Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın oğlu Necmeddin Bilal Erdoğan‘ın kurucusu olduğu TÜGVA tarafından tam yeni yılın ilk gününde, 1 Ocak 2024’te sabah 08.30‘da “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet Yürüyüşü” adı verilen bir etkinlik düzenlendi. Ana konuşması Bilal Erdoğan idi ve İsrail‘i boykota devam edeceklerini söyleyerek, “sermaye sahiplerini ayaklarını denk alsın” dedi.

Dağa meşruiyet kazandırma çabaları yeni değildir! Dağa meşruiyet kazandırma çabaları yeni değildir!

Mitinge katılan Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar, “Yılın ilk sabahında şehitlerimiz ve Filistinli kardeşlerimiz için toplandık. Birlik ve beraberliğimiz daim olsun” diye konuyu geçiştirirken enerji ve tabii kaynaklar ile hazine ve maliye bakanlıkları yapmış olan diğer damat Berat Albayrak ise pasif katılımcı olarak geri planda tuttu kendisini. Ne Bayraktar ne de Albayrak Bilal Erdoğan ile aynı kareye girerken eşleri- yani Erdoğan’ın kızları da – mitinge dahi katılmadılar. Belli ki aile içerisinde oğlan ile damatlar arasındaki “Erdoğan sonrası” kavgası iyice alevlenmiş. Babadan oğula koltuk hediyesi…

Mitingin ardından seçilen “tevhid bayrağı” imgesiyle ve atılan sloganlarla konunun hilafete getirilmesi boşuna değil tabi. Bu arada “tevhid Bayrağı’nın, Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı kaybedeceğini anlaması sonucu askerlerin mızraklarına kuran sayfaları taktırmasından bir farkı yoktur. Üzerinde ne yazarsa yazsın, Kuran-ı Kerim’in bir parçası çekilip bayrak haline getirilemez. Bunu ancak halifeliği elde edip iktidarını garantilemek isteyenlerin destekçileri yapabilir. Konumuza dönelim. “Hilafet” denen garabetin bu kadar konuşulmaya çalışılmasının tek nedeni, Recep Tayyip Erdoğan sonrası oğlu Bilal Erdoğan‘ın koltuğu rahatça alabilmesidir. Amma… Her ne kadar İslami anlam yüklenmeye çalışılırsa çalışılsın hilafetin Allah‘tan gelen bir emir olmadığını- dört halife sonrası- iktidarını devam ettirmek isteyen Müslüman (!) yöneticilerin gücün kendi ailesinin veya kavminin dışına çıkmaması için uydurduğu bir kavram olduğunu biliyoruz.

Bunun için de bırakın Kuran-ı Kerim‘i, geçmişteki cihat çağrılarının hiçbir işe yaramaması hatırlamamız bile yeterli. Hilafet ve onun en büyük çağrısı “cihat” bir işe yarasaydı başta Araplar olmak üzere tüm İslam dünyası Osmanlı‘nın emrinde gavurlara karaşı savaşır, belki de koca imparatorluk batmazdı.

Unutmayalım ki, Çanakkale‘ye İngilizlerin yığdığı askerlerin yarısı Pakistan ve benzeri ülkelerden getirilmiş Müslümanlardı. “Cihad” çağrısı kabul görse o dönem 3, 5 milyonluk İsrail de nüfusu 100 milyonu geçen Mısır, Suriye, Ürdün, Irak, Suudi Arabistan, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Lübnan‘ı 6 Gün Savaşı‘nda paketleyemezdi. Bugün bile Filistin konusunda İslam devletlerinin ve nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu devletlerin tavrını hatırlayın. Hatta son olarak Suudi Arabistan‘ın Filistin’e giden Müslümanların masraflarını karşılayacağı iddiası bile yalanlandı. Suudi Arabistan‘ın bundan yedi sene önce yüzde 99‘u Müslüman olan Yemen‘de yaptıklarını hatırlayınca “din kardeşi” kavramının da altının ne kadar boş olduğu ortaya çıkıyor.

 Hilafetin gizli ajandası Hilafetin biz Türkler gibi ezelden laik milletler için en büyük tehlikesi ise çok tehlikeli masalların ve safsataların din adı altında bir kama gibi böğrümüze sokulmasıdır. Bugün, “Çanakkale Zaferini evliyalar kazandı” diye bağıranların, “Evliyalar Sarıkamış’ta vatan evlatları donarak şehit olurken neredeydiler” sorusuna cevap veremeyişleri işte bu hilafet kafası yüzündendir. Çünkü hilafet zihniyeti sadece başarı ve kazanımlara çökerken, yenilgileri üstlenmez. Örneğin “milli uçak yapılıyor” müjdesini Erdoğan duyururken, 12 Türk çocuğu vatanın geleceği için toprağa düştüğünde bu kötü haberin verilmesi o an “negatifi çekmesi istenen” kurumlara bırakılır.

 Hilafet tembelleştirir İnsan yapısı gereği az çalışmak çok kazanmak eğiliminde olan bir canlıdır ve bunun içindir ki birilerinin bizim adımıza çalıştığına inanmak daha da kolayımıza gelir. Siyaseti politikacılara, ekonomiyi uzmanlarına, dini de “ulema” denen birilerine bırakıp sorumluluktan kaçtığımızı düşünürken gerçekte huzursuz olduğumuz için de bir o kadar bu konuları konuşuruz. Ve normal şartlarda selam vermeyeceğimiz insanları omuzlarımızda taşımaya başlarız. Sorumluluğu ve suçu başkalarına atmak, çalışmak ve mücadele etmek mecburiyetinden kurtulmanın en etkili yoludur. Bunun içindir ki, hilafet kafasıyla düşünenler hep bir dış güç olduğuna, Türkiye’nin ekonomisinin şahlanmasını da, İslam’ın dünyayı güneş gibi aydınlatmasını da bu dış güçlerin engellediğine inanırlar. Hiçbirisinin aklına da “düşman düşmanlığını yapıyor. da bizim oy verdiğimiz yöneticiler, arkasında namaza durduğumuz hocalar niye bunu engellemiyor” sorusu gelmiyor. Mitingden sonra ortaya çıkan tepkiyi de “28 Şubatçılar hortladı”, “Kemalistler harekete geçti“,gibi ifadelerde “dış güç” olarak tanımlamaya çalışmaları da hilafet kafasının doğal bir sonucudur.

Kızdırmayacak kadar miting Türkiye, tüm dünya gibi yeni “Atatürk Yurtta Sulh Cihanda Sulh demişti“, “FETÖ bitmedi“, “Siyonist bunlar“, “ABD yönlendirdi” yılın ilk saatlerini yaşarken ve dahi resmî tatil iken sabahın 08.30‘unda Galata Köprüsü‘nde “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet Yürüyüşü” yapılıyor. Hızla “İslam” ve “hilafet” temeline oturan miting için öyle bir zaman seçilmiş ki, katılanlar “Müslüman” görünecek, katılmayanlar gayrimüslim olarak yaftalanacak. Peki katılmayanlar kimler? Tatbiki bir gece önce eğlenip, içki içen laikçi (!)ler… Peki niye Yenikapı Miting Alanı değil de Galata Köprüsü. Belli ki trafiği tıkayacak kadar kalabalık hayal eden düzenleyiciler simge görüntüler yaratılması için böyle bir tercihte bulunmuşlar. Tabi başta Fatih ilçesi olmak üzere taraftar yoğun bölgelere yakın düzenlenen mitinge ulaşımın da kolay olacağını düşünmüşler. Katılımın zayıf olmasının yaratacağı korkuya karşın da dolu bir köprü görüntüsü vermek isteyenler bunu başaramamış gözüküyorlar. Üşenmeyin araştırın, köprünün her iki tarafını da gösteren geniş açı fotoğraf bulamayacaksınız. İsrail de kendisine karşı biriken gaz alındığı için mutlu.

 Ya Doğu Türkistanlılar? Akılla örülmemiş kamusal tepki en sert haline ulaşır. Burada da öyle oldu. Şehitler diye başladı, Filistinli din kardeşlerimiz diye devam etti, şeriat ve hilafet çağrısıyla son buldu. Orada mikrofon uzatılsa 100 kişinin 125’i (!) mazlumun yanında olmak için geldiklerini söylerlerdi. Peki Filistinliler mazlum da Doğu Türkistanlılar değil mi? En azından Filistinlilerin iyi veya kötü, az veya çok kendilerini savunma, seslerini duyurma olanakları varken Doğu Türkistanlılar tam bir çaresizlik içinde. Niye meydanda toplananlar Doğu Türkistan Müslümanları için haykırmıyor. Cevabı çok basit. Çünkü onların içinde “Türk” var. Araplar gibi kavmi necip (üstün ırk) değiller tam tersi etrak-ı bi idrak yani “idraksız Türk” onlar. İkincisi ise ekonomik tatbikî. Çin‘i karşılarına alırlarsa son 20 yılda havadan alıştıkları keyifli hayatlarının zora gireceğini, zevkli tüketime ulaşmakta zorlanacaklarının farkıdalar. Bir hurma ile orucunu açan peygamberin ümmeti dinsiz Çinlilere muhtaç durumda ama kimin umurunda. Sonuçta öbür tarafı da hilafete ihale etmiş durumdalar. Erdoğan dini bir figür olarak kabul edilmese ekonomik sıkıntılar içinde kıvranan halk tarafından üst üste seçilebilir mi? Unutmayalım ki, halifeliğin alt metninde “bedava cennet” promosyonu vardır. Hilafet demosu TÜRGEV etkinliği ve Bilal Erdoğan‘ın babasının tarzına çok benzer şekilde konuşma yapması Erdoğangillerin kesin iktidarı için hilafeti istediği ve bunu da küresel arkalarına ispatlamaya çalıştığını açıkça gösteriyor, Bunun ilk demosunu da Galata’da gerçekleştirdiler. Şurası net ki, mitingin ardından Filistin veya şehitler değil de etkiye tepki ve Fatih Altaylı konuşuluyorsa hilafet ve şeriat rüyasının sona erdiğini; her iki kavramın da bundan sonra ancak ticari faaliyetler ve cemaatlerin ekmek kapısı olarak varlık gösterebileceğini söyleyebiliriz. Kadim Türk devletinin iki konuda da kararını 100 sene önce verdiğini unutmayalım. Türk devleti için en büyük günah kendine eş güç koşulmasıdır. Tarihimiz ise eş koşmaya çalışanların tık nefes kalışlarının hikayesiyle doludur.

MUSTAFA CAN