Geçtiğimiz günlerde Sözcü yazarı Soner Yalçın ile Sabah yazarı Sâlih Tuna arasında ilginç bir polemik gerçekleşti. Bana göre, üzerinde çok durulması gereken bir polemikti ve duracağım.
Evvelinde bir hatırlatma yapayım: Sâlih Tuna ve Soner Yalçın, bir ara aynı çizgiye gelmişlerdi. Tuna, 30 Ocak 2019 târihli yazısında şöyle demişti:
"Soner Bey kardeşimizin bu noktaya gelmesi iyidir. Doğu Perinçek, Erdoğan'ın diktatör olmadığını söyleyince itiraz etmiş, 'Erdoğan diktatördür' demişti. Dileriz ayarı bozulmaz..."
Bu tatlı atışmayı okuyan bendeniz, “Kızım Konya, çık aradan!” denmesini göze alarak şöyle yazmıştım:
“Demeyim dedim, duramadım. Ayarınız mı var ki bozulmasın! Kendinizi, birbirinizi cilâlayıp parlatıyorsunuz ama nâfile! Ayarı bozuk yeşil altın gibisiniz. Sarı altın, başına ne gelirse gelsin bozulmaz. Fakat yeşil altın, yıllar geçtikçe içindeki bakırı kusar. Sizdeki bakır oranı o kadar fazla ki uzun yıllar geçmesi gerekmiyor. Eyyamcı bile değil, öğüncü oldunuz.”
Anam babam, bu ne hız! Daha bir ay geçer geçmez ayar mayar kalmadı. Kustular, içlerindeki bakırı! Tatlı tatlı atışma, hakârete döndü.
Tuna, Soner Yalçın’ı, Erdoğan nefretinin zehirlediği sosyolojinin mahkûmu olmakla ve mahalle baskısına boyun eğip Erdoğan eleştirisi yapmakla itham etti.
Soner Yalçın ise "Sevgili Sâlih; hadi ben 10 yazıda bir Erdoğan'ı övüyorum; siz 10 yazıda bir Erdoğan'ı eleştirebiliyor musunuz? Hangi mahalle baskısı?” sorusuna cevap alamadığını ifâde ettiği yazısını şöyle bağladı:
“Zorlamak doğru olmaz, biliriz Erdoğan'ı eleştiremezler!.." (1 Mart 2019)
Tuna, ertesi gün “Yazık ki çok geçmeden ayarınız bozuldu.” diyerek şöyle devam etti:
“Neden böyle, bilemiyorum. Brecht'in Bay Puntila'sı misâli bir durum söz konusu değilse, ‘mahalle baskısından’ başka bir izahı yok bunun.”
Yazısının sonunda müthiş bir târih dersi de verdi:
“Çizgi belli Soner Bey, tuluatın sırası değil. Ya direniş saflarında yer alırsınız ya da bozguncuların saflarında. Dem bu demdir. Kurtuluş Savaşı esnâsında Mustafa Kemal'i eleştirmek neyse, 2. Kurtuluş Savaşı verdiğimiz bu dönemde Erdoğan'ı eleştirmek de odur.”
Erdoğan karşıtlığının zehirlediği sosyolojiden bahseden Tuna, Erdoğan yandaşlığının zehirlediği sosyolojinin mahkûmu olduğunun farkında değil.
Niye mi?
Kurtuluş Savaşı esnâsında Mustafa Kemal’i en sert eleştirenlerden birisi, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’di. Tuna’nın mantığına göre, Ali Şükrü Bey, bir bozguncudur ve ölmeyi hak etmiştir.
Peki Sâlih Tuna’nın da üstâdı olan Necip Fâzıl, Ali Şükrü Bey hakkında ne diyor?
“Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakiki kast ve niyetleriyle tezâhüre başlayan Millî Mücâdele çığırının, sâdece îman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânâları sezdiği ve bu yüzden muhâlefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir?” (10 Kasım 1950 Büyük Doğu)
Demek ki Necip Fâzıl da bozguncuymuş! Demek ki Kemalistler haklıymış! Demek ki İstiklâl Harbi esnâsında Mustafa Kemal’i eleştiren dindarlar, vatan hâiniymiş. Hattâ Yunan işbirlikçisi!
Öyle mi Sâlih Tuna? Bunca yıl yapılan Kemalizm eleştirileri bu mu yâni?
Aslında her iki yazar da “sıkışınca Kemalist olmak” gibi ortak bir zehirli sosyolojinin mahkûmları.
Kemalizm, kendisine muhâlif olan her harekete karşıydı. Komünizme de İslâmcılığa da Türkçülüğe de.
Soner Yalçın’ın Atatürkçü olması imkânsız. Atatürk, komünizme karşıydı. Mustafa Suphi gibi solcuları bertaraf etti. Yalçın, hem solcu hem Atatürkçü olunabileceğini ispat etmek için Kemal Tâhir’in, Nâzım Hikmet’in, Hikmet Kıvılcımlı’nın 1938’de “Sintinenin dibinde” gördükleri işkenceleri yok sayıyor. “Atatürk, Nâzım Hikmet’i affetti.” diye yalan yazabiliyor. Oysa Atatürk öldüğünde Nâzım Hikmet, Sultanahmet Cezâevi’ndeydi.
Sonergiller için Atatürkçülük, sâdece ve sâdece dindarları, milliyetçileri korkutmak için sallanan parmaktır.
Gelelim Tuna’ya.. Bir insan hem İslâmcı hem Atatürkçü olamaz. Tuna, “Kurtuluş savaşı esnâsında” diyerek aklı sıra, Cumhuriyet sonrasındaki devrimlerin tartışılması hakkını saklı tutuyor. Yâni İstiklâl Harbi kumandanı Gâzi ile devrimlerin CHP liderini ayrı tutuyor. Fakat Ali Şükrü Bey’i unutuyor. (veya bilmiyor)
Erdoğan’ı eleştirenleri vatan hâini i’lân etmek için bir asır evvelinden yardım almaya kalkınca çuvallamak budur işte!
Yandaşlık uğruna pusulayı kaybetmek, budur işte!
Târih bilmezlik, muhâsebe ve mukâyese bilmezlik, böyle bir şey işte!
Târihe böyle bakılmaz. Târih, böyle okunmaz. Târihten, taraf olduğumuz lidere göre ders çıkarılmaz. Aslolan devlettir, millettir!
Karşıtlık uğruna zehirlenenler ile yandaşlık uğruna zehirlenenler arasında bir fark yok. Boşuna “yeşil altın” demiyorum.
Soner Yalçın ne tür müzik sever bilmem de Sâlih Tuna’nın, “Viyana’da kalinka dinleme” zamanı gelmiş.
Not: Her yazıya Brecth’i sıkıştırınca entelektüel olunmuyor maalesef. Tuna, bir kerecik de Brecht’in Amerika’yı niye terkettiğini yazsa keşke.