Konu derin ve çok yönlü olduğundan fikirlerimi basite indirgeyerek anlatmağa çalışacağım. Çünkü, tarihin son 3-4 asırlık mühim oluşumlarını kavramak bu konuların anlaşılması ile mümkündür. Zira Türkiye dahil birçok ülkenin tuzağa düşürüldüğü noktadır burası. İnsanların kutuplaştırıldığı, memleket evlatlarının birbirine düşürüldüğu yer tam da bu yerdir. 60-70-80 darbeleri derken 2000 li yılların postmodern darbesi devam edip hala toplumu ayrıştırmakta olan taassup ve cehalet bataklığının kaynağı da tam buradadır. Bu yüzden dünyanın kazandığı başarılar ve karşılaştığı felaketler son 3-4 asırlık sürecin bütünlüğü içerisinde ele alınmalıdır. Ne başarılarımızı ne de sorunlarımızı bu süreçten bağımsız değerlendirmemiz mümkün değildir…
Evet! Fransız devriminden beslenen yeni dünya düzeninin oluşumunu ve bu sürecde tarafların konumlarını anlamak için önce o sürecin formülünü oluşturmamız gerekmektedir. Üç taraflı, yani para, din ve toplum formülü. Başka bir deyimle, paradan güç alan global çeteler, onlara direnmesi gereken din ve sömürülen halk kitleleri. Bu üç taraflı ilişkinin süreç içerisindeki baş aktörlüğünü ne yazık ki, paradan güc alan global çeteler üstlenmiş ve “Düşmenlerimi birbirlerine düşürür, ama her iki tarafa da dost görünürüm!” prensibini uygulamışlar.
Bu sebeptendir ki, para gücünün baskısı ile temel prensipleri değistirilmiş inançlar uzerinden oynanan oyunları göz ardı ederek ne dünümüzü ne bu günümüzü ne de yarınımızı doğru okuma şansımız yokdur. Çünkü muhafazakar toplumların zihinsel paradigması ve o paradigmanın temel argümanları Tanrinin değil paranin, adeletin değil gücün, dinin değil kapitalist manifestolu uydurma mezheplerin, Peygamberlerin değil baron ve küresel çetelerin dayatmaları ile şekillenmiştir.
Konuyu müşahhas olarak sosyalizm ve onun fikir babalarından olan Karl Marx’ın görüşleri üzerinden sürdürelim. Buradaki amaç Marx’ı din büyüğü veya kutsal bir aziz yapmak değil elbet. Bu doğru da olmaz. Lakin bazı tesbitler yaparak konuyu anlaşılar kalmanın hepimize büyük faydalar sağlayacağı kesindir.
Böyle ki, “Kapitalist gölgesini satamadığı ağacı keser”. “Cimri aklını yitirmiş bir kapitalist, kapitalist ise aklı başında bir cimridir.” “Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın ustaca kullandığı bir silahtır. “Dini ıstırap, hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur.” gibi sözleri ile tarihe damgasını vurmuş Marx’ın yukarıdaki tanımlamanın devamında “din yığınların afyonudur” fikrini cımbızlayıp onu dünyaya pazarlamak sadece vicdansızlık değil hem de global bir sinsilikdir. Bu sinsiliği toplumlara pompalayan elamanlar ise genel itibari ile ilahiyat akademisiyenleri yok seyyar din tüccarları ve inanç şarlatanlarıdır. Oysa ki, din düsmani olarak sunulan Marx’ın mezkur görüslerinden onun dinsiz olduğunu çıkarmak bir yana din düsmanlığını saptamak da imkansızdır.
Durum bu iken, İşçi sosyalist ve muhafazakar kesimler arasındaki tarihi husumeti hangi mantıkla açıklamak mümkündür? Ayrıca sosyalist düşünce inanç ve onun metafizik boyutundan ziyade toplumsal ve ekonomik düzenle ilintilidir.
Dinlere geldikte ise dinler de adaleti emr eder. Fitne çıkarmamayı, mal biriktirerek şımarmamayı, serveti güç aracı yaparak diğerlerini sömürmemeyi buyurur. Bu emirlere uymayanlara karşı ise mücadeleyi farz kılıyor. Yani şımarık kapitalistlere, küresel çetelere karşı direnmek inananlar için Tanrinin emri, Sosyalistler içinse varoluş sebebidir. Hal böyle iken, bu kesimler arasında “düşmenimin düşmeni dostumdur” fikrinin revaç bulması gerekmez mi? Veya gerçekleşmesi muhtemel bu durum nasıl olur da ters yönde vuku bulabilir?...
Cünkü global çetelerin sinsi yöntemleri ile şekillendirilen muhafazakar zihniyet gerçek hayattan soyutlanarak kendi kuruntu ve fantezi dünyalarının dar kalıplarına mahkum edildiler. İlim ve bilime sırt dönüp, varoluşlarını karşıtlık ve hasımlık üzerine kurguladılar. “Siz dünyayı yönetecek durumdasınız ve dünya sizi kıskanır” gibi sinsi mesajlarla real dünyadan koparılan bu kesimler otomotik olarak liberal, demokrat, sosyalist ve Markisit çevreleri hasim olarak görmeğe başladılar.
Ne acı ki, zaman-zaman karşı tarafların da dine takıntığı benzer olaylar az olmamıştır…
Şimdi insanlık, bu konular üzerinden dünyamızın yarınları ile ilgili tesbitler yapıp, tedbirler alabilir. Aksi halde nice şeytani operasyonlarla refleks ve reaksiyonları uyuşturulan insanlık daha vahim durumlara düşürülecektir.
BBP Genel başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu’ndan dinlediğim bir anı, olayın toplumsal ve siyasi yönünü özetleyen önemli bir ders niteliğindedir. O sözler mealen böyle idi: “Koca Türkiye’yi bölüşemediğimiz bir solcu ile 3 metre karelik hapishane hücresini paylaşdık ve dost olduk”
Şimdi siz bu sözün zaman ve mekan boyutunu büyütüp, dünyamızın 3-4 asırlık sürecini bir de bu açıdan değerlendirebilirsiniz. Ama bu 3-4 asırdan beri tüm dünyadaki yönetim ve idari mekanizmaların benzer kavga ve savaşlar üzerinden şekillendirildiğini de unutmadan. Şimdi “Corornavirüs belası, G5 faciası nedir? Bunların arkasında hangi şer güçler var?” diye merak edenler, size soruyorum:
“Bu işlerde sizce de bir gariplik yok mu?…”