Dünya üzerinde bir devlet organizasyonuna sahip olmadan yaşayan toplum kalmadı gibi.
20nci yüzyılın ortalarına kadar Orta Güney Afrika ve Güneydoğu Asya’nın kırsal bölgelerinde son devletsiz yaşayan kabileler de zaman içinde bir devlet şemsiyesi altında yaşamayı seçtiler.
Gelişmiş toplumlara (sadece ekonomik gelişmişlik değil) devlet yapılanmaları 6 bin yıl gerilere kadar gitmektedir.
Toplumların devlet yapılanmaları çağlar boyunca sürekli değişkenlikler göstermiş konjoktürel olarak çeşitli şekiller almıştır.
Devletler ile siviller arasında değişmeyen Gılgamış’tan bu güne devletlerin siviller üzerinde tahakküm kurmak istemesi ve karşılığında sivillerin yani devlet erkinini kullanmayan sıradan halkın özgürlüğünü korumaya özgürlük alanlarını geliştirmeye çalışmasıdır.
Milletler veya toplumlar olarak insanların kurdukları devletler ile 10 daireli bir apartman yönetimi veya küçük bir köy muhtarlığı aşağı yukarı aynı işlevlere sahiptir aralarındaki farklar birinin milyonlarca insan ve milyarlarca para için karar vericisi diğerinin onlarca insan ve az kabul edilen bütçelerinin olmasıdır.
Dünyada özgürlük hareketlerinin daha yoğun başladığı ve yaşandığı 10 uncu yüzyıldan itibaren toplumlar arasında ayrışma başladı.
Avrupa’da İtalyan ve İsviçre köylülerinin öz haklarını kullanma mücadelesi ve yaşamsal kriterlerini kendilerinin belirlemesi akabinde İngilizlerin kralın yetkilerini sınırlayan “Magna Carta” anlaşmasını hayata geçirip kral otoritesinin haricinde bir meclis oluşturması zaman içinde Avrupa’da Rönesans hareketini getirmiştir.
İngilizlerin “Görkemli Devrim” olarak adlandırdıkları buharlı gemi ve trenlerin çalışmaya başlaması 1789 Fransız İhtilali bunların hemen hepsinin temelinde insanların özgürlük isteği görülmektedir.
Biz Türkler tarih sahnesine Orta Asya’da çıktık. Zaman zaman kapasitesi yüksek devletler de kurduk, bunları 7nci yüzyılda Bilge Kağan’ın Balbal Taşlarına kazıdığı “Orhun Yazıtları”ndan biliyoruz.
Fakat gerek dünya üzerinde değişen iklim koşulları gerek Orta Asya’da yaşam koşullarının ekonomik olarak yetersizliği gerekse ehlileştirilen atlar sayesinde insanların hareket kabiliyetinin ve gücünün yaklaşık 6 kat artması Türkleri batıya göç etmeye teşvik etmiştir.
Aslında halen devam eden Orta Asya’dan Batıya Türk göçleri (metropol şehirlerde yaşayan herkes Türkmenistan, Özbekistan veya Afganistan’ın Mezar-I Şerif Bölgesinden Anadolu illerine gelen Türk milletinin çocuklarını görüyorlardır) 3 bin yıldır devam etmektedir. Daha da süreceği düşünülmektedir.
Sürekli bir hareketle yaşayan Türk toplumlarının davranışları kurumları ve devlet yapılanmaları da doğal olarak konjoktürel kurumlar olmuş korunma ve mutlak ilerleme düşüncesiyle devlet kapasitesinin çok yüksek tutulması kaçınılmaz olmuştur.
Bizde kapasitesi yüksek devlet kurumları yapılanırken batıda sivil inisiyatifler ve kişi özgürlüklerinin hakim kılındığı dengede devlet yapılanmaları organize oluyordu.
Ortaçağın bitiminde dünyada devlet yapılanmaları artık sivil + devlet yapılanmaları ile otoriter devlet yapılanmaları olarak yollarını ayırdılar.
Bu ayırım halen devam etmektedir.
Ayırımdaki devlet yapılanmalarının adları “demokratik devletler” ve “otoriter devletler” olarak belirlenmiştir.
Demokrasideki devletler vatandaşlarına yıllık 50 bin ile 80 bin dolar kişi başı gelir, özgürlük ve güvenli yaşama veriyorlar.
Hâlbuki otoriter devlet yapılanmaları vatandaşlarına yıllık 3 bin ile 10 bin dolarlık kişi başı gelir baskı ve güvensiz bir yaşam verebiliyorlar (tabii otoriter devlet yapılarındaki oligarklar veya devleti yönetenlerin standardı demokraside yaşayan devlet vatandaşlarının üstündedir).
Türkiye birkaç yıl öncesine kadar kişi başı 12,500 doları yakalamıştı kişi özgürlüklerinde de 10 yıl öncesine kadar bir gelişmişlik göstermişti ve Türk devletinde yaşayan insanlarda toplum olarak bir sınıf atlama heyecanı vardı.
Yol ayırımı işte burada başlıyor.
Özgürlük her şeydir.
Özgürlüğün olmadığı yerde üretim olmaz ağaç yeşermez huzur ve mutluluk olmaz dolayısı ile sağlıklı toplum olmaz.
Sağlığını (her türlü) kaybetmiş bir toplum ayakta kalabilir mi?
Dünya devletlerini birer lig de sıralamak gerekir.
Biz Türkler demokraside yaşamayı hak etmiş bir milletiz.
Tamam, kişi özgürlükleri için pek kavga ettiğimiz görülmedi ama toplum özgürlüğümüz için yüzyıllardır savaşıyoruz son olarak İstiklal Savaşı yaptık ve binlerce yıldır göçlerle gelen sürekli yeniden başlamaları ve her yeniden başlamanın getirdiği zorlukları yoksullukları yaşadık yaşıyoruz.
Devletimizi yönetenler dünyalıklarını yaptılar, yapmadılarsa da milletimiz onları muhannete muhtaç etmez.
Türk devlet yapılanmasını otoriter devlet yönüne doğru sürüklüyorlar.
Bu millete gelecek nesillere ihanettir tarih zamanla bunu böyle yazacaktır.
Yöneticilerimiz demokrasi ligine doğru hareket etmelidir.
Bizler toplum olarak sağlam durmalı özgürlüğümüze sahip çıkmalı gerçekten demokratik değerlerle bezenmiş yöneticileri seçmeliyiz.
Yol ayırımındayız.
Önümüzdeki yollar düz değil biri bizi uçurumdan aşağıya götürecek diğeri ise zirvelere çıkaracak.
Milletimizin zirveye yol almasını kim istemez?