayışlar, kültürel unsurlar din ambalajı ile ithal edildiği için hazımsızlıklar ortaya çıkmaktadır.İslam'ı en kolay yaşamanın yolu, onu başkalarının idrak ettiği şekilde değil, kendi idrak ettiğimiz şekilde yaşamaktır.