Independent yazarı Halim Gençoğlu, “Libya'da Türk varlığı: Osmanlı'dan günümüze kültürel izler” başlıklı yazısında dikkat çekici bilgiler aktardı.

Osmanlı dönemi Libyası hakkında Gençoğlu şunları aktardı:

Osmanlı askerleri, özellikle de Yeniçeriler, Libya'ya göç etmeye başlamış ve bölgede kalıcı bir miras bıraktılar.

Bugün Libya'da kimse kendini Türk olarak tanımlamamakla birlikte Osmanlılardan soyunu aldığını iddia eden binlerce aile mevcut.

Bu sebeple Osmanlı varlığının kültürel, dini ve tarihsel izleri, modern Libya toplumunu şekillendirdi.

Libya'nın Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkisi, Osmanlıların Kuzey Afrika'daki toprak kontrolünü pekiştirmeye çalıştığı 16'ncı yüzyıl ortalarına kadar uzanır.

Osmanlı Devleti, bölgedeki askeri ve idari varlıklarını kurmaya başladığında, Yeniçerilerin Libya'ya gelmesiyle Türk göçü başlamıştı.

1551 ile 1912 yılları arasındaki Osmanlı bağlılık dönemi boyunca, önemli sayıda Yeniçeri bölgeye yerleşti.

Libya'ya göç eden Türkler ve Yeniçeriler, sıklıkla yerel halkla evlenmiş ve bu evliliklerden doğanlar Kuloğlu (Kouloughlis) olarak adlandırılmıştır ki, bu da baba Türk anne Afrikalı anlamına geliyor.

Bu kişiler, Türk ve Libyalı kökenli karışık bir soya sahipti ve varlıkları baskın olmasa da Libya toplumunda önemli bir siyasi grubu oluşturdular.

Buna rağmen zamanla, Kuloğulları daha geniş Libya toplumuna asimile oldu.

20'nci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, "Kuloğulları" terimi kullanılmaz hale gelmiş ve bu kişilerin etnik kimliği büyük ölçüde kayboldu.

Bugün Türkiye'de gazeteci merhum Orhan Koloğlu gibi birçok Libya kökenli Türk aile mevcut.

İtalya-Türk Savaşı diye anılan (1911–1912), Trablusgarb Harbi Libya halkı için önemli sonuçlar doğurdu.

Bu savaş, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgedeki egemenliğinin sona erdiği ve İtalya'nın sömürge yönetiminin başladığı dönemi işaret ediyordu.

Şöyle ki Libya, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olmuş ancak 1911'de İtalya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan ederek Libya'ya saldırmıştı.

Osmanlıların yenilmesiyle Libya, İtalya'nın kontrolüne geçti.

Bu, Libya halkı için bir darbe olmuştu zira Osmanlı yönetimi altında bir dereceye kadar özerklikler vardı.

Trablusgarp Harbinde ana muharipler İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu olsa da savaşın ve sonrasının önemli figürleri olan Ahmed Senusi, Enver Paşa ve Mustafa Kemal (sonra Atatürk) de bu harbin bağlamında önemli roller üstlendiler.

Ahmed Senusi, Libya'daki Cyrenaica bölgesinde, özellikle yerel halkı İtalyan işgaline karşı direniş göstermeye teşvik etmiş, Osmanlı savunmasını dolaylı olarak desteklemişti.

İtalyan Ordusu, şehri işgal için yeterli zaman olmasına rağmen, savaş patlak verdiğinde ancak kısmen hazırlıklıydı, zira İtalya'da o dönemde sosyalist olan Benito Mussolini de dahil harbe karşı bazı muhalefet vardı.

İtalyan Genelkurmayı tarafından yapılan ilk planlar, aşağıdaki unsurlardan oluşan bir işgal kuvvetini öngörüyordu:

34 bin asker

6 bin 300 at ve süvari

Bin 50 asker taşıyıcı

48 top

34 dağ topu

Bu ilk planlar, İtalyan asker sayısını 100 bine çıkarmak ve işgal kuvvetine çift kanatlı uçaklar eklemek üzere değiştirilmişti.

Bu kuvvetin karşısında, antika silahlar, tüfekler ve toplarla karışık 4 bin 800 Osmanlı askeri bulunuyordu.

Libya'nın savunması aceleyle hazırlanacak ve 1911'den itibaren birkaç yüz Osmanlı subayının liderlik ve rehberlik sağladığı yerli nüfusun omuzlarına yüklenecekti.

İtalya'nın zaferinin ardından Libya resmi olarak ilhak edildi ve İtalyan sömürgesi haline geldi.

Bu durum, Libya'nın kaynaklarının İtalya tarafından sömürülmesi, yerli halkın kontrol edilmesi ve baskı altına alınması için İtalyan hükümetinin yeni politikalar geliştirmesi anlamına geliyordu.

İtalyan yerleşimcileri, verimli toprakları ele geçirerek birçok yerli Libyalıyı yerinden etti.

İtalyan işgali, Libya kabilelerinin direniş göstermesine yol açtı ve silahlı isyanlar patlak verdi.

En tanınmış direniş lideri, 20 yıl boyunca İtalyanlara karşı gerilla savaşı yürüten Ömer Muhtar'dı.

İtalyanların direnişe karşı cevabı ise oldukça acımasızdı.

Hakikaten kitlesel infazlar, işkenceler ve birçok Libyalının zorla yerinden edilip toplama kamplarına gönderilmesi söz konusu oldu.

Bu kamplarda binlerce kişi açlık, hastalık ve kötü şartlar nedeniyle hayatını kaybettiler.

İtalya, Libya'nın doğal kaynaklarını, özellikle de 20'nci yüzyılın ilerleyen yıllarında önemli bir kaynak haline gelen petrolü sömürmeye başladı.

Yerel halk, zorla çalıştırma ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya kaldı, çünkü İtalyanlar bu topraklardan ve kaynaklardan yararlanmayı amaçlıyordu.

Dahası İtalyan sömürge yönetimi, Libya toplumunu İtalyan kültürü, dili ve eğitimiyle yeniden şekillendirmeyi amaçladı.

Bu sömürge varlığı, geleneksel yaşam biçimlerini bozdu ve Libyalı halk, 1951'de bağımsızlıklarını kazanana kadar uzun bir süre yabancı yönetim altında kaldı.

Özetle, Trablusgarp Savaşı, Libya üzerinde derin bir etki bırakmış, Osmanlı'nın himayesinin kaybedilmesine, İtalyan sömürge yönetiminin acımasızca dayatılmasına, Libya halkının büyük bir sıkıntıya düşmesine ve uzun süren bir yabancı işgali direnişinin başlangıcına yol açtı.

İtalyan sömürge güçlerinin 1911'de Libya'ya gelmesi, Kuloğlu topluluğu için durumu daha da karmaşıklaştırdı.

İtalya'nın Libya'yı işgalinin ardından, Osmanlı yönetiminin kalıntıları olarak görülen Kuloğulları, bölgede kalmış ancak İtalyanlara karşı verilen milli direnişe ciddi bir katkıda bulunmuşlardı.

Onlar Libya'da, itaatkâr bir azınlık olarak görülmüş ve bir kısmı Osmanlı askeri veya idari yapılarıyla tarihsel bağlara sahip olmakla birlikte, bağımsızlık mücadelesinde aktif bir rol aldılar.

Bu dönemdeki nispi izolasyonları ve alt sınıf durumları, onların Libya toplumundaki marjinalleşmesine yol açtı.

Osmanlı İmparatorluğu, dünyadaki tüm Müslüman topluluğun dini ve siyasi lideri sıfatıyla "halifelik" olarak görülüyordu.

Tüm Müslümanlar gibi, Güney Afrika Müslümanları, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı dini bir bağlılık ve sadakat hissediyorlardı.

Kıtanın çeşitli ülkelerine camileri inşa edip alimler yollayan Osmanlı İmparatorluğu, İslam'ı ve Müslüman çıkarlarını koruyan bir güç olarak görülüyordu.

Bu sebeple Osmanlı İmparatorluğu'nu destekleme düşüncesi, aynı zamanda Müslüman dünyasını savunma açısından dini bir sorumluluk olarak algılanıyordu.

Öte yandan, mesela Güney Afrika'da Osmanlı Devleti'ni destekleyen Müslümanların çoğu, İngiliz sömürge yönetimine karşı direniş gösteren Hintli Müslümanlardı.

Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı emperyalistlerce baskı altında olmasına rağmen, hâlâ sömürgeci olmayan nadir güçlerden biriydi.

Osmanlı İmparatorluğu'nu desteklemek, bazıları için Avrupa emperyalizmine karşı bir duruş sergilemek ve Batılı sömürgeci genişlemeye karşı bir dayanışma göstermek anlamına geliyordu.

Bu dönemde Pan-İslamizm yükselirken dünya çapındaki Müslümanlar, sömürgecilik karşısında birleşmeyi ve ortak bir Müslüman kimliği geliştirmeyi gaye edindiler.

Güney Afrika'daki Hint kökenli Müslümanlar, bu hareketten etkilenmişti ve bu nedenle Osmanlı davasına destek veriyorlardı.

Güney Afrika'daki Hint kökenli Müslümanlar, Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere daha geniş Müslüman dünyasıyla kültürel ve tarihsel bağlara sahiptiler.

Birçoğu, nesiller boyu Müslüman dünyasıyla dini ve kültürel bağlarını korumuş olan Hintli Müslümanların torunlarıydı.

İtalya'nın Libya'ya yaptığı saldırı, Avrupa emperyalizmi olarak görülüyordu ve birçok Güney Afrikalı Müslüman, bunu başka bir Müslüman ülkesine yönelik bir saldırı olarak değerlendirdi.

Batılı bir Avrupa gücünün başka bir Müslüman toprak üzerinde hakimiyet kurmasına karşıydılar.

Bu noktada Güney Afrika'daki Osmanlı başkonsolosu Ohannes Majakyan Bey'e maddi manevi destek vererek yardımların Libya'da savaşan Türk askerlerine iletilmesini sağladılar.

Bu suretle Güney Afrika'daki Müslümanlar, Trablusgarp Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nu desteklediler zira bu destek dini dayanışma, sömürgecilik karşıtlığı, Pan-İslamizm'in etkisi, kültürel bağlar ve İtalyan emperyalizmine karşı bir duruş sergilemekti.

Türk cami ve mezarlarını saymazsak modern Libya'da bugün belirgin bir Türk kimliği olmasa da, Osmanlı dönemi, bölgenin kültürel manzarasında önemli bir iz bıraktı.

Osmanlı varlığı, özellikle dil, mutfak ve giyim gibi birçok kültürel alanda Libya kültürüne katkı sağlamıştı.

Baas Rejiminin Çöküşü Bayırbucak Türkmenleri İçin Yeni Umut Oldu Baas Rejiminin Çöküşü Bayırbucak Türkmenleri İçin Yeni Umut Oldu

Bu kültürel etkileşimlerin çoğu, Kuloğullarının Libya toplumuna entegrasyonu sayesinde gerçekleşti; zamanla yerel gelenek ve alışkanlıkların birçok unsurlarını benimsediler.

Türklerin Libya üzerindeki en dikkat çekici kültürel etkisi mutfak alışkanlıklarında görüldü.

Kebap, pilav ve baklava gibi yemekler ve bazı hazırlama teknikleri, Osmanlılar tarafından bölgeye tanıtıldı ve Libya mutfağının temel yemekleri haline geldi.

Türk ve Libyalı mutfak uygulamalarının birleşimi, günümüz Libya'sında hâlâ görülebiliyor.

Öte yandan Osmanlı tarzı giyim ve mimari tasarımlar da Libya şehirlerinde iz bıraktı.

Türk askeri ve idari yetkililerinin tarihi varlığı ve Osmanlılar ile Libyalılar arasındaki ticaret, Libya kültürel uygulamalarının gelişimine katkıda bulunmuş ve bu uygulamalarda Osmanlı unsurları yer aldı.

Libya'da Hanefi Mezhebi

Osmanlı İmparatorluğu'nun Libya üzerindeki dini etkisi de önem arz eder.

Osmanlıların dini katkılarından en belirgin olanı, Osmanlı İmparatorluğu'nda egemen olan Hanefi mezhebinin Libya'ya tanıtılmasıdır.

Ancak, Libya'daki Sünni Müslüman nüfusun büyük bir kısmı, Kuzey Afrika'nın yerel geleneklerine daha derin kök salmış olan Maliki mezhebine bağlıdır.

Bu farklılığa rağmen, Osmanlılar, Libya'nın dini yapısını şekillendirmede önemli bir rol oynadı, özellikle yönetici elit ve şehir merkezlerinde Hanefi geleneğini teşvik ettiler.

Libya'da Türk soylu önemli figürler

Kuloğlu topluluğu giderek daha fazla Libya toplumuna entegre olsa da Türk soyundan gelen bazı önemli şahsiyetler, Libya'nın siyasi, askeri ve kültürel tarihinde önemli katkılarda bulundular.

Bu şahsiyetlerin çoğu ya Türk kökenli oldukları ya da Libya'daki Osmanlı mirası ile derin bir bağları olduğu iddia edilerek anılıyor. Bunların bazılarını aşağıda görebiliriz.

Mesela bunlardan Emrullah Barkan, Türk asıllı bir politikacı olup Libya siyasetine katkıları ile biliniyor.

Yine Hüsnü Bey Libya'nın Osmanlı ve erken İtalyan dönemlerinde ekonomik alanda tanınmış önemli bir iş adamıydı.

Yine Ahmed Karamanlı 1711-1835 yılları arasında Trablusgarp'ı yöneten Karamanlı Hanedanı'nın kurucusuydu.

Saltanatı, Libya'daki Türk etkisinin zirveye ulaştığı dönemi temsil ediyor.

Bunlardan Sadullah Koloğlu 1950'lerin başında Bingazi ve Darnah'ın eski başbakanı olup gazeteci Orhan Koloğlu'nun babasıdır.

Bu şahsiyetler, Libya'daki Türk etkisinin kalıcı mirasını temsil ediyor.