Tarihi Çarpıtmaların Perde Arkası Aralanıyor...

Tarihsel gerçekler, karanlık emelleri olanlar tarafından sıklıkla çarpıtılır. Özellikle Türk milletinin köklü devlet geleneğini hedef alanlar, geçmişi kendi siyasi ajandalarına alet etmekten çekinmezler. Medine Sözleşmesi olarak bilinen metin, işte tam da böylesi sinsi oyunların merkezine yerleştirilmiştir. İddiaların aksine, ortada ne devlet vardır ne de anayasa; sadece farklı toplulukların bir arada yaşama çabası söz konusudur. Ancak siyasal İslamcı odaklar, metni kasıtlı olarak yanlış yorumlayarak Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerine dinamit koymaya çalışmaktadır.

Medine'de Devlet Yoktu: Kabile Savaşlarının Gölgesi

Hazreti Muhammed Medine'ye hicret ettiğinde, şehirde merkezi otoriteden eser yoktu. Yüz yılı aşkın süredir devam eden Evs ve Hazreç kabilelerinin kanlı savaşları, toplumsal yapıyı paramparça etmişti. Yahudi kabileleri dahi kendi içlerinde bölünmüş, farklı Arap kabileleriyle ittifaklar kurarak çatışmaların parçası olmuşlardı. Devlet olarak tanımlanabilecek hiçbir siyasi veya kurumsal yapı mevcut değildi. Peygamberin gelişi, otorite boşluğu nedeniyle kolaylaşmış, mevcut güç odaklarının emrine girme zorunluluğu ortadan kalkmıştı. Dolayısıyla, olmayan devletin üzerine devlet kurma iddiası, en başından temelsizdir.

Sözleşmenin Gerçek Niteliği Sivil Toplum Anlaşmasıdır!

Peygamber, Medine'deki Yahudiler ve müşrik Arapların ileri gelenleriyle oturup anlaşmıştır. Ortaya çıkan metin, 49 veya 52 maddeden oluşan, farklı grupların haklarını, sorumluluklarını ve aralarındaki ilişkileri düzenleyen hukuki nitelikte sözleşmedir. Temel amaç, iç çatışmaları sonlandırmak, dış saldırılara karşı ortak savunma hattı oluşturmak ve anlaşmazlıklarda Peygamberin hakemliğini kabul etmekti. Herkes kendi inancında serbest bırakılmış, geleneklerine dokunulmamıştır. Ortak payda din değil, sözleşmenin getirdiği kurallardı. Metin, farklılıkların çatışma yerine uzlaşıyla yönetildiği sivil toplum örneğidir.

"Ümmet" Kavramının Saptırılması: Kapsayıcılıktan Dışlayıcılığa

Sözleşmede geçen "ümmet" ifadesi, metnin en çarpıcı noktalarından biridir. Peygamber, Müslümanlar, Yahudiler ve hatta müşrikleri dahi kapsayan geniş topluluğu "ümmet" olarak tanımlamıştır. Ancak zamanla siyasal İslamcılar, kavramı kendi tekellerine alarak sadece Müslümanları ifade eden dışlayıcı anlama indirgemişlerdir. "Ümmetçilik" adı altında yürütülen politikalar, hem gayrimüslimleri ötekileştirmiş hem de Müslümanlar arasında ayrışmalara yol açmıştır. Sözleşmedeki orijinal anlamından koparılan ümmet kavramı, küresel projelerin aracı haline getirilmiştir.

Devlet Değil, Anayasa Hiç Değil: Kurumsal Yapı Eksikliği

Medine Sözleşmesi'ni ısrarla "ilk İslam devleti" veya "anayasa" olarak sunanlar, temel devlet unsurlarını göz ardı etmektedir. Ortak ordu birliği yoktur; savunma, her grubun kendi sorumluluğundadır. Merkezi vergi sistemi mevcut değildir. Kurumsallaşmış devlet yapısından söz etmek imkansızdır. Metin, İslam hukukuna göre düzenlemeler içermez; sadece taraflar arası ilişkileri belirler. Dolayısıyla, hukuki sözleşmeyi anayasa olarak nitelemek, kavramları altüst etmektir. Eşyanın tabiatına aykırı şekilde, olmayan devleti var gösterme çabası, art niyetli yorumdan başka şey değildir.

Siyasal İslamcı Yorum ve Türkiye'ye Yönelik Tehdit

Medine Sözleşmesi'nin devlet modeli olarak pazarlanması, tesadüfi değildir. Özellikle Muhammed Hamidullah gibi isimler ve hatta Alman araştırmacıların etkisiyle yaygınlaştırılan yorum, siyasal İslamcı ideolojinin temel dayanaklarından olmuştur. Amaç, İslam adına siyasi otorite kurmayı meşrulaştırmak, şeriat devleti özlemlerine tarihsel kılıf bulmaktır. Asıl hedef ise Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik ve üniter yapısıdır. Türk milletinin egemenliğini, din maskesi altında gasp etme planları, Medine örneği üzerinden sinsice yürütülmektedir.

Sonuç: Uyan Türk Milleti! Oyun Büyük!

Medine Sözleşmesi üzerinden yürütülen tartışmalar, basit akademik fikir ayrılıkları değildir. Türkiye'yi hedef alan küresel projelerin parçasıdır. Tarihi gerçekleri çarpıtarak, milletimizin değerlerini kullanarak ulusal birliğimizi ve devletimizin temel niteliklerini sarsmaya çalışanlara karşı uyanık olmak zorundayız. Geçmişten ders alarak, milli kimliğimize ve cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkmalıyız. Siyasal İslamcı yorumların ve arkasındaki karanlık planların farkında olarak, Türkiye'ye kurulan tuzakları bozmak her vatanseverin görevidir. Tehlike kapıdadır; bilinçlenmek ve direnmek şarttır!

Önemli Bilgi; Bu yazı Abdülbaki Erdoğmuş'un bir konferansında verdiği önemli bilgiler ışığında kaleme alınmıştır...