YA ONLARIN İTİBARLARI?
Her şey 20 Ocak 2010 tarihinde yazılı medyada ‘’Balyoz Harekât Planı’’ manşet haberi ile başlamıştı… ‘Havuz Medyasının’ o bilinen kalemleri, açık oturumların değişmeyen isimleri bu habere balıklama atlamışlar, hem insafsız, hem de vicdansız bir sürecin sözcüleri olmuşlardı.
Bu öyle, böyle bir haber; göz ardı edilecek bir iddia değildi! Çünkü haberin iddiası: ‘Mart 2003’de 1’nci Ordu Karargâhında icra edilmiş, ‘Harp Oyunu/ Seminerinde’; ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini’ devirmek için bir darbe hazırlık planı üzerine oturtulmuştu! 2010 yılının ilk 6 ayında yazılı, görsel basına yansıyan öylesine bir operasyon başlamıştı ki! Ülkemize sadakatle, şanla, şerefle hizmet etmiş pek çok komutan; toplumumuzun büyük bir kısmının hiçbir zaman kabullenmediği, içine sindiremediği görüntülerle, sabaha karşı evleri adeta basılarak gözaltına alınmışlardı.
O ayıplı, acılı süreçte toplam 365 kişi, İstanbul Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmışlar; sonrasında ise özel yetkili savcılık ve mahkemelerce de tutuklanmışlardı. Adına ‘Balyoz’ denen bu hukuk faciası sonrasında 21 Eylül 2012’de 25’i emekli, 23’ü muvazzaf general ve amiral olmak üzere 325 asker ceza aldı. Sonunda olan olmuş, ‘darbelerle hesaplaşıyoruz/hesaplaşacağız’ diyerek yeri göğü inletenler, amaçlarına ulaşmıştı! Ö dönemi unutmayan hafızalar, şu önemli üç hususu daima hatırlayacaklardı: İlk önemli husus; bu süreçte ( ki, Ergenekon davası tutuklamaları da dâhil…) ülkemizde öylesine bir hava estirilmiş, öylesine bir psikolojik baskı yaratılmıştı ki! Bırakınız bu tutuklamaları ve dava sürecini konuşmayı, insanlar yaşanan bu olayların etkisiyle şaşkına dönmüşler, yaptıkları özel telefon görüşmelerini dahi sınırlamışlardı. Sanki ülkemizin her köşesi; sorgulamaların, tutuklamaların aracısı, dev bir tele kulak tarafından dinlenmekteydi!
İkinci önemli husus; Ergenekon ve Balyoz davaları başlar, başlamaz dönemin başbakanının: ‘’Ben bu davanın savcısıyım’’. Ana muhalefet partisi liderinin ise: ‘’Ben de avukatıyım’’ söylemleri olacaktı ki! Her iki söylemde, bu davaların hukuki bir zeminden çok siyasi zemine odaklı olduğunun göstergesi olacaktı.
Üçüncü ve en önemli husus ise; ‘darbe senaryosu’ oynandığı iddia edilen seminer döneminde, Genelkurmay Başkanı olan kişinin, aynı dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan zatın; ‘Balyoz Davası’ sürecinde yaptığı açıklamalardı:
İlki: ‘’Kasaptaki ete soğan doğranmaz’’ yorumuyla, ikincisi ise: konuyla ilgili değişik gazetelerde yayınlanmış beyanlarıyla bu önemli davanın dışında kalacaklar/bırakılacaklardı!
Sonuçta; düzmece olduğu ispat edilmesine rağmen kimi sahte dijital delillerle, TSK’nin o döneminin vatanına sadakatle bağlı, komuta kademesi adeta yok edildi…
Ama aradan 2 yıl geçmişti ki, hükümet kanadına mensup bir milletvekilinin ‘’Milli orduya kumpas kuruldu’’açıklamasıyla; yeni bir süreç başlayacak, Anayasa Mahkemesinin 19.06.2014 tarihinde verdiği karar ile o yiğit askerler serbest kalacaklardı.
Sonrasında, 3 Kasım 2014’te yeni bir süreç başladı. En nihayetinde ‘gerçek hukukçuların’ ortak kanaati doğrultusunda’ suçsuz oldukları açıklanan bu kahraman askerler beraat ederek, özgürlüklerine kavuştular.
Ya geride kalan 4 tutukluluk yılı ne olacaktı?
Dört duvar arasında geçen 4 uzun yıl! Karanlık, soğuk, ıssız, hasret dolu yalnız geceler. Ana, baba, eş, çocuk, torun sevgisinden mahrum ıpıssız bir mahkûmiyet. Hem de haksızcasına, suç ve ceza kavramlarının yerle bir edildiği bir davada…
Sonucunda geriye kalan; Vatanına sadakatle bağlı insanların ellerinden alınan yaşam hakları… Ve…
Asrın iftirası, bu sözde davaların üzerinden 2 yıl geçmeden bu kumpası kuran alçaklar; bu defa bir kez daha 15 Temmuz 2016 akşamı ama bu defa ellerindeki balyozu devletimizin başına indirmek, ellerindeki hain terör hançerini milletimizin bağrına saplamak için karşımıza çıktılar…
Ancak unuttukları, hesap edemedikleri çok önemli bir gerçek vardı!
Nasıl ki, aslı astarı olmayan iftiralarla hayatlarını, mesleki kariyerlerini ellerinden çeke, çeke aldıkları o vatanperver komutanlar, bilim insanları, gazeteciler, yazarlar; şehitler vermek pahasına, ‘o süreçte paralel yapı’ diye adlandırılan o çakallar sürüsüne diz çökmediyse.
Büyük Türk Milleti de; verdiğimiz yüzlerce şehide rağmen; 15 Temmuz gecesi o salya sümüklü meczubun vatan hainlerine, asker üniforması içerisine gizlenmiş FETÖ terör örgütü militanlarına diz çökmedi.
Milletimiz; tarihimize şanla, şerefle geçen bir demokrasi zaferi yazdı.
Tarih sayfalarına baktığımızda;
Vatan bellediğimiz, her karışında aziz şehitlerimizin kan ve can bedeli olan bu ‘gazi topraklarımızda’ bize oynanan oyunların hep dış güçlerden kaynaklandığı, ya da bu güçlere maşa olmuş hainlerce planlandığı açıkça görülmektedir.
Milletçe sırtımızdan hançerlenmek istediğimiz bu süreci birlik ve beraberlik içerisinde, omuz omuza aştığımız, aşmaya muktedir olduğumuz gerçeğini daima göz önünde bulundurarak; bundan sonrası için, evlatlarımızın, torunlarımızın aydınlık yarınları için çok ama çok çalışmamız gerektiğini unutmamamız gerekir.
Ülkemizin aydınlık yarınlarına ulaşmak; vatanına, millet olma değerlerine, örfüne, geleneğine, gerçek anlamda dinine bağlı; ancak bilimin, ilmin yol gösterdiği nesiller yetiştirmekle sağlanabilir.
Şu husus da unutulmasın ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu, Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu ilkeler doğrultusunda yürümek; çağdaş demokrasiye ulaşmanın temelidir. Milletimize en çok yakışan yönetim şekli de budur.
Ülkemizin, milletimizin birlik ve beraberliğini tehdit eden her birisini lanetlediğimiz askeri darbeler dönemi, artık bir daha tekrarlanmamak üzere, milletimiz tarafından tarihin derinliklerine gömülmüştür.
Şimdilerde ülkemizin her kesiminde oluşan birlik ve beraberlik iklimini, devletimizin zirvesinden en küçük birimine kadar yansıyan, milletimizi sarıp sarmalayan sevgi ve saygı zeminini iyi değerlendirmek hepimize düşen en önemli görevdir.
Bu arada geçmişe ait yaraları sarmak; Devletimize, Türk Milletine düşen en büyük görevdir. Milletimize bu alçaklığı reva gören hainlere bedenlerini siper eden şehitlerimizi rahmetle anarken, o kahramanların geride bıraktığı yakınlarına sahip çıkmak devletimizin nasıl ki en önemli göreviyse;
Nasıl ki; asker üniforması içine saklanmış binlerce haini devletimiz gereken cezayı verecek, bugün binlercesini şanlı ordularımız içerisinden ayıklıyorsa;
‘’Ergenekon ve Balyoz’’ adıyla anılan o sözde davalar sonucunda verilen ‘paralel cezalara’ rağmen diz çökmeyen, o zulüm döneminde şehitler verip ama onur ve gururlarından asla ödün vermeyen, bu kahraman askerlere de iade-i itibarları yapılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Yüce Türk Milletinden aldığı güçle içten ve dıştan gelen, gelebilecek tüm hainlikleri misliyle ezmeye muktedirdir.
Önümüzdeki süreç; bir zamanlar hukuku yok sayarak, insanlarımızın geleceklerini çalan, milletimizin üzerine ateş açarak nice koç yiğitleri katleden alçakların; yıllar önce unuttukları/katlettikleri hukuka ama gerçek hukuka, şimdilerde nasıl ihtiyaçları olduğunu hatırlayacakları bir dönem olacaktır…
Sonrasında ise;
Tarih yazıcıları bu süreci yazarken; bu alçakların tanımlamasına;
’Vatan hainleri’’ diye başlayacaktır…
‘’Ne Mutlu Türküm Diyene’’