Geçen hafta yıllardır görmediğim bir arkadaşıma yatılı misâfir oldum. Sabaha kadar sohbet ederken üniversitede okuyan oğlu bizimleydi. Ertesi gün delikanlıyla birebir sohbete daldık. Laf lafı açınca bana lise sonda yaptığı bir resmi gösterdi. Resimle aram iyidir. Görür görmez ilk sorum şu oldu: “Bunu hangi ruh hâliyle yaptın? Kopye mi sana mı has?”
Anlattı. Bir gece çok bunalınca eline fırça alıp tualin başına geçmiş. İçinden geleni yapmış.
“Yavrum, iyi ki bu resmi yapmışsın. Sen bu resmi yaparak kendine çok büyük bir iyilik etmişsin. Ruhun, dehşet bir çığlık atmış. Bunu resme dökmesen sonu iyi olmazdı. Geothe’nin Verter’i yazması gibi bir şey.” dedim. Annesine de “Sadakasını verin.” dedim. Anne, oğlunun yüzüne öyle derin bir bakış attı ki kelimelere dökemem. “Çocuktan test çözmesini beklerken nelerle boğuştuğunu sonradan anladık.” dedi. “Ne kadar yanlış yapmışız.” diye hayıflandı.
Allah’tan, sevgi dolu bir âile. Hep berâber zor günleri atlatmışlar. Nihâyetinde delikanlı üniversitede okuyor. Fakat her âile ve her genç, bu kadar şanslı olmayabiliyor.
Delikanlıyla sohbeti ilerletince şiir de yazdığını söyledi ve getirip okudu. Annesi de ilk defa dinledi.
Bu delikanlı, afilli üniversitelerin şiirden, resimden anlamayan, hercâî menekşeyi bilmeyen dereceli merteklerine bin basar. Aşk hakkında anlattıklarını kalbim çarparak dinledim. “Allahım, hâlâ böyle gençler var.” diye şükrettim.
Aklıma Ölü Ozanlar Derneği geldi. Sanatçı olmak isteyen gencin, babasının “Doktor olacaksın!” baskısına dayanamayarak cinnet geçirmesi, masa üzerinde gözlerini kapatarak ilk defa şiir okuyan çocuk... ve tabi sıra dışı edebiyat öğretmeni John Keating.
Bir de İlhan Berk geldi. Şâir İlhan Berk. Çocukları bahçeye çıkarıp gökyüzünü seyrettiren ve ne gördüklerini, ne hayâl ettiklerini soran öğretmen İlhan Berk.
Acaba yıllardır kaç genç, şiirlerini içine gömdü? Kaç genç, net sayısıyla adam kabul edildiği Millî Eğitim’in ve toplumun kurbanı oldu? Kaç genç, çimlerin üzerine uzanıp bulutlara, yıldızlara dalıp hayâl kurmadı?
....
Âdet olduğu üzere köşe yazarları, çiçeği burnunda bakanlara tavsiyelerde bulunuyorlar. Tavsiyede mi bulunuyorlar, kendilerini mi tavsiye ediyolar belli değil. Hele aslen öğretmen olan köşe yazarlarını utanarak okuyorum. Yazılarının ana fikri, ”Ben buradayım beni bürokrasiye veya yanınıza alın” Birisi, sırayla bütün bakanlara seslendi.
Ziya Selçuk’u tanımıyorum. Adını, bakan olunca duydum. Farklı olduğunu söylüyorlar. Dilerim öyledir. Benim de Bakan Bey’e birçok tavsiyem var. İkisi üniversitede, üçü lisede, beş çocuk annesiyim. OKS’sinden TEOG’una, “kara tahta”sından “akıllı tahta”sına, mavi önlükten serbest kıyâfetine kadar neler yaşadım neler. Zaman zaman bu tecrübelerimi yazıyorum ve yazmaya devam edeceğim. Birşey beklediğim yok. Sâdece okusunlar ve uygulasınlar.
Ziya Selçuk’a öyle bir şey tavsiye edeceğim ki bütün tavsiyelerimi içine alıyor.
Var mısınız Ziya Bey? John Keating veya İlhan Berk olmaya var mısınız?
Memleketin çocuklarını gökyüzüne baktırıp hayâl kurdurmaya, hayâllerinin peşinden gitmeyi öğretmeye, “Kedi, fareyi yedi” saçmalığında da olsa içinden gelen şiiri okumalarını sağlamaya...
Kısacası, bu memleketin gül gibi çocuklarının “günü yakala”masına var mısınız?
Birgün bunları öğrettiğiniz için işinize son verilse de arkanızdan, “kaptanım kaptan!” diye seslenen çocuklar bırakmaya var mısınız?