(Türkiye Yazarlar Birliği’nin (TYB) Sahtekârlık Serüveni)
Yazarlar bir araya gelip bir birlik kurabilirler. Ülkemizde de böyle olmuştur. Çeşitli görüşteki yazarlar bir araya gelerek kendi düşünceleri doğrultusunda değişik dernekler kurmuşlardır.
Genellikle kendilerini “Siyasal İslamcı” ve “Milliyetçi” olarak tanıtan bir grup yazar da “Türkiye Yazarlar Birliği” (TYB) isimli teşekkülü oluşturmuşlardır. Biz de kendimizi bu görüşlere yakın gördüğümüz için 1994 yılında adı “Türkiye Yazarlar Birliği” olan derneğe müracaat ederek üye olduk.
Bir dernek statüsünde olan “Türkiye Yazarlar Birliği” herhalde kurucularının zamanın iktidarına yakın görüş taşıdıkları için müracaat ederek Bakanlar kurulundan “Kamu yararına çalışan dernek” statüsü de almış.
Bir yazar olarak 27 senedir üyesi olduğum bu kuruluşun bana hiçbir faydasını görmedim dersem sakın mübalağa ediyorum zannetmeyin. Şimdiye kadar gelen mevcut yönetimlere yakın olan yazarlar hariç diğer üyelerin de benim durumunda olduğunu yakinen biliyorum. Hâlbuki bu tür dernekler özellikle üyesi olduğu yazarların haklarını korumaya yönelik çalışmalar yapmak üzere kurulur ki, zaten “Türkiye Yazarlar Birliği” tüzüğüne baktığımızda da bunu açık biçimde görüyoruz.
Dilimizde oldukça yaygın kullanılan yazar kelimesinin anlamı TDK'ye göre şöyle:
“Bilim, edebiyat, sanat alanlarında kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, kalem erbabı, müellif.”, “Özellikle gazete ve dergilerde herhangi bir konuda yazı yazan kimse, kalem erbabı, muharrir.” Yani bir anlamda yazar demek aydın insan anlamına gelir.
Peki, aydın ne demek?
“Aydın insan içinde bulunduğu toplumun meşalesi, rehberi, araştıran, düşüncelerini özgürce dile getiren, sorgulayan, ilmin yol göstericiliğini savunan, baskıcı otoriteler karşısında cesurca karşı durabilen, eleştiriler karşısında hoşgörülü olabilen, etrafını ve çevresini aydınlatabilen insandır.”
Vasıfları böyle olması gereken yazarlar veya aydınlar, hele de kendisini “Siyasal İslamcı” olarak tanıtan yazarların bu ilkelere daha da sadık olması gerekmez mi?
Elbette gerekir ama gelin görün ki kazın ayağı hiçte öyle değil.
1994 yılından beri bir üye olarak TYB’nin içinde dönen oyunlara, yapılan haksızlıklara ve yazarların hoyratça harcanmasına hep karşı çıktım. Hasbelkader yönetime gelmiş “Yazarların” diğer yazar arkadaşlarına yaptıkları “Aymazlıklara, zulümlere, sahtekârlıklara, aldatmalara vs. vs.” en sert şekilde müdahale ettim. Yönetimlerin yaptıkları sahtekârlıkların yanlarına kalmaması için meseleyi yargıya da taşıdım. Yaşanan süreçte yargı tarafından istenen bilirkişi raporları doğrultusunda Yargıtay da TYB yönetimlerinin yaptıkları sahtekârlıkları tespit edip onadı.
Bu durum bir yazarlar birliği için utanç verici durumdur. Buna rağmen sahtekârlıkları yapan yöneticiler hiçbir şey olmamış gibi yüzleri kızarmadan hala kanunsuz şekilde sahtekârlıkla işgal ettikleri koltuklara sımsıkı sarılmaktadır.
Gelin isterseniz yazar ve aydın olması gereken “Türkiye Yazarlar Birliği” yöneticilerinin nasıl böyle bir derekeye düştüklerinin hikâyesini beraberce izleyelim.
***
SÜREÇLE İLGİLİ AÇIKLAMA:
2003 belediye seçimleri yapılacaktı. TYB İstanbul şubesinden hiç beklemediğimiz bir davet aldık. Bir pazar günü yazarları istişare toplantısına çağırıyorlardı. Hem de kahvaltılı bir toplantıydı. Birkaç arkadaşla beraber kahvaltıya gittik ama beklediğimiz gibi bu bir istişare toplantısından çok belli belediye başkanlarına yatırım yapma toplantısıymış.
Aşağıda detaylarını anlatacağım gibi yazarlar resmen enayi yerine konuyordu. Ben de buna büyük tepki koydum. Yapılan bu aymazlığı ertesi gün “TYB’nin istişare macerası” ismi ve Selman Yusufoğlu müstearıyla bir makale yazarak Vakit gazetesinde yayınladım:
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi istişare toplantısı siyaset arenasına dönüştü:
TYB’NİN İSTİŞARE HİKÂYESİ
Türkiye Yazarlar Birliği’nin (TYB) İstanbul şubesinde bir “İstişare toplantısı” yapıldı. Herkes için belki sıradan bir toplantı olabilir, ama toplantının mahiyeti ve yaşananlar onu sıradanlıktan çıkardı.
TYB, sekiz yüzden fazla yazar üyesi bulunan bir sivil toplum kuruluşu. Bunlardan iki yüze yakını da İstanbul şubesinin uhdesinde bulunuyor. Ancak işin garibi bunca yazar üyesi bulunmasına rağmen, “TYB en az sesi çıkan kuruluşlardan biridir” dersek herhalde haksızlık etmemiş oluruz.
Yıllardır “Yurtta sus, Cihanda sus” politikası izleyen TYB’de bir istişare toplantısı yapılacağı haberini duyunca kayıtsız kalamadım ve böyle toplantılara katılmak gibi bir âdetim olmamasına rağmen iştirak ettim. Toplantı kahvaltılıydı. “Düğün değil, bayram değil, nerden çıktı bu kahvaltı” derken, “İstişare toplantısı” yazan afişin altındaki bilgiden kahvaltının kaynağının “İstanbul Gıda Toptancıları Derneği” olduğunu öğrendik.
Açılış konuşmasını İrfan Çalışan yaptı. Konuşmasında, aramızda bir siyasetçinin olduğunu ve konuşma yapacağını öğrendiğimizde ise toplantının rengi birden bire değişti. Toplantıya katılan yazarların çeşitli siyasi görüşlere sahip olmaları normaldir. Ancak buraya sadece bir siyasi partinin belediye başkan adayının (Ak Parti Eminönü Belediye başkan adayı Nevzat ER) çağrılmasının ne anlamı vardı? Herhalde bu toplantıyı düzenleyen arkadaşlar çağrılan partinin adayının kazanacağını garantilemişlerdi! Aslına bakarsanız böyle bir girişim yazarların siyasallaşması ya da siyasi propaganda aracı olarak kullanılması anlamına gelmekten başka bir şey ifade etmez. Bunun için haklı olarak bazı arkadaşlar tepki göstermekte gecikmedi. Öyle ya, ayda yılda zorla gerçekleştirilen yazarların istişare toplantısında bir siyasetçinin ne işi vardı? Neyse iktidardaki partinin Eminönü Belediye Başkan adayı propaganda içeren, “Hukukçuyum, Malatyalıyım, Tayyib’in sınıf arkadaşıyım. Bir özgürlük savaşçısıyım vs.” şeklindeki konuşmasını yaptı ve ardından işinin olduğu gerekçesiyle toplantıyı terk etti. Böyle bir toplantının siyasi bir hadiseye kurban edilmesine ilk tepki tanışma faslında Ulvi Alacakaptan’dan geldi. “Ben Ulvi Alacakaptan ve hiçbir belediyeyle ilişkim yoktur” diyen sanatçının arkasından, Zübeyir Yetik’in kendisini “Okurum” şeklinde tanıtması ilginçti.
Toplantının bir siyasi partinin propaganda arenasına döndürülmesine en sert tepki Türkiye’de Cuma dergisi yayın yönetmeni Selim Çoraklı’dan geldi. Çoraklı, iktidar parti belediye başkan adayının vaatlerine ve toplantıyı hemen terk edişine kızmış olacak ki, tepkisini şöyle bir nükte ile dile getirdi. “İki emekli memur parkta güvercinlere yem atıyorlarmış. Birincisi, ‘Şu güvercinlere ne zaman yem atsam siyasetçileri hatırlıyorum’ demiş. Diğeri ‘Niçin’ diye sorunca şöyle cevap vermiş: ‘Yerde dolaşırlarken elimizden yiyorlar. Havalanınca kafamıza ediyorlar!..’”
Çoraklı’nın bu nüktesine toplantıda bulunan siyasetçi ve iktidar partisi kurucularından olan yazarlar alınmış olacak ki, siyaseti ve siyasetçileri temize çıkarmak isteyen kısa konuşmalar yaptılar. Hatta kendisinin AKP’nin ilk 72 kurucusu olduğunu söyleyen İsmet Uçma, “bir eli cebinde” yaptığı konuşmasında bir siyasetçi olarak henüz hiç kimsenin üzerine etmediğini(!) açıkladı. Selim Çoraklı tekrar mikrofonu alarak, “Biz ne talihsiz bir toplumuz. Bu politikacılar hem üstümüze ediyor, hem de inkar ediyorlar.” Şeklinde cevapladı. Buna benzer konuşmalar üzerine toplantının havası oldukça siyasallaştı. Böylelikle yılda bir bile güçlükle yapılan Yazarlar Birliği’nin istişare toplantısı adeta siyaset arenasına dönüşmüş oldu.
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şube yöneticilerinin sadece bir siyasi parti belediye başkan adayını çağırma gerekçeleri ise gerçekten ilginçti. Güya çağırdıkları belediye başkanı Eminönü Belediye Başkanı seçilirse, TYB İstanbul şubesinin içinde bulunduğu binayı onaracakmış. Türkiye’nin önde gelen bir yazar kuruluşunun böyle bir küçük hesap içinde olması toplantıya katılanların (siyasetçi yazarlar hariç) hepsini derinden yaraladı. Öyle ya, ya çağırdıkları partinin adayı değil de, diğer bir partinin adayı kazanırsa ne olacaktı? Toplantının temenniler kısmında istişare toplantısının böyle bir duruma düşürülmesini tepkiyle karşılayanlar oldu. Türk Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni İsa Kocakaplan ile Ufuk Ötesi Gazetesi Yayın Yönetmeni Kemal Çapraz tepki verenler arasındaydı. Konuşmalar içerisinde yeniden söz alan Çoraklı, içerisine düştükleri durumun yazarlar açısından bir zül olduğunu, yardım alanın emir de alabileceğini, daha önceki belediyelerin de bu türden vaatleri olmasına rağmen hiçbirinin yerine getirilmediğini beyan eden eleştirel bir konuşma daha yaptı.
Bir pazar günü gerçekleştirilen TYB İstanbul şube toplantısının siyasi bir arenaya çevrilmesi, ister istemez esas sorunların arada kaynamasına sebep oldu. Temennimiz bundan böyle yapılacak toplantıların siyasi mülahazalardan uzak, TYB’nin dünü ve bugününün tartışıldığı bir zeminde geçmesidir.
***
Bu dönemde haftalık haber yorum dergisi Cuma’nın yayın yönetmenliğini yapıyordu. TYB’nin istişare toplantısında İstanbul yönetimi tarafından yazarlara yapılan terbiyesizliği ve aymazlıkları bir kaç hafta sonra da kendi ismimle “YAZAR SİYASETÇİ İLİŞKİSİ” başlığıyla Cuma dergisinde yazmıştım.
YAZAR SİYASETÇİ İLİŞKİSİ
“Ülkemizde en zor meslek yazarlıktır.” diye bir hüküm cümlesi kullansam, herhalde yanlış yapmamış olurum.
Sebebini anlatacağım.
Cemil Meriç’in deyimi ile “Fikrin kuduz köpek gibi kovalandığı” bir ülkede yazar olmayı seçmek, her türlü baskıyı ve yıldırmayı peşinen kabullenmek manasına geliyor. Bu baskı ve yıldırma ister seksen küsur senedir bir türlü kaldırılamayan Oligarşik bürokrasiden, ister yazdığımız gazete / televizyon / dergiden, isterse de kendi meslektaşlarımızdan gelsin, netice itibariyle bir şey fark etmiyor ve her fırsatta ezilen, aşağılanan, horlanan ve hakaretlere maruz kalanlar yazarlar oluyor.
Bir yazarın Oligarşik bürokrasiden gelen yıldırma ve baskılara karşı dik durması mümkündür. En nihayetinde birkaç senelik hapsi ya da birkaç milyarlık para cezasını göze alan bir yazar, Oligarşik bürokrasiye her türlü cevabı verebilir. Ancak bu baskının, yazdığı gazete / televizyon / dergiden, ya da kendi meslektaşlarından gelmesi yazarın belinin bükülmesine sebep oluyor.
İsterseniz bir misalle izah etmeye çalışayım: Geçtiğimiz haftalarda Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesinde bir “İstişare toplantısı” düzenlenmişti. Adı üstünde toplantı TYB’nin geçmişi ve geleceği konusunda istişarelerde bulunmak için tertip edilmişti. Buraya çağrılan yazarlar da aynı düşünce ile gelmişlerdi. Ancak toplantıyı düzenleyen arkadaşların niyetlerinin “İstişare” olmadığı daha toplantının başında belli oldu. “İstişare” için gelen yazarlar, “siyasi bir organizeye” kurban gitmişlerdi. Kurban lafını bilerek kullanıyorum; zira oraya “istişare” için gelen bizler, iktidardaki partinin bir Belediye Başkan adayının (Nevzat Er. O seçimlerde Eminönü belediye Başkanı seçilmiş ama Yazarlar birliğine vadettiği hiçbir şeyi yapmamıştı.) siyasi propagandası için “konu mankeni” durumuna düşürülmüştük. Tabii ki haklı olarak içlerinde benimde bulunduğum bir grup yazar, kendi meslek kuruluşumuz tarafından bir siyasetçinin propaganda yapabilmesi için konu mankeni durumuna düşürülmemize tepki gösterdi. Ancak işin ilginç yanı, istişare toplantısında bulunan yazarların farklı siyasi görüşlere mensup olmalarına rağmen, sadece iktidardaki partinin adayının propagandasına izin verilmesiydi. Hal böyle olunca, oraya istişare için mi, yoksa siyasi bir figüran olarak mı çağrıldığımız birbirine karışıp gitmiş oldu.
İstişare için çağrılan yazarların böyle bir duruma düşürülmesinde elbette ki tek sorumlu TYB’nin İstanbul Şube yöneticileridir. Farklı görüşlere sahip yazarları belli bir görüşe bağlamak veya onları farklı maksatlar için konu mankeni yapmanın kimsenin hakkının olmadığını düşünüyorum. Fakat bazı yazar arkadaşların böyle bir durumu destekler mahiyette açıklama yapmaları gerçekten şaşırtıcıydı. Toplantıya katılan bazı yazarların “Siyasi topluluklar” olarak tarif edilen siyasi partileri “Sivil Toplum Kuruluşu” olarak lanse etmeleri ve yazarların partilerle mutlaka işbirliği içinde olmalarını seslendirmeleri ise çok komik kaçmıştı. Bunu, “Herhalde bu arkadaşlar iktidardaki partiye mensup ki, böyle düşünüyorlar.” şeklinde yorumlamaktan başka izah tarzı olmasa gerek.
Topluma yol gösterme konumunda olması gereken bir yazar kuruluşunun bir siyasi partinin seçim propagandasına alet olmasını asla tasvip etmiyor ve bunu kendi meslek kuruluşumuzun bize yaptığı bir baskı olarak telakki ediyorum.
Yapılan hareketi meşrulaştırmak adına yapılan, “Mevcut başkan kazanırsa kuruluşumuza yardım yapacak.” şeklindeki konuşmalar ise tam anlamıyla yazarlara, yazarlığa indirilen bir darbeden başka bir şey değildir. Temennimiz topluma yol göstermesi gereken meslek kuruluşumuzun böyle yollara tevessül etmemesi ve yazarlığa yakışan dik duruşu sergilemesidir. Aksi halde kaderimiz, angaje olunan parti ile sınırlı kalır ve onun siyasi sahneden çekilmesiyle paralellik arz eder.
2010 YILI KONGRESİ
1994 yılından 2010 yılına kadar geçen sürede hiçbir kongreye çağrılmadım. O dönemlerde yönetici olan arkadaşlardan olan Ahmet Kot’a, “Ya Ahmet hoca kongreleri nasıl yapıyorsunuz? Bizi hiç çağırmıyorsunuz?” dediğimde “Kâğıt üzerinde arkadaşlar arasında hallediyoruz.” Demişti. Ben de, “Bu nasıl bir yazarlar birliği? Hiçbir yazar buna itiraz etmiyor mu?” dediğimde, “Yok abi. Hepsi arkadaşlarımız.” Deyince hayret etmiştim.
2010 yılında yine kongre vardı. Bu kez bir grup arkadaşla birlikte benimde içinde yer aldığım ve Cafer Vayni’yi başkan adayı gösterdiğimiz alternatif bir yönetim listesi sunmaya karar verdik. Bunun için bir metin yazayım da kongrede okuyayım düşüncesiyle aşağıdaki metni kaleme aldım. Sağ olsunlar bize söz hakkı verdiler ve aşağıdaki konuşmayı yaptım:
Selamün Aleyküm
Türkiye Yazarlar Birliği’nin Muhterem Üyeleri
Şimdiye kadar resmi olarak hiçbir sivil toplum kuruluşuna, partiye vs. oluşumlara üye olmadım. Resmi olarak tek üye olduğum yer Türkiye Yazarlar Birliği’dir.
Bundan on altı yıl bir grup arkadaşımın “Türkiye Yazarlar Birliği’ne üye olalım, destekleyelim. Güçlü bir yazar birliğimiz olsun. Solcular kendi aralarında böyle birliktelikler kurmuşlar.” Temennisi ile üye müracaatı yaptım ve aynı yıl üye olarak kabul edildim.
Aradan geçen zaman içerisinde ne hikmetse Türkiye Yazarlar Birliği’ne aidiyetimi bir türlü sağlayamadım. Bunun bende olan hataları vardır elbette. Ancak 16 yıllık Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şubesini yöneten arkadaşların yönetim tarzlarına baktığımda benim payımın % 10’nu geçmediği kanaatine vardım.
Sebebini başınızı ağrıtmadan izah edeyim:
Üye olduğum günden geçtiğimiz hafta yapılan kongreye kadar geçen zaman içerisinde hiçbir kongrenin usulüne uygun hukukî çerçevede yapılmadığını gördüm. Maalesef kongreler hep arka odalarda üç beş kişinin arasında kotarıldığını bizzat Ahmet Kot bana ifade etmişti.
Misal, Ahmet Kot başkanlığındaki yönetimde bir kongreye davet edildik. Birkaç yazar arkadaşımla beraber gittiğimizde Türkiye Yazarlar Birliği salonunda başka bir program vardı. “Kongre ne oldu?” Diye sorduğumda arka odalardan biri gösterilerek “Biz arkada hallettik” denildi. Bu nasıl bir kongre anlayışıydı? Anlayamadım. Bir yazar olarak bu derece (affınıza sığınarak söylüyorum) enayi yerine konmayı doğrusu hazmedemedim. Ama yine de iyi niyete yorarak “Boşveeerrr, arkadaşlar daha iyisini bilir” diyerek meseleyi es geçtim.
Aradan iki sene geçti, yeni kongre oldu, haberimiz olmadı, yine yenisi oldu yönetim değişti (Ali Ural başkan) haberimiz olmadı. Gelen yönetim ikinci kez seçildi, yine haberimiz olmadı.
Bu kez de haberimiz olmayacaktı. Zaten ben de Türkiye Yazarlar Birliği’ne üye olduğumun üstünü çizmiştim. Ta ki birkaç arkadaşımın arayıp bu gidişe bir dur diyelim dedikleri ana kadar…
(ARAYA ÇOK ÖNEMLİ NOT: Gerek Ahmet Kot, gerek Ali Ural yönetimindeki arkadaşlarımızla herhangi bir (küçükte olsa) şahsî hiçbir çekişmemiz ve davamız yoktur. Yönetimlerinde yer alan arkadaşların kimler olduğunu bile inanın bilmiyorum. TYB üyesi bütün arkadaşlarımın siyasî görüşlerine bakıp ayrım yapmadan bu ülkenin önemli bir değeri olduğuna ve ülke için çok şeyler yapacağına/yapması gerektiğine inanıyorum.)
Şube tarihimizde ilk defa üyelerimizden güç alarak katılımcı, özgür, demokratik ve şeffaf bir seçim gerçekleştireceğimiz için evet, “ben de varım” dedim.
Çıkarılan alternatif listeye baktığımda da çok değerli akademisyen, gazeteci ve yazar arkadaşlarımın olduğunu gördüm. Bu ekibin iş başına gelmesi durumunda en azından 16 yıldır süren “YURTTA SUS, CİHANDA SUS” anlayışının biteceğine inandım. (Zira bu kadar değerli akademisyen, gazeteci ve yazar üyesi olan bir birliğin böyle bir anlayışa mahkûm edilmesine tahammül edemiyorum.) Başarılı, istikrarlı, mütevazı, çok yönlü ve model oluşturabilecek bir ekipti çünkü…
Geçtiğimiz Pazar günü sizin de gördüğünüz üzere tarihinde ilk kez bu kadar yazar arkadaşımız katılmasına rağmen çoğunluk sağlanamadı. (Mevcut yönetimin hukuka aykırı biçimde son hafta içerisinde hazirun listesine yüzden fazla kendilerine oy verecek üye yazdıkları bizzat yönetimin içinde bulunan üyelerimiz tarafından iddia edilmektedir. Yönetim gelecek Pazar günü bu iddiayı izaha kavuşturmalıdır. Aksi halde huhuki olarak başları çok ağrır.)
Peki, daha önceki yıllarda çoğunluk nasıl sağlanıyordu?
Sağlanmıyordu ve yukarıda değindiğim gibi hukuksuz bir şekilde “ahbap çavuş ilişkisi” içerisinde bir kongre yapılıyordu.
Hep iyi niyet göstererek olsun dedik. Ama aradan geçen zaman içerisinde yönetimin âdeta bütün üyeleri dışlayan anlayışını görünce yeni listeyi desteklemeye ve listede yer almaya karar verdim.
16 senedir İstanbul şubesinde şunlar asla yapılmadı:
- Üyelerimizin hak ve hukuku korunmadı.
- Hiçbir kongre hukuki temellere dayandırılmadı. Şubemizin gelir ve giderleri kongrelerde (yapılmadığı için) beyan edilmedi.
- Üyelerimiz adeta hiçe sayıldı ve hiçbir kaynaştırıcı toplantı yapılmadı. (Haklarını yememek lazım, Nevzat Er’in başkan seçildiği dönemde istişare toplantısı diye çağrıldık ve siyasi nutuklar dinlettirildik.)
- Ölen ve hasta olan üyelerimiz adeta unutuldu. Bir taziye veya geçmiş olsun ziyaretleri bile yapılmadı.
- Adı duyulmamış dernekler ülke meseleleri hakkında raporlar hazırlayıp, görüşler bildirirken Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şubemiz bu hususta adeta yurtta sus, cihanda sus anlayışına büründü.
- Şubemiz yönetimi sanki şahısların sıçrama alanı olarak kullanıldı.
- “Edebiyat Mevsimi” programı yapılırken alınan 352.000. liralık bütçenin sağlıklı yönetilemediği ve bazılarına peşkeş çekildiğini duyduk. (Mevcut yönetim bu kongrede inşallah gelir ve gider bütçelerinde buna belgeleriyle açıklık getirir ve hepimizi ikna eder.)
Türkiye Yazarlar Birliği Derneği Tüzüğü’nün derneğin amacını ihtiva eden ikinci maddesi şöyle der:
Derneğin amacı yazarlığı meslek edinmiş kişileri bir araya getirerek;
a) Meslekî dayanışmayı sağlamak ve geliştirmek,
b) Yazarların ülkemizin sanat ve düşünce hayatında etkin bir şekilde yer alabilmeleri için çalışmak,
c) Yazı ürünlerinden doğan haklarını savunmak,
d) Yazarların sosyal açıdan güvenliğe kavuşmaları için çaba göstermek,
e) Meslek mensuplarının uğrayacakları siyasî ve iktisadî güçlükler karşısında gerekli her türlü maddî ve manevî yardımda bulunmak, dayanışmayı sağlamak, bunun için faaliyetlere girişmek, .
f) Siyasî ve iktisadî imkânsızlıklar yüzünden eserlerini yayınlayamayan yazarlara yayın hususunda yardımcı olmak,
g) Yazarlarımızın ülkemizde ve dış ülkelerdeki telif haklarını takip etmek ve icap ederse bunun için bir telif hakları kuruluşu (Copyright Ajansı) teşkil etmek,
h) Yazarın emeğini, sosyal kültürel, hukukî ve iktisadî temel hak ve hürriyetlerini korumak ve geliştirmek,
i) Yurtiçi ve yurtdışındaki resmî, tüzel ve özel kurum ve kuruluşlara karşı üyelerini temsil etmektir.”
Sizlere soruyorum:
Şimdiye kadar devam eden mevcut anlayış ve yönetim bu maddelerden hangisini gerçekleştirdi?
1994 yılından beri üye olan biri olarak mevcut yönetimin bunlardan hiçbirini gerçekleştirmediğini gönül rahatlığı içinde söylüyorum.
Yaptıkları yapacaklarının teminatı(!) olduğu içinde mevcut yönetimin devam etmemesini diliyorum.
Sizin de dilemenizi arzu ediyorum.
Oy verirken yukarıda izah edilen meseleleri göz önüne alarak elinizi vicdanınıza koyacağınıza inanıyorum.
Mevcut yönetimin alternatif olarak çıkarılan listedeki arkadaşlar için çıkardıkları “ULUSALCILAR VE ÜLKÜCÜLER TYP İSTANBUL ŞUBESİNİ ELE GEÇİRECEKLER” dedikodusu yaymaları ise tam anlamıyla bir aymazlıktır. Çıkarılan alternatif listedeki bazı arkadaşlarımız bizzat aranarak “Ulusalcılar ve ülkücüler TYB İstanbul şubesini ele geçirecekler. Senin bunların içinde ne işin var?” demiş, belden aşağı vurma taktiğine başvurmuşlardır.
Hâlbuki her üyemiz siyasî kimliği ne olursa olsun, değerlidir, yönetime girme hakkı vardır ve böyle bir dedikodu yayanlar yaptıklarından utanmalıdır.
Yine maalesef bazı üyelerimiz bizzat aranarak alternatif listede yer alması halinde çok sıkıntıya gireceği ima edilerek tehdit edilmiştir.
Yukarıda anlatılan gerekçeler doğrultusunda mevcut yönetimin değişmesi gerektiğine inanıyorum. Kongrenin “sen-ben kavgası” olarak değil, medenî insanlar arasında geçen bir hizmet yarışı şeklinde geçmesi en büyük temennimizdir.
Kongre yapıldı ve Cafer Vayni başkanlığında aday gösterdiğimiz bizim liste kazanamadı. Kongrede bazı hilelerin yapıldığını sezmiştim.
(Daha sonraları mahkemenin tespit ettiği bilirkişi tarafından yapılan incelemede rakibimizin aldığı 87 oydan 83’ünün derneğimize üye bile olmadığını tespit edildi.)
NİHAYET 2012 KONGRESİ
2012 yılında yapılan kongreye de aynı ekibin içinde bulunduğu bir grup talip olduğu için kongreye katılmama kararı almıştım. Fakat beraber hareket ettiğimiz arkadaşlar Muzaffer Doğan yönetimindeki listeyi destekleyelim kararı almışlardı. Bende onlara, “Siz katılıp destekleyin, ama ben Muzaffer Doğan’a ve yanındakilere oy vermem. Muzaffer Doğan 2010 yılındaki kongrede çoğunluğun sağlanamadığı için bir sonraki haftaya kalan kongrede bizim listede olmasına rağmen bir hafta sonraki kongrede karşı listeden yer almıştı ve ben bunun ahlaki bir şey olmadığına inandığım için 2012 kongresine gitmemiştim. Ayrıca adaylar arasında 2010 kongresinde hile yapanlardan da vardı. Ancak gitmeden önce şöyle bir konuşma hazırlamıştım.
***
TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİNİN MUHTEREM ÜYELERİ
Sizi Allah'ın (cc) selâmıyla selâmlıyorum.
Gönül isterdi ki bin küsur üyesi olan bir kuruluş Türkiye'nin meselelerine kafa yorsun. Ama bakıyorum şimdi kongrelerde yapılan kulislere, sahte üye ile kongre kazanmalara, kısaca Ali Cengiz oyunlarına sahne oluyor.
Yazık.. Çok yazık.
Geçen kongrede kazanan tarafa oy kullanan 87 kişinin 83 kişisi üye değilmiş!!! Bilirkişi ve mahkeme raporuyla sabit bir hakikat bu. Şimdi ben nasıl bu arkadaşlara hüsn-i zan besleyeyim?
Nasıl hakkımı helâl edeyim.
Bu usulsüzlükleri yapan 2010 yılındaki yönetim hiç olmazsa çıkıp özür dilemeli, böyle bir kurumu mahkemelere düşürdüğü için utanmalı diye düşünüyorum.
Bunun sorumlusu kim?
Bu işe hile katanlar değil mi?
Şimdi aynı kişiler yine yeni yönetime talip. Ben nasıl bunlara oy vereyim?
Mevcut listede hile yaparak TYB’yi mahkeme kapılarına düşüren eski yönetimden yani hile ile başa gelen yönetimden isimler var. Bunların seçilirse bile hiçbir şey yapabileceklerine inanmıyorum.
Yeni yönetime kim seçilirse fark etmeyeceği için istekler de yersiz ama ben yine de seçilecek ekibe isteklerimi yazayım:
1- Yazarlar Birliği edebiyatçılardan oluşan bir kurum değil, Yazarlardan oluşan bir kurum. Bunun için edebiyatı bırakıp ülkenin gerçek meseleleriyle uğraşmasını diliyorum.
2- Yeni yönetimin üyelerle en az ayda veya iki ayda bir istişare etmesini diliyorum. Kendi çalıp kendi söyleyen bir yönetim hiçbir şey yapamaz. (Şimdiye kadar olduğu gibi)
3. Ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında raporlar hazırlanmalı ve gerekirse bir düşünce kuruluşu gibi çalışmalıyız.
4. TYB’de yönetime seçilenler kurumu kendilerine sıçrama taşı yapma geleneğinden vazgeçmeli ve kurumu öne çıkaracak faaliyetlerde bulunmalı.
5. Kim seçilirse seçilsin her türlü kini, nefreti bir kenara bırakarak bütün üyeleri kucaklayıcı bir anlayış kuşanmalıdır.
6. Bu kez de yönetimin iyi şeyler yapacağına inancımı taşıyacağım. Eğer aynı şeyler olursa, yine aynı aymazlıklar devam ederse tyb üyeliğinden istifa edeceğim ve bunun gerekçelerini bütün basına açıklayacağım.
7. Şimdiden seçilecek herkese adam gibi görev yapmasını diliyorum. Bütün üyelerimizi saygıyla selâmlıyorum.”
2014 KONGRESİNDE DE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!!!
04.01.2014 tarihinde TYB İstanbul şubesinin kongresi vardı. Fakat yapılan toplantıya kongre diyebilmenin hakka karşı haksızlık olduğunu düşündüğüm için bir değerlendirme yazısı kaleme almaya karar verdim. Yapılan bir kongre değil resmen Mehmet Doğan, ekürisi Ahmet Fidan ve İstanbul şubesindeki adamları tarafından daha önce Ankara’da yazılmış ve İstanbul’da sahneye konmuş “TEK PERDELİ BİR TİYATRO”dan başkası değildi.
Tiyatro kongreden haftalar önce başladı. 2010 yılında ilk defa muhalif bir liste çıkarmış ve mevcut yönetimin yazarlarla alakası olmayan faaliyetleri dolayısıyla eleştirilerde bulunmuştuk. Koyduğumuz liste 35 oy almış ve 87 oy alan diğer liste kazanmıştı. Fakat ortada açık biçimde bir hile vardı ve mevcut yönetim üye olmayanlara oy kullandırarak kazanmışlardı. Yapılan bu açık hile üzerine Cafer Vayni kongreyi mahkemeye taşımış ve 2 yılı aşkın süren bir yargılama sonucunda 87 oy alan ekibe oy kullananların 81’ünün derneğe üye olmadığı halde oy kullandıkları mahkeme kararıyla belirlenmiş ve o kongre iptal olmuştu.
2012 kongresini benim katılmamama rağmen Cafer Vayni başkanlığındaki beraber hareket ettiğimiz arkadaşlar desteklemiş ve Muzaffer Doğan önderliğindeki liste kazanmıştı. Arkadaşlar Muzaffer Doğan yönetimindeki TYB’nin çok şeyler yapacağına inanıyorlardı. Ben ise aksini düşündüğüm için gidip oy vermemiştim. Belli bir müddet Muzaffer Doğan yönetiminde faaliyetsizliklerine (!) devam eden yönetim Muzaffer Doğan ile “EBEDİ ŞEF-ÖLENE KADAR BAŞKAN” olmayı kendisine iman ilkesi olarak kabul eden Mehmet Doğan arasındaki kavgaya kadar sürdü. Bizzat Muzaffer Doğan’ın Cafer Vayni ve Süleyman Doğan’ın yanında anlattığına göre Mehmet Doğan’ın Muzaffer Doğan’ı arayarak, “Cafer Vayni’nin kuyruğuna takıldın, gidiyorsun. Böyle devam edersen seni başkanlıkta yaşatmam. İstifa et git.” dediğini aktardı. Bu tür söylemlere çok sinirlenen Muzaffer Doğan Mehmet Doğan’a, “Kuyruk sensin. Şerefsizlik yapma. Ben kimsenin kuyruğuna takılmam” dediğini aktardı. Bunun üzerine Mehmet Doğan’ın telefonu yüzüne kapattığını aktaran Muzaffer Doğan yeniden arayarak, “Şerefsiz sensin, namussuz sensin vs. vs.” şeklinde ağır sözler söylediğini bizlere aktardı.
TYB İstanbul yönetiminin Muzaffer Doğan’dan istifa etmesini istediğini, ancak Doğan’ın buna karşı çıktığını bizzat kendisi bize aktardı. Olayın geçtiği akşam istifa meselesini bizlerle istişare eden Muzaffer Doğan asla istifa etmeyeceğini beyan etti. Bizde istifa etmemesi gerektiğini, yanında olduğumuzu belirttik. Akşam böyle karar almamıza rağmen iki gün sonra Muzaffer Doğan’ın istifa ettiğini gazetede yer alan küçük bir haberde gördük. Telefonla arayıp “Niçin istifa ettin?” diye sorduğumda hiçte geçerli olmayan mazeretler ileri sürmüştü. Ancak yönetimde olan bir arkadaşım Muzaffer Doğan’ın istifa etmemesi halinde BİT’lerin bazı şirketlerinin yönetim kurullarından aldığı huzur haklarının kesilmesiyle tehdit edildiğini ve bu sebeple istifa etmek zorunda kaldığını bize aktarmıştı. Hatta Muzaffer Doğan o gün bize kendi yönetimdeki arkadaşlarının kendisinden Ankara’nın emriyle karar defterlerini sakladıklarını, kendisini çalıştıramaz hale getirdiklerini de söylemişti.
Muzaffer Doğan’ın istifasının ardından (Bizzat Muzaffer Doğan’ın nitelendirmesiyle beyan edeyim) “Ankara güdümlü TYB İstanbul yönetimi” geçici olarak Mahmut Bıyıklı’yı başkan seçmiş ve nihayet başta tiyatro olarak nitelendiğim 2014 yılı kongresine kadar olan süreç başlamıştı.
2010 yılında alternatif liste çıkardığımız arkadaşlarımız bir araya gelerek bu kongrede de yeni bir liste ile seçime girebileceğimizi oturup tartıştık ve karara bağladık.
Kongrenin 28 Aralık 2013 tarihinde yapılacağını adeta bir istihbaratçı(!) gibi takip ederek öğrendik. İstihbaratçı(!) diyorum çünkü Mahmut Bıyıklı yönetimindeki TYB İstanbul yönetimi kongre gününü kimseye haber vermemişlerdi. 28 Aralık 2013 tarihinde çoğunluk sağlanamayacağını bildiğimiz için o gün beraber hareket ettiğimiz arkadaşlar kongreye gitmedik ve haliyle kongre bir hafta sonraya kaldı.
Bu hafta içerisinde mail ve telefon yoluyla birkaç kez birkaç arkadaşımız yönetimden mevcut üye listesini talep ettik. Bu mailler mail listemizde mevcuttur. Ancak Mahmut Bıyıklı yönetimi üye listesini biz üyelerden gizleyerek vermedi. Vermeme sebepleri bizim alternatif bir liste çıkaracağımızı tahmin etmelerindendi.
Nihayet bunu tahmin etmiş olacaklar ki Muzaffer Doğan’ı bizimle görüşmeye gönderdiler. Görüşmede Muzaffer Doğan mevcut yönetimin Hüseyin Öztürk başkanlığında eski yönetimle birlikte bir liste çıkaracaklarını, bizim onlarla işbirliği yapmamızı teklif etti. Ancak biz buna karşı çıktık. Yine de arkadaşlarımız mevcut yönetimle bir araya gelebileceklerini berttiler. Ben buna da karşı çıktığım için o toplantıya gitmedim. Toplantıda Hüseyin Öztürk’ün başkan seçilmesi halinde belediyeden geniş imkânlar elde edilebileceği bu sebeple bizlerin Hüseyin Öztürk’ü desteklememizi istemişler. Ancak bizler belediyeden gelen paralarla varlığını sürdüren bir TYB değil, yazarların şahsiyetleriyle oluşturulmuş bir yönetim istediğimizi belirterek ayrı bir liste ile seçime girme kararı aldığımız için bu tekliflerini reddettik.
4 Ocak 2014 tarihindeki kongre günü nihayet gelip çattı.
Ankara’da 40 yıllık bir saltanat kuran Mehmet Doğan ve Ahmet Fidan ikilisi İstanbul’daki kongrede de yeni bir tiyatro sahneye koydular. Daha baştan kongre divan başkanı seçiminde tam bir usulsüzlük yapılarak alternatif kongre divan adaylarını oylama yaptırmadan Ahmet Fidan’ı kongreye divan başkanı olarak seçtiler. Hâlbuki Ahmet Fidan Cafer Vayni tarafından açılan davada hüküm yemiş şaibeli biriydi ve böyle bir kongrede divan başkanı olması tam bir skandaldı. Bu durumu bir tutanakla tespit altına aldık.
Bizler tarafından divan başkanlığı için teklif edilen Ali Nar, Mehmet Doğan’ın sözlü saldırılarına maruz kaldı. Kürsüde bir saate yakın konuşarak katılanları adeta uyutan Mehmet Doğan saldırgan konuşmaları ile tepki topladı.
İşin ilginç yanı da, TYB Genel başkanı Ulvi Yavuz kongreye katılmasına rağmen ona söz verilmemiş olması ve onun yerine Mehmet Doğan’ın konuşma yapmasıydı. Bu durum Başkan adayımız Doç. Dr. Süleyman Doğan tarafından, “Genel Başkan burada dururken hep Mehmet Doğan’ın konuşması hiç şık bir hareket değildir. Bu durum bile TYB’nin Mehmet Doğan’ın hegemonyasında olduğuna en açık delildir.” şeklinde dile getirildi.
Kongrede ikinci sürpriz ise ihraç edilen üyeler hakkında yaşandı. Elliden fazla üye kimseye haber verilmeden ihraç edilmişti. Yerine de adeta “BİNDİRİLMİŞ KITALAR” gibi yeni üyeler listeye eklenmişti. Kongre öncesinde hukuksuz ve habersiz olarak ihraç edilenlerden biri de 2010 yılında başkan adayı olarak gösterdiğimiz Cafer Vayni idi. Hukuksuz olarak ihraç edilen üyelerle ilgili divan başkanlığına verdiğimiz 15’er imzalı 3 önerge divan başkanı Ahmet Fidan tarafından işleme konulmadı. Hâlbuki kongreye katılan üyelerin 10’da 1’i kadar üyenin (11 üye) verdiği önergeleri gündeme almamak hukuksuz bir davranıştı ve tüzüğe de aykırıydı. Fakat baştan beri hukuksuzluğu kendilerine ilke edinenler burada da aynı aymazlığı işlemişlerdi. Bunun tüzüğe aykırı olduğunu ve hukuksuzluk işlediklerini defalarca gündeme getirmemize rağmen yine de önergeler işlem konulmadı.
Kongrede Mehmet Doğan ve Mahmut Bıyıklı tarafından yapılan konuşmalarda da Cafer Vayni adeta günah keçisi gibi saldırılara maruz kaldı. Kendileri çalıp kendileri söyledikleri üç beş programı ballandıra ballandıra anlatan Mahmut Bıyıklı konuşmalarında Cafer Vayni’ye hakaretler yağdırdı. Bu haksız saldırılara cevap vermek isteyen Cafer Vayni’ye ise söz hakkı verilmedi. Bu durum Cafer Vayni tarafından protesto edildi. Mikrofonu eline alan Cafer Vayni, Ahmet Fidan’ın yaptığı yolsuzluklar sebebiyle mahkûm olduğunu ve böyle bir kongrede divan başkanlığı yapamayacağını beyan etti. Ahmet Fidan’ın bir kongre divan başkanından çok adeta militan bir tavır sergilemesi ise kongreyi kavganın eşiğine götürdü ve çok ciddi bir gerginlik yaşandı. Bu aradan daha önce “Şerefsiz” dediği Mehmet Doğan’ı destekleyen Muzaffer Doğan’ın Cafer Vayni’ye karşı takındığı seviyesiz tavır ise herkes tarafından tepkiyle karşılandı.
TYB İstanbul şube kongresinde açık biçimde yılların üyelerine zulüm yapılıyordu. Elliden fazla kendilerine muhalif olduğuna hükmettikleri yazar kimseye haber verilmeden ihraç edildiği gibi 2010 kongresinde hazirun listesinde olan 20’den fazla yazar da 2014 kongresindeki listeye yazılmamıştı. Yani tam anlamıyla bir tiyatro oynanıyordu.
Kongrede Mehmet Doğan’ın agresif ve terbiyesiz tabirleri ise oldukça can sıktı. Daha önce Muzaffer Doğan’a sarf ettiği “Cafer’in kuyruğu oldun” sözünü bu kez Süleyman Doğan’a söyledi. Bende buna tepki koyarak “Esas kuyruk sizsiniz. Ankara’da Bizans oyunları sergiliyorsunuz. 40 yıldır yönetime çöreklendiniz. Bir de utanmadan insanlara kuyruk oldunuz diyorsunuz.” diye tepkimi söyledim. Süleyman Doğan’da söz alarak Mehmet Doğan’ın yaptığı terbiyesiz yaftalamaya, “Cafer benim doktora öğrencim. Ne demek kuyruğuna takıldın. Size yakıştıramadım.” şeklinde tokat gibi bir cevap verdi.
Konuşmasının devamında Süleyman Doğan şunları dile getirdi:
“Cafer Vayni’nin alçakça bir şekilde ihraç edilmesini kınıyorum. Aynı şekilde yine zulümle üyeliklerine son verilen üyelerimize yapılanları da kınıyorum. Burada ne hikmetse hep ahbap çavuş ilişkileri dönmektedir. Mesela benim onlarca kitabım olmasına rağmen hiçbir faaliyete çağrılmadım. Yine mesela benim kardeşim Mehmet Can Doğan üyemiz olmasına ve şiir kitapları değişik yerlerde çok tutulmasına rağmen o da hiçbir faaliyete dâhil edilmedi. Hep aynı çevre ve hep aynı insanlar etrafında dönen bir zihniyet var. Divan seçilirken haksızlık yapılıyor. Ali Nar gibi seksen yaşındaki bir üyemize açık biçimde hakaret ediliyor. Bunlar ne ahlaka ne de insanlığa sığar.”
Süleyman Doğan’ın konuşmasının ardından yapılan yönetim ve denetim raporları hakkında yapılan açıklamalar ise tam anlamıyla bir rezaletti. 2 yılın gelir ve giderleri hakkında hiçbir açıklama yapılmadı. Bu durum haliyle üyeler arasında protestoya sebep oldu ve onlarca üye yönetim ve denetim raporlarının ibrasına oy vermedi.
Faaliyet raporu hakkında söz alarak kısa bir konuşma yaparak şunları söyledim:
2014 KONGRESİNDE YAPTIĞIM KONUŞMA
“Muhterem Yazar Arkadaşlarım
1994 yılından beri TYB üyesiyim. Ancak şu ana kadar bir üye olarak hiçbir zaman bir istişareye çağrılmadım. Eminim ki buradaki yazar arkadaşlarımda benim gibidir. Ne hikmetse TYB kongreleri 2010 yılına kadar hep arka odalarda birkaç kişi arasında yapıldı. Mesela bizi bir kongreye çağırmışlardı. Geldiğimizde ortada kongre falan yoktu. O dönemler başkan olan Ahmet Kot’a “Kongre için çağırdınız, ne oldu?” dediğimde “Biz arka odada hallettik” demişti. Bunun üzerine Vakit gazetesinde “TYB’nin Kongresi” isimli bir yazı kaleme alarak durumu tenkit etmiştim.
Yıllarca kongreler hep böyle sürdüğü ve ekip hiç değişmediği için 2010 yılındaki kongreye alternatif bir liste çıkardık. Ancak burada da hile yapılarak elliden fazla üye olmayan kişiye oy kullandırılarak kongre kazanılmıştı. Ne yazık ki bu yönetim TYB’nin mahkeme kapılarında sürünmesine sebep olmuştu. 2012 kongresinden sonra da aynı tas aynı hamam devam edip gitti. Kongrede Başkan seçilen Muzaffer Doğan Mehmet Doğan’ın tehditleri sonucu başkanlığı bıraktı. Mahmut Bıyıklı TYB’de rant olmadığını söyledi. Rant zadece para değildir ki! Bilindiği üzere “Masa, Kasa, Nisa” yani para, kadın ve makam da ciddi rant kapılarıdır. Koltuğun esiri olanlar makam altında ezilmişlerdir. Koltuk önemlidir. Mesela yazdığım bir hicivde şöyle demiştim: (Mahmut Bıyıklı’ya uyarlayarak okuyorum)
Dinsizi dindar eyledin
Donsuzlara don peyledin
Ya şu Mahmut’u neyledin
Bre koltuk sen neymişsin.
Yanına yaklaşan kişi
Kazık atmak oldu işi
Yok etti kardeş kardeşi
Bre koltuk sen neymişsin
Şeytan kimyasından mısın
Hırslar dünyasından mısın
Nefsin hülyasından mısın
Bre koltuk sen neymişsin
Dilerdim ki seçilen yönetimler üyelerle istişare toplantıları yapsın.
Dilerdim ki TYB ülkenin meseleleri hakkında önemli raporlar hazırlasın.
Dilerdim ki üyelerimize yönelik ve üye yazarların kitaplarından oluşan bir yazarlar kütüphanemiz olsun.
Dilerdim ki yönetim sık sık dile getirdikleri demokrasinin D’sine uygun hareket etsinler.
Ama heyhattt!
Mahmut Bıyıklı’ya bir yıl önce, “Yazarlarla neden istişare etmiyorsunuz? Neden yazarlarla bir toplantı yapmıyorsunuz?” Dediğimde bir ay sonra yapacağım demişti. 1 yıl geçti, hala ses yok.
Bizim için muhalif diyorlar. Allah’tan korkun. Bir kongrede liste çıkarmak muhaliflik midir? Siz kendinizi bu kurumun sahibi mi zannediyorsunuz ki, sizin yaptığınız zulümlere karşı çıkanlar muhalif olsun?
Mahmut Bıyıklı arkadaşların suizan ettiklerinden dem vurdu. Suizan eden kadar ettirende suçludur. Siz şeffaf olun kimse sizin hakkınızda suizan etmesin.”
SEÇİM VE SONUÇ!
Epeyce gergin geçen kongrede nihayet seçime geçildi. Seçimin gizli oy açık oy sayımı ile yapılması kararlaştırıldı. Ancak ne kadar hazindir ki bu bile gerçekleşmedi ve üyeler kimi seçeceklerini adeta açık oy usulüyle yapmak zorunda kaldı. Bu durum bile tek başına kongreyi yöneten divanın beceriksizliğini ortaya koymaya yeterdi.
Seçim bitti, bizzat benimde içinde bulunduğum bir heyet tarafından oylar tasnif edildi ve Hüseyin Öztürk yönetimindeki liste 82 oy, Süleyman Doğan yönetimindeki liste ise 30 oy aldı.
Ancak işin garip tarafı divan başkanı Ahmet Fidan kongre bitmesine rağmen yeni bir hukuksuzluğa daha imza atmaya çalıştı. Ankara kongresi için 64 delegenin oylanmasını istedi. Hâlbuki başta tespit edilen kongrede yapılacaklar listesinde delege seçimi maddesi yoktu. Buna hepimiz itiraz ettik ve liste oylanmadı. Ama eminim ki bunca hukuksuzluklara ve tüzüğe aykırı hareket eden Ahmet Fidan bunu oyladığına dair bir tutanak tutmuştur. Bunu ilerleyen süreçte göreceğiz. Her türlü hukuki haklarımızı şimdilik saklı tutuyoruz.
KONGRE İÇİN ÖNEMLİ 1. NOT:
Bize göre 2014 TYB kongresinde de çok ciddi hukuksuzluklar yapılmıştır. Bunların yargıya taşıdığımızda bu kongrenin en kısa zamanda iptal edileceği kesindir. Çünkü 2010 kongresinde yaptıkları birkaç hukuksuzluk kongrenin iptaline sebep olmuştu. Bu kongrede ise o kongrenin en az on katı hukuksuzluk ve tüzüğe aykırı hareket yapıldı. Hukuksuzluk yapanlar bunun yanlarına kar kalacağını düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Elbette kim hukuksuzluk yaptıysa cezasını çekecektir. Bu davanın takipçisi olacağımızı buradan beyan ediyoruz.
Yeni yönetim 2 yıllığına seçildi. Eminim yine değişen bir şey olmayacak. Çünkü eski yönetim çoğunluk olarak yeniden seçildi. 2016 yılında yapılacak kongrede de aynı şeyler yaşanmamasını diliyorum. Ancak hiç ümitli değilim. İnşallah ben yanılırım da Hüseyin Öztürk yönetimindeki yeni yönetim üye merkezli bir çalışma yaparak bizi utandırır.
KONGRE İÇİN ÖNEMLİ 2. NOT:
2014 kongresinde aldığımız bu netice bize şunu da öğretti: Bir hafta içinde aradığımız 75 yazar üye bize oy vereceğini beyan etmesine rağmen ne hazindir ki verdikleri sözlerde durmadılar. Hâlbuki Anadolu’da “söz namus” olarak kabul edilir. Bu durum bile TYB üyesi bazı yazarların karakterini ortaya koymaya yeter de artar diye diye düşünüyorum.
KONGRE İÇİN ÖNEMLİ 3. NOT:
Oyların tasnifi sırasında Muzaffer Doğan yanıma geldiğinde kendisine Cafer Vayni’ye yönelik ahlak dışı yaptığı agresif davranışlar için kendisine hakkımı helal etmeyeceğimizi söyledim. Mehmet Doğan ile birbirlerine bunca hakarete rağmen nasıl bir arada bulunduklarını sordum. O da Mehmet Doğan’ı kolundan tutarak yanıma getirerek, “Bak bizim aramızda bir şey yok” dedi. Doğrusu ben bu durum karşısında küçük dilimi yuttum. Mehmet Doğan’ın yanında Muzaffer Doğan’a, “Yahu Mehmet Doğan’a kuyruk sensin. Şerefsizlik yapma. Ben kimsenin kuyruğuna takılmam. Şerefsiz sensin, namussuz sensin vs. vs.” şeklinde birbirinize ağza alınmayacak hakaretler ettiğinizi sen bize söylemedin mi? Ne oldu da şimdi kanka oldunuz? Bu nasıl bir anlayış?” dedim.
KONGRE İÇİN ÖNEMLİ 4. NOT:
TYB, yıllarca “YURTTA SUS, CİHANDA SUS. AL BİT’LERDEN ALACAĞINI OL SUS PUS” felsefesini ilke edindiği kanaatindeyim. Bunun sebebi de Ankara yönetiminin 40 yıldır bir hegemonya kurarak oradan elde ettikleri rantı kimseye kaptırmak istememeleridir. Sanki TYB üyesi sadece Ankara’daki birkaç kişiymiş gibi onların kitapları basılmakta, satılmakta, devletin ve belediyelerin çeşitli birimlerine pazarlanmaktadır. Bu durum birçok üye tarafından “MEHMET BASIYOR, AHMET SATIYOR” şeklinde darb-ı mesel haline dile getirilmiştir.
***
TYB’de SERGİLENEN SAHTEKÂRLIKLARA DAVA AÇTIK
Kongrede açık biçimde hukuksuzluk yapıldığını bildiğimiz için dava açalım dedik. Fakat bizim tarafta olan arkadaşların hiç biri dava açılmasına taraftar olmadı. Dava açılmasına taraftar olan ben ve Cafer Vayni hem Genel merkez hem de İstanbul şubelerinde yapılan kongrelerin iptali için dava açmaya karar verdik ve açtık. Ankara’da yapılan kongrede de bir oyla kazanmışlardı ve açık biçimde hile yaptıkları ortadaydı.
Derneğin merkezi Ankara’da olduğu için davayı Ankara’da açtık. Yapılan yargılamalarda dava hâkimi bilirkişi raporlarındaki sahtekârlıkların çok açık belirtilmesine rağmen bizim davamızı reddetti. Anlaşıldı ki mahkeme hâkimi açık biçimde taraf tutmuştu. Biz de mahkemenin bu hukuksuz tavrını İstinaf Mahkemesine taşıdık.
İstinaf mahkemesi dosyayı incelediğinde yerel mahkemenin hukuksuzluk yaptığını tespit ederek bizi haklı çıkardı. Mahkemenin hükmünü yok saydı ve her iki kongrenin iptal edilmesi yolunda karar verdi.
TYB avukatları mahkemeyi Yargıtay’a taşıdı. Yargıtay’da da yapılan incelemede bizim haklı olduğumuz ortaya çıktı ve Yargıtay İstinaf mahkemesinin bizim lehimize verdiği kararı onadı ve hem Genel merkez hem de İstanbul şubelerinin aldıkları kararların tümünü yok saydı.
Araya Covit 19 salgını girdiği için henüz kararları uygulamaya koymadık ama en kısa zamanda Yargıtay’ın onamasıyla hem genel merkez hem de İstanbul şubesine kayyım atanması için kararı uygulamaya koyacağız.
Bu karar çıkınca bekledik ki TYB yöneticileri yaptıkları sahtekârlıklardan utanır da istifa ederler. Ama heyhat! Zaten yüzünde biraz utanma olan bu tür sahtekârlıkları yapmazdı.
İstinaf ve Yargıtay kararları aşağıdadır: