Hayatın değersizleştiği her yerde ölüm ve tedhiş olayları artar.
İnsan, değerini insan olmaktan alır. İnsanı bir fikir veya mensubiyetle kıymetlendirmek aslında bütün değeri o fikir veya ideolojiye vermektir. Bir ülkücü, bir milliyetçi, bir solcu öldürüldü den daha anlamlı olan bir insan öldürüldü sözüdür. Ötekiler bizim o insana yakınlığımızı veya uzaklığımızı ifade eder.
Günümüzde ideolojiler değerini insandan alacağına, insanlar ideolojiden alıyor. İdeolojik değeriniz varsa, aynı partiden, aynı dernekten iseniz, aynı lidere bağlılığınız varsa değeriniz olabiliyor, yoksa herhangi bir değer ifade etmiyorsunuz.
Hitler döneminde engellilerin yaşamı, -değersiz yaşam- olarak nitelenmişti. Değersiz yaşam, değersiz olduğu için yok edilebilir yaşamdır. Bu niteleme ile on binlerce engelli Alman gaz odalarında, hastanelerde, toplama kamplarında yok edilmiştir. Siyasi hayatta bunun muadili, hain,kafir, sapık,Fetöcü, metöcü gibi ifadelerdir. Bu etiketlerin hepsi muhatabının hayatını değersizleştirir, onu denklem dışı bırakacak saldırıları dolaylı olarak meşru hale getirir.
Sinan Ateş işte böyle bir zihniyetin kurbanı oldu.
İnsanı ideolojilerin aparatı olarak düşünmek onu mensup olduğu ideolojinin kurbanı haline getirir. Oysa din de ideolojiler de insan içindir.
İnsanın -insanlığını çalan- hiçbir ideoloji meşru değildir. İnsan olmak veya kalmak insani duyguları yitirmemektir. Acımaktır, merhamettir, üzülmektir, sevmektir, acıtan olaylar karşısında tepki vermektir. İcabında ağlamak, göz yaşı dökmektir.
Bir genç alçakça bir cinayete kurban gidiyor. Geride iki yetim yavru bırakıyor. O çocukların feryatları arşı titretiyor, ama bazılarının vicdani hiç harekete geçmiyor. Kimsenin MHP'nin kurumsal kimliği ile derdi veya düşmanlığı yok. Çünkü o kurum bugün vicdanını iptal etmişlerden çok geçmişte iyilere döl yatağı oldu. Ama onun arkasına saklanarak, her çirkinliği örteceğini sananlarla bu milletin er geç bir hesaplaşması olacaktır.
Trajik bir ölümün ardından bu ülkede şu sözleri hangi vicdan sahibi insan söyleyebilir?
"Susup sükût ettiysek; fitne kazanını kaynatan dönek, hain ve facirlerin ateşine odun taşınmasına engel olmak istediğimizdendir. Vakti geldiğinde Hazreti Ali'nin kılıcı Zülfikar olur; şer güruhunun zehir saçan dillerini kesip bozguncuların boynunu koparırız."
Bu sözlerde en küçük bir üzüntü, acıma, merhamet kırıntısı var mı? Bu sözlerle Ateş'i öldürenler değil ona üzülenler tehdit ediliyor. Bu üslupla gazeteciler dövüldü, siyasetçilere saldırıldı, en sonunda genç, yetenekli, ahlaklı bir insan hayattan koparıldı. Şu isimlere bakın, Ümit Özdağ, Y.Selim Demirağ, Selçuk Özdağ, Alaattin Aldemir, Suat Başaran, Orhan Uğurlu... Bunların hepsi dönem dönem saldırıya uğradılar. Sn. Akşener'in evine kadar gidildi. Bunların hangisinden bu millete zarar gelir? Bu gibi durumlarda susmak değil konuşmak gerekir. Suçluların, katillerin yakalanması için çalışmak gerekir. Ama tabi suç ortaklığı yoksa.
Başkalarının yumruğu ile kahramanlık kolaydır. Bazıları sadece -kullanılacak gençler olduğu müddetçe- esip gürler. Bir gün bu gençler kendi vicdanlarına ateş ettiklerini, kendi hayatlarına kast ettiklerini göreceklerdir. Ülkücüler dün komünist bir düzenin ikamesine baş kaldırdılar. Adı farklı da olsa bugün içimizi kuşatan komünizme (baskı ve susturma düzenine) de baş kaldıracaklardır.
Hareketleri öldüren fikirsizlik değil, hürriyetsizliktir. Çünkü fikir, hürriyetin çocuğudur. Yeni bir milliyetçi sıçrama ancak başını başkalarının elinden kurtarmış bir gençlikle mümkündür. Sinan Ateş'in ölümü bu ateşi yakmıştır. Onu dalga dalga büyütmek de hepimiz için milli bir vecibedir.