Zindan, okuyucuların fikir dünyasında ne ifade eder bilmiyorum ama benim gibi gençliğinin büyük bir bölümünü idealleri uğruna zindanlarda geçirenler için çok şey ifade ettiğini söyleyebilirim.
Zindan şairin değimiyle kimileri için iki heceli bir kelime olsa da idealini hayatının merkezine yerleştirenler için farklı bir boyutta tecelli eder. Artık davasını zirveye çıkarmaya niyetli ideal insanlar için orası “Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli, / Kırmızı tuğlalar altı köşeli. / Bu yolda tutuktur hapse düşeli… / Git ve gel… yüz adım… Bin yıllık konak. / Ne ayak dayanır buna, ne tırnak.” Değil, “Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” diyenlerin kendini yetiştirdiği bir okul, bir “YUSUFİYE MEDRESESİ” olur.
Zindanları bu yönüyle değerlendirenlerin Üstadı Hz. Yusuf’(as)tur. Bu medresenin azami tahsili 12 yıldır.
Tevafuka bakın ki, aradan geçen yüzyıllar sonra Yusuf medreseleri yeniden kurulur ve tahsil dönemi 12 yıl olur. Bu kez Yusuf medresesinin talebeleri, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın”, “Çağrımız İslam’da Dirilişedir.” “Davamız İlay-ı Kelimetullah’dır”, “Davamız Nizam-ı Âlem’dir.” Diyen idealist gençlerdir. Ülküleri uğruna candan, canandan, gençliğinden geçen 20. Asrın kahraman yiğitleridir. “Yaşatma uğruna yaşama sevdasından vazgeçen” o yiğitler milli ve manevi değerlerini korumak için çıktıkları yolda, yolları gulyabaniler tarafından kesildi ve kendilerini Yusuf medresesinde tahsil ederken buldular.
O yiğitlerden şehit biri içine düşülen durumu yıllar önce şöyle formüle etmişti:
“Gençliğim dedim, Ver, dediler.
İstikbalim dedim, Yok, dediler.
Kanım dedim, Dök, dediler.
Canım dedim, Milletin, dediler.
Sevdim dedim, Suçtur, dediler.
Ve çığlıkla yarıldı karanlık; sevgimi çarmıha gerdiler.”
Sevgisi, kan içici vampirlerin gerçekleştirdiği darbelerle çarmıha gerilen o yiğitler, içine düştükleri durumu lehlerine çevirmesini bilmiş ve zindanları “Yusufiye Medresesi” haline getirmişlerdir.
Zindanı “Yusufiye Medresesi” haline getirenlerden biri de o yıllarda hapishane arkadaşım olan Oğuzhan Cengiz’dir. Oğuzhan “Yusufiye Medresesi’nde geçirdiği ömrünü boşa harcamamış, kendini yetiştirmek için bunun bir fırsat olduğunu düşünüp, düşüncesini icraata geçirmiş biri olmuştur.
Oğuzhan Cengiz, hapis yattığı yıllarda bol bol okuyan okuduklarından notlar çıkaran, düşünen, üreten biri olarak o dönemlerde ektiği tohumların meyvelerini bugün toplamakla meşgul oluyor.
Değişik alanlara çok sayıda kitaba imza atan, hapishane hatıralarını ise “Yanıkkale ” ve ” Kapıaltı ” isimli iki kitabıyla okuyucularıyla buluşturan Oğuzhan Cengiz, bu kez farklı bir eserle, “Zindan Okumaları” isimli kitabıyla çıktı.
Adı üstünde “Zindan Okumaları” Oğuzhan Cengiz’in “Yusufiye Medresesi’nde tahsil ettiği tarihi, kültürel, ilmi ve İslami eserlerden aldığı notlar, okudukları üzerine yaptığı yorumlar ve fikir teatisi için dostlarına yazdığı bazı mektuplardan oluşuyor.
Eseri elime alınca aklıma hemen, “İnsan bu dünyaya ilimle tekâmül etmek için gönderilmiştir. İlmin en önemli iki aracından biri okumak biri de yazmaktır. Bu anlamda okumak ve yazmak insanı bir eylemdir. Bunun en çarpıcı örneğini Oğuzhan oluşturuyor. Yıllarca okumanın ürünü işte elimde.” Sözleri geldi.
Bilgiye ulaşmanın en önemli vasıtalarından biri olan okuma alışkanlığı ve sevgisini kazanan insan; kendisine ve herkese, her şeye karşı meraklıdır, içindeki yeteneği çıkarmayı bilir, düşünce gücünü geliştirir, bilgileri süzgeçten geçirerek kendisi için yararlı hale getirir, eyleme geçer mutlu olur.
Oğuzhan Cengiz bu mutluluğu yazdığı eserlerle kazanan biri olarak karşımızda durmaktadır.
Çünkü okuma alışkanlığı kazanan insan; düşünen, fikir üreten, düşündüğünü ifade edebilen, yanlış bilgi ile doğruyu ayırabilen insandır. Bu yönüyle Oğuzhan Cengiz, içinde bulunduğu harekette temayüz etmiş, kendine has bir duruş sergilemeyi başarmış ve topluma faydalı olabilmiş biridir.
Okuma serüveni bir uzun yolculuktur; beşikle başlar, mezarla biter. Okuma iğneyle kuyu kazmak gibidir; kararlılık ister, sabır ister. Okuma bir arayıştır, hakikati, doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma heyecanını barındırır.
Bir hapishane defteri hükmündeki “Zindan Okumaları”nı okuduğumda Oğuzhan Cengiz’in bir kez daha okuma serüvenindeki bu uzun yolculuğu kararlılık ve sabır ile faydalı hale getirebilmeyi başardığını gördüm. Zaten okuyan yazan insanın başarılı olmaması sadece arızi bir sebeptir.
“Zindan Okumaları” beni alıp o günlere götürdü. Vatanları gitmesin, ülküleri sönmesin diye idealleri uğruna 15-20 yaşlarında zindanlarla tanışan bizlerin her türlü olumsuz şartlara rağmen nasıl birer aksiyon ve karakter insanı olarak bizi zindanlara tıkanların karşısında dimdik durduğumuzu hatırladım. Sehpalarda idama giderken bile iki rekât namaz kılıp, celladıyla helalleşen yiğitler geldi aklıma. Bölüştüğümüz bir parça ekmekler, dışarıda okuma fırsatı bulamadığımız Kerim kitabımız Kur’an’la tanışmamız, dışarıdaki anarşi ve terör yüzünden okuma fırsatı bulamadığımız eserlerimizi okuma fırsatı buluşumuz, cebimizdeki son parayla demlettiğimiz bir demlik çay içerken dünyayı kurtarışımız vs. vs. meseleler geçti gözümün önünden.. İdam, ömür boyu hapis, yüzlerce yıl ceza alan gencecik yiğitlerin bu cezaları fazla önemseyip kafalarına takmadıklarını hatırladım.
Şairin şu dizeleri düştü aklıma:
Ses demir, su demir ve ekmek demir…
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir elden kader bu emir…
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünya ya kapalı, Allah’a açık.
..
Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!
O günler elbette günlük gülistanlık değildi. Dava ve ideal anlayışımız zirvede olsa da onları besleyen fikirlerimiz henüz tam olarak oturmamıştı. Yaşadığımız çelişkiler bazen bizi çok zorluyordu. İşte böyle bir ortamda okumak ve yazmak bizi içinde bulunduğumuz zor durumlardan çekip alan bir güzel vasıta oldu.
Zindan Okumaları, ömrünün en verimli yıllarını hapishanede geçiren Oğuzhan Cengiz’in sığındığı okuma ve yazma limanından elde ettiklerinden oluşuyor. İçinde bulunduğu ortamın bunaltıcı atmosferini yarmak için kitap limanına sığınan bir ideal gencin okuma serüveninin panoramasından ibaret olan kitap, bir anlamda da o devrin düşünce haritasını çıkarıyor. Sosyoloji, psikoloji, tarih, felsefe, din alanlarında oldukça geniş bir okuma serüveninden elde edilen notlar, ilim ile tekâmül etmek isteyen bir gencin geçtiği süreçleri gösterme bakımından da önem kazanıyor.
“Zindan Okumaları”nın mahiyetini anlatma bakımından kitabın arka kapak yazısındaki şu cümleler tam yerine oturmuş:
“Bu kitap, tabir-i caizse, küçük bir kütüphane, insan yaşamının sosyal, psikolojik yönlerini inceleyen, Türk kimliği, Türk tarihi, İslam ve Türkler, Türk kültür ve medeniyeti, Haçlı Seferleri, v.s. konularında doyurucu bilgiler sunan bir kitaptır. Bu kitapta; Türk tarihinden Haçlı Seferlerine, İslam’dan Hıristiyanlığa, medeniyetten kültüre, günlük olaylardan tarihe geçişlerin sıkça yapıldığını göreceksiniz. Aslında bu geçişler okuyucuya bir şeyler vermeye yönelik; ama öyle ders verir gibi, nasihat eder gibi değil, okursanız kesinlikle anlarsınız kabilinden bir anlatımla sunulmuş… Onlarca kitabın arasında gezinecek her birinden ayrı bir zevk alacaksınız. Her birinde bambaşka bir dünya bulacak, bambaşka görüş ve fikirlerle tanışacak, belki bildiklerinizi tekrar edecek belki de yepyeni hususlar hakkında bilgi sahibi olacaksınız. Okurken asla sıkılmayacak, yorulmayacak ve elinizdeki kitabı kaldırıp bir köşeye atmayacaksınız. Maceralar, acılar, sıkıntılarla dolu on iki yılın, hapiste geçen on iki yılın, elde kalan en somut ürünü olan bu kitap, okumakla, öğrenmekle, insanın neler kazanabileceğini, kendini nasıl olgunlaştırabileceğini, fikir ve düşünce dünyasını nasıl geliştirebileceğini göstermesi bakımından da üzerinde önemle durulması gereken öğretici, eğitici bir kitaptır.”
Hülasa etmek gerekirse, Oğuzhan Cengiz, zorunlu olarak tutulduğu hapishaneyi “Yusufiye Medresesi” haline getirebilmeyi başaran biridir.
“Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin!”
“Zindan Okumaları” isimli kitabı da tıpkı daha önce yazdığı eserler gibi hapishanede kendi kendini eğiten, kendi kendine okumaya karar veren yükü ağır bir devin okuduklarını nasıl değerlendirdiğini, kendine ne gibi değerler kattığını ve dim dik doğrulup sevinen ve hayata tutunan bir gencin serüvenini ortaya koymaktadır.
Kitap için iki eleştirim şu:
Birincisi: Kitabın isminin zindan okumaları değil, Yusufiye Okumaları olmasını isterdim. Gelecek nesiller oraların birer Yusufiye medresesi haline nasıl getirildiğini bilmeleri çok önemlidir. Zira gelecekte davalarına sahiplenmelerinde önemli bir unsur olarak idrak etmeleri gerekir.
İkincisi: Kitap çok kalın olmuş. İki cilt olarak basılabilirdi.
12 yılını hapishanede geçiren bir gencin fikir dünyasını öğrenmek ve anlamak isterseniz, “Zindan Okumaları”nı mutlaka okumalısınız…