• 5000 Ülkücü hazır?
  • Ne için?
  • Türkiye’yi yurt dışında büyükelçi olarak temsil etmek için.
  • 50.000 Ülkücü hazır bekliyor?
  • Niye ki?
  • Türkiye’nin dünyanın çeşitli ülkelerindeki konsolosluklarında ve temsilciliklerinde görev almak için.
  • 500.000 Ülkücü sırada…
  •  O niye?
  • Ülkenin bürokrasisinde vali, kaymakam, müsteşar, genel müdür, daire başkanı olarak görev alıp ülke ve millet menfaatini gözetmek için. Özel sektörde CEO, şirket müdürü, departman sorumlusu olup ticaret ve sanayide kalkınmayı sağlamak için. Hakim ve savcı olarak adalet dağıtmak için,

Deseydi zat-ı muhterem, aha diyecektik, bizi ölüme değil de hayata çağıran bir lider.

Açlığa, yoksulluğa değil de zenginleşen ülkenin nimetlerinden, herkes gibi bizim de pay almamızı sağlayacak adam.

Öyle olmadı ama.

İlk adımı yanlış atıldığı için sonraki bütün adımların bizi bir bataklığa götürdüğü Ortadoğu politikasının geldiği son noktada Kuzey Irak’ta Kürdo-Judaik bir yapılanmanın bağımsızlık talebiyle gerçekleştirdiği bir referanduma karşı çıkışın bir sloganı oldu 5000 Ülkücü.

Sebep: Kerkük’ün referanduma dahil edilişi.

Kerkük, referandum dışında kalsa Türkiye için bir sıkıntı olmayacakmış gibi sanki.

Peki ne yapacaktı bu 5000 Ülkücü Kerkük’te?

Siyasi alana çıkıp “Hayır Kampanyası” mı düzenleyeceklerdi?

İkametlerini Kerkük’e alıp, orada oy kullanarak hayır oyunun fazla çıkmasını mı sağlayacaklardı?

Hiç biri değil.

Galiba arkadaşlar, bu gün kıyasıya eleştirdikleri Davutoğlu’nun Şam Emevi Camii’nde Cuma namazı kılmak hayali gibi Kerkük’teki Fuzuli Camiinde kadir Mısıroğlu’nun vaazını müteakkip müezzinliğini Nihat Doğan’ın imamlığını da Hayrettin Karaman’ın yaptığı akşam namazının 3 rekatlık farzı için saf tutacaklardı.

Yüksek bir yerlerden bir ses bekledikbu çılgın slogana karşılık:

  • Sen kimsin ya, sen kimsin? diyen.

Öyle ya. Devlet 5000 sivil vatandaştan medet umacak kadar aciz miydi?

Devletin 600.000 askerine, tanklarına, toplarına, savaş uçaklarına ve savaş gemilerine kıran mı girmişti de bunlara imdat denilecekti?

O ses de gelmedi.

Başka zaman olsa savcılar göreve çağrılır, savaş çığırtkanlığından, kan içicilikten, Müslümanı Müslümana kırdıran ırkçılıktan dem vurulup adalet mekanizması bile çalıştırılabilirdi.

Hiç biri olmadı.

Çünkü can cana cam cama siyasetiydi bu.

Al gülüm ver gülüm politikasıydı.

Bu ülkedeki iki geçer akçeden biri dinse diğeri hamasetti.

Alınan gaz sayesinde camiada uzun süredir devam eden şişkinlikten eser kalmadı.

Referandum yapıldı bu arada.

İngilizler yan yattı,

İsrail çamura battı,

Amerika, Kürdo-Judaik Barzani’yi Kürdo- Ateist PYD’ye sattı.

Biz Kerkük caddelerinde sallanan kurt başlı bayraklar beklerken,

Büyük devletlerin tornistanını fırsat bilen Merkezi Irak hükümeti, IŞİD’in Şii versiyonu Haşd-i Şabi’yi Kerkük’e kattı.

Biz 81- Düzce’den sonra

82- Musul

83- Kerkük

84- Erbil

85- Selanik

86- Üsküp

87- Miami diye sayarken bölgedeki üstünlüğü İran aldı.

Ama Türk yurduydu Kerkük.

Anadolu’dan bile önceki anavatandı.

“Bu teslimiyet bizi bitirir” dediğimizde.

“Mevzu petrol değil, vatan aga. Mevzu Türklüğün bekası. Bu yolda bilge lider hükümeti kendi siyasetine çekti” diyen ülkücümsünün dudağının kenarındakison tebessüm kırıntısını da ram olunan gücün son açıklaması oldu.

Sosyolojinin etini çimdikleyen, kültürel antropolojinin kafasını yaranetnisite ile millet kavramlarının ayrımlarından habersiz Türk ile Kürt’ü, birleştiren Türkçülük ile ayrıştıranKürtçülüğü aynı kefeye koyan açıklamadan sonrafarklı bir anlam kazandı 5000 Ülkücü sloganı.

Boynunda kırmızı karton zemin üzerine 96 punto ile yazılmış bir yafta kaldı Ülkücünün:

“TEHLİKE ANINDA İLK ÖLECEKLER”