Hukukun konuşulduğu yerde hukukçunun nasıl bir davranış sergileyeceği bellidir.
Adalet; hukukun konuşulduğu yerde hakkın ve haklının tartısıdır.
Buyruk ile oluşan kararlar yargıçların karar metinlerine girse bile buna “adalet” değil “mutlakıyet” denir.
Orta Asya Ülkelerini yakından tanıyanlar ve işleri olanlar iyi bilirler; orada yargıç ve savcıların değeri, devleti yöneten iradenin onlara sağladığı makamı işgal etmesi kadardır.
Yani oralarda işinizi bir devlet görevlisi ile çözebilir, hukuka hiç müracaat etmesiniz, ihtiyaç da duymazsınız…
Gelişmiş ülkelerin bırakın yargıçlarını, hakem heyetlerinin bile bir değeri, ederi vardır. Verdikleri kararları devletleri uygular.
Hukuk karar verir.
Siyaset buyruk verir.
Siyaset buyruğunu hukuki kararın uygulanması için, kendi emrindeki kolluk kuvvetlerine verir ise devlet değerli ve adil olur.
Bir yanda devletin buyruğu ile karar verip, kendi insanına bile zulüm edip, değer bulamayan mahkeme ve yargıçlar; diğer yanda hukuk ve yargıcın kararı arkasında duran, buyruk ve buyurganlığa tevessül etmeyen devletler. Sizce hangisi daha güçlü devlet olabilir.
Dünyayı yönetme idealinin ardında bu tercih yatar.
Buyurganlığa sadece kendi çevredekiler itaat ettirebilirken, adalete herkes saygı duyar...
Öyle ise siyasetçinin buyurganlığına hukuk dur demek zorundadır.
Yani Yargıtay 18 dairesinin kararı şöyle olacaktır: “mutlakıyet ile yönetilelim” veya “parlamenter demokrasi ile yönetilen hukuk devletiyiz” olacaktır…
Biz mücadele ederiz.
İnançlarımız için bedel de öderiz.
Ama bugün önüne gelen sorunu, tarihin sorunu yapacaklar, asla bunu ne kendi vicdanlarına nede toplumsal vicdana açıklayamazlar.
Son söz: hukuk içinde kalmak siyasetçiye malzeme olmaktan çok daha kolaydır…
Her zaman Allah’a emanet olun…