Tüm iktisat, sanat ve savaş tarihçilerinin üzerinde birleştiği bir yorum var ki o da bir ülkenin yönetim şekli o ülkenin ekonomide güvenlikte ve sanattaki yerini belirliyor.
Tarihçi Fernand Braudel 10 uncu yüzyılı şöyle ifade ediyor “10 ncu yüzyıl civarında sonraki zamanlarda alışılacak olanın tersine zenginler Müslümanlar korsanlar Hıristiyanlardı"
İktisat tarihçisi Angus Maddison ise “10 ncu yüzyılda dünya gayrı safi hâsılası içinde Ortadoğu’nun payının yüzde 10,3, Avrupa’nın payının ise yüzde 9,1" olduğunu yazar
Fakat 1000 yılından 1600 yılına kadar denge değişmiştir. Avrupa’da yönetimler ilerleyememiş hatta gerilemiş, ama Avrupa’da yönetimler denizcilik ve ticaret alanında büyük atılımlar yapmış şirketler hukukuna geçmiş, Rönesans’la din, devlet ilişkileri yeniden düzenlenmiş, Magna Carta anlaşması ve sonrasında demokratik ilerlemeler kaydedilmiş, 16 ncı yüzyılda Ortadoğu’nun dünya ekonomisindeki payı 10,3 den, yüzde 3,8 e gerilemiş, Avrupa’nın payı ise yüzde 22,9 a çıkmıştır.
Ticaret yollarının Akdeniz’den okyanuslara taşınması ile Avrupa sömürgeleştirdikleri yeni keşif kıtalardan gemiler dolusu sermaye ve zenginlik taşınmıştır.
Sadece İspanya’nın 1546 ile 1650 arasında 14456 sefer yaptığı ve bu seferlerde sadece 402 gemisinin battığı biliniyor.
Gelişen sömürgecilik Avrupa’ya servetler aktarırken, Ortadoğu’ya hakim olan Osmanlı Devleti yönetimsel anlamda bir içe kapanıklığa doğru ilerliyordu.
1800 lü yıllarda Rönesanssı ve bilim devrimini yaşamış olan Avrupa da sanayi devrimi başlamış ve monarşinin yanında ülke meclisleri öne çıkmıştı.
Bu ekonomik gelişmeler sağlanırken Avrupa’da bir demokrasi içinde ticaret ve şirketler hukuku gelişmeler göstermiş, durağan yaşayan bir tüzel kişilik içeren hukukun gelişemediği ve sözlü ortaklıklardan ibaret olan ticari davranışları olan Osmanlı ile her alanda ara açılmıştır.
Osmanlı ancak 19 uncu yüzyılın ikinci yarısında Tanzimatçıların girişimleriyle bazı demokratik adımlar atmıştır.
Sonuç malum;
Kurulduğunda ve yaklaşık 250 yıl çağının en ileri hukuk sistemine sahip olan Osmanlı devleti kendini yenileyemeyerek çok ileri olduğu, Avrupa devletlerinden kapanmayacak açıklıkta geri kalmış işgal edilmiş ve yıkılmıştır.
Tabii yüzyıllarca bir taraf kendini hiç yenilemez, ilerlemez, çalışmazsa diğer taraf sürekli, yenilikler ve üretim peşinde koşarsa, ilk bahsedilen taraf bir gün acı sonla karşılaşır.
Nitekim de öyle oldu.
Cumhuriyetle gelen aydınlanma demokratik hayata geçiş, milletleşme çalışmaları toplumumuzu gelişmiş ekonomiler ve demokrasiler karşısında ortaya yakın bir sıralamaya getirmesine rağmen, bir medeniyet kurucusu olan milletimiz için asla yeterli bir seviye değildir.
Üretimde, sağlıkta, güvenlikte, dünya ölçeğinde üst sıralarda olmak istiyorsak, yönetimimizi demokratikleştirmek zorundayız.
Ne kadar çoğulcu, kapsayıcı ve teşvikçi demokrasi sahibi olursak, o kadar sağlıklı, mutlu, güvenli ve huzurlu olacağız.
Ve tabii gururlu olacağız…