Sözlük anlamının canı cehenneme…
Lügat-ı fasihin de…
O kara günde, o 4 Nisan’da,
Beynimin bütün kıvrımlarını fikirleriyle dolduran,
Bana, Türklük gurur ve şuurunu, İslam ahlak ve faziletini öğreten,
Yüreğime Kerkük’ün, Hoten’in, Akmescit’in, Yahya Kemal’in hasretiyle öldüğü Üsküp’ün ateşini düşüren;
Bana Oğuz Ata’nın, Attila’nın, Fatih’in, Mustafa Kemal’in gördüğü riyaları gördüren;
Numan Bin Sabit’in, Maturidi’nin, Yesevi Hoca’nın yolunu öğrenmem de kılavuzluk eden;
Kızdı mı dağlar titriyor sandığım, güldü mü gözleriyle gülen,
Son yol başçı, son lider Hakk’a yürüdüğü günde çıkardım bütün lügat kitaplarından anlamını o kavramın.
Ozan Arif’in sözüne geldim dayandım:
“Ben Türkeş’ten başka bir lider eli/ öpmedim öpmem de mümkün değildir”de kaldım.
Ondan sonrakilere, “başkan” dedim, “reis” dedim, “genel başkan” dedim, hatta “müdür” ve “genel müdür” de dedim ama LİDER demedim.
Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’ü dedi ama ben diyemedim.
Bir rüyaya yeniden uyanmak,
Bir davayı yeniden ayağa kaldırmak için,
Her şey değişsin diye bir şeyi değiştirmek için yollara düştüğümüzde,
Önümüze Balgat’ın çamurunu döküp,
Gayr-ı meşru ortağın gücünü engel diye koyduklarında,
En başta yürüyenler içinden, erkek olanların bizi tarlanın (!) ortasında bırakıp gitmelerine inat,
Kadın olanın topuklu ayakkabılarına aldırmadan -hürriyetimizi ve şahsiyetimizi yeniden kazanmak için o tozun toprağın içinde beklerken biz- bizi koyverip gitmemesini sevdim,
Ne yalan söyleyim.
19 yıl sonra “ben” değil “biz” diyen birinin arkasından yürümeyi istedi yüreğim.
Makasımızı değiştirip bizi, bizim olmayan menzillere sürecek lokomotifin arkasına vagon niyetine dizenlere başkaldırışından ötürü,
Bütün iftiralara karşı dik duruşundan, Türk insanına dokunuşundan dolayı
Onunla aynı yolda, ezeli ve ebedi yolumuzda, yürümeye niyet ettim.
Orucumu bozmuş değilim, hâlâ aynı niyetteyim. Ama…
Bir nevzuhur abi var,
Boy 1,50
Kilo 30
Sözleri hayli gürbüz (!).
Sosyal medyaya ha bire birlikte çektirttiği fotoğraflarını koyup, altına yorumlar yapıyor:
“Şöyle edeceğiz” diyor, “Böyle yapacağız” diyor.
Yakıyor, yıkıyor.
Manifatura dükkânındaki henüz bozulmamış top kumaştan, daha doğmamış bebeğe bir boy don biçiyor.
İlk cümlede “lider” diyor, sonraki cümlede irtifa kaybettirip liderine “abla” deyiveriyor.
Oysa bu işin hakikaten kahrını çeken adamlar:
“… Hanım” diyor, “Hanımefendi” diyor, “ Sayın Bakan” diyor da üçüncü şahıslarda akrabalık hissini uyandıracak bir kelam etmiyorlar.
Belli ki arkadaş samimiyetinin boyutunu gözümüze gözümüze sokuyor ya,
Beni de bir afallama alıyor.
Herifçi oğlu liderine “abla” diyor.
Sanki mahalleden komşusu Mahmut Amcanın kendisinden üç yaş büyük kızından bahsediyor.
Oysa ben “Lider Türkeş” dedim, diyeni duydum.
“Başbuğ Türkeş” dedim, diyeni duydum.
“Yolbaşçı Türkeş” dedim, diyeni duydum da
Ne “Türkeş Abi” dedim ne de diyeni duydum.
Laf aramızda emmoğlu ben bu abiye biraz kıl oldum.
Amma işte, boğazım gıcıklandı bir kere.
İçime bir kurt düştü.
Bu müptezellik fikrimi üşüttü ya,
Yeni müptezeller arıyorum.
Görmekte hiç de zorlanmıyorum.
Titrleri hayli kalabalık,
Etiketleri hayli pahalı abiler,
Orucumu ha battal ettiler ha edecekler.
Bir gün bu yolda yürüyen eski bir il başkanı,
Gerçek bir dava adamı bir beyanat veriyor:
“ Partimizi kuracağız.” diyor.
Malumun ilamı bu.
Kızacak ne var amma hiç de öyle olmuyor.
Bir azar, bir paylama…
Önüne gelen, demeci okuyan adama saldırıyor.
Sosyal medya, azar medya oluyor.
“Ağzı olan konuşuyor” mealinde yakışıksız cümleler…
Adama içim acıyor.
Bingo! Flaş! Şok! Şok! Şok!
Akademik ünvanlı bir eski vekil:
“Bu tür açıklamalar, hakkınıza- haddinize mi düşer!
Bunu söyleyebilecek kişi sadece lider!” deyip afilli bir göz kırpıyor istikbaldeki ikbale.
Oysa en az önde yürüyen kadar çekmiştir bu acıyı önde o başkan abi.
Çilesini ondan da kendisinden de çok.
Çünkü taşrada hele doğuda “ülkücü olmak” nasıl zordur, plajdaki şezlongunuzda uzanırken yaptığınız ülkücülükle, bunu bilmeniz, bunu anlayabilmemiz mümkün değildir.
Siz akademi kürsülerinde caka satarken,
Siz başkentin desise kokan koridorlarında bir rakibinizin daha ayağını kaydırdığınızın derin mutluluğunu yaşarken itilip kakılmıştır öz yurdunda, yedi yabancıdan da el muamelesi görmüştür.
İşkence görmüştür belki, mahpus görmüştür.
İşinden aşından olmuş, yokluk- yoksulluk görmüştür.
Ben. “biz ne zaman düştük bu hale” diye düşünmüyorum artık.
Eski partinin alışkanlıklarının devam ettiğini görüyorum:
Birilerinin ayağına basma,
Değersiz kılma,
Kendini en bağlı kılma çabası.
Sonra sınırlar ötesi bir kavgaya şahit oluyorum.
Biri diğerine “Fetöcü” diyor, diğeri bu birine ajan.
Aha diyorum bunlar bizim eski partiden.
Aynı safta olması gerekenlerin, birbirlerini ne için yediklerini anlamlandırmaya çalışıyorum.
İlk anlattığım abi gibi çakma değiller.
Kilo itibariyle de cüsse itibariyle de bir hayli ağırlar.
Deve dişi gibiler anlayacağınız.
Üstelik her ikisinin de yanında bana her daim itimat telkin etmiş dostlarım var.
Gruplar oluşmuş şimdiden.
İç çekişmeler başlamış.
Birileri birlikte yürüdükleri arkadaşlarından habersiz, gün aşırı Ankara’ya taşınmaya başlamış.
Hepsinin derdi aynı şey: “Partiyi bize ver”
“Hangi partiyi? Henüz parti yok ki…”
“ Olsun, sen olmayanını bize ver. Olunca almak daha kolay olur.”
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur” diye boşa dememiş atalar.
Her şeyde zıtlaşıyorlar, bir tek kavramda anlaşıyorlar: LİDER.
Oysa bir olayla, bir dakikada kahraman olunur da lider olunmaz.
Müktesebat gerektirir, sebat gerektirir, ideolojik bir var ediş gerektirir, gerektirir de gerektirir.
Önde yürüyen, her sorulduğunda, birlikte yürüdüğü arkadaşlarına tabi olduğunu beyan ederken,
Bundan sonra ne olacağına arkadaşlarının karar vereceğini ilan ederken, yeni bir layüsel put yaratma derdine düşüyorlar ikbal seviciler.
Onlar hâlâ fikir serdeden, birlikte yürüyen, bir ortaklığın paydaşı olan olmak yerine tabi olarak rahat etme derdindeler.
Eski partinin eski alışkanlıkları bunlar.
Söylem ile olmuyor bazı şeyler.
Kolay olmuyor bazı şeyleri bilincinden de bilinç altından da söküp atmak.
Ben orucumu bozmamak için kapatıyorum ekranını bilgisayarımın.
Fonda, Kazancı Bedih’in davudi sesi:
“Gene dünya eski hama. eski tas”