Batı emperyalizmin yeni işgal metodu; önce eko politik uluslararası anlaşmalarla tam bağımlı hale getirdikleri İslam ülkelerini, süreç içerisinde altından kalkamayacakları bir büyük borçlanmaya sokarak siyasal büyük tavizler almaktı. Maalesef bunu da başarmışlardır.

Bugün dünyanın hangi bölgesinde bir İslam ülkesine bakarsanız bakın, batının kullandığı taktiğin aynı olduğunu göreceksiniz. Çünkü bire bir vuruşarak insan kaybetmeyi değil, süreç içerisinde İslam ülkelerinin kaynaklarını borçlandırarak sömürmek çok daha az maliyetlidir.

Bir ülkenin kaynaklarını, sözde ekonomik işbirliği ile bağımlı ekonomik diş politikalar oluşturarak; özelleştirme adı altında kaynaklarınızı teslim ederseniz, devletinizi ve milletinizi zayıflatırsınız. Zayıf düşürülmüş olan bir devlet iradesi yeni işgal yöntemleri ile karşı karşıya kalacağı açıktır.

Bugün Türkiye’nin düştüğü durumun temel kaynağı olarak bağımlı ekonomik politikalar olduğunu söyleyebiliriz. Ak Parti gibi batı emperyalizmine karşı olduğunu söyleyen bir partinin, Ortodoks ekonomi politikalarını terk etmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatalım.

Bu politikalardan nasıl kurtulması gerektiğini, küresel elitlerin ülkemizde çok yönlü tatbik ettikleri projelerin kaldırılması için; millete dayalı ve milleti zenginleştirecek bir iktisadi modele geçilmesi gerektiğini bugüne kadar hep söyledik. Bunun zor olmadığını, adım atıldığında kısa vadede sonuç vereceğini tekrar hatırlatmış olalım.

Türkiye’de mülteci sorunu tartışmaları

Cumhur ittifakı ve millet İttifakı şeklinde bölünmüş bir milletin siyasi temsilcileri, gazetecileri, televizyonları mülteci konusunda da aynı bölünmüşlüğü sergiliyor.

Mülteci konusu, ülke içinde başlamadığı halde, ülke içiymiş gibi sadece iç siyasi yaklaşımlarla değerlendirildiği sürece, sağlıklı bir politika ne iktidar tarafından nede muhalefet tarafından üretilemeyecek.

Önce sorunun kaynağını tespit edelim. Sonra sorunu tahlil edelim. Sonra çözüm önerilerimizi söyleyelim.

Türkiye’de mülteci sorununun kaynağı; ABD, İslam ülkeleri coğrafyasında haçlı seferlerini 21.yüzyıl stratejileri ile sürdürmesidir. ABD’nin Vietnam’da göğüs göğse savaşarak aldığı büyük darbe, vekalet savaşları üzerinden yeni stratejisini oluşturdu. İran -Irak savaşında bunu basarı ile sürdürdü. Iran’ı ekonomik olarak çökertti, Irak’ı parçaladı. Merkez bankasındaki altınlarına el koydu. Petrole el koydu. Bölgede sözde İslami hareket diye İŞİD kurdurdu ve kullandı. Irak’ın büyük bir kısmını işgal etmesine müsaade etti. Nüfus göçlerini oluşturarak tapu kayıtları yakıldı ve kimine de el koydu.

PKK’nın Irak’da yeni isimlerle bölgeye yerleşmesi ile Suriye’nin bölünmesine zemin hazırlandı. Tabi bu arada Nato üzerinde sömürdüğü Afganistan için de Taliban’la gizli anlaşmalar yaptı. Taliban ABD saldırmaktan çok yine kendi halkına saldırdı. Bugün ABD, Taliban’la yaptığı gizli anlaşmalar üzerinden Afganistan’dan çekildiğini açıkladı.

Türkiye, ekonomik politik olarak ABD’ye bağımlı olduğu için son Nato toplantısında kamuoyuna açıklanmayan anlaşmalar yaptığı söyleniyor. Tabi Türkiye, Nato görüşmesine gitmeden, kamuoyunun anlamakta zorluk çektiği bir açıklama yaptı; Afganistan havaalanını korumayı üslenebileceğini söyledi. ABD, Afganistan’dan çekileceğini daha önce açıklamışken, Türkiye’nin böyle bir açıklama yapması açıkçası bizi de şaşırttı.

Yine bizi şaşkınlığa düşüren bu sürecin bir uzantısı Afgan göçünün, ülkeler aşarak Türkiye’ye mülteci göçü diye gelmesiydi. Gelenlerin çocuk kadın olmaması, eli silah tutan gençlerin olması meselenin bir insani göç olmadığı gerçeğini ortaya koyuyordu. Oysa olay çok basitti. ABD anlaştığı Taliban'a ülkeyi teslim edecekti. Kendisi ile iş birliği yapmış, bu iş birliği nedeni ile de Afganistan’a, Taliban hızlı bir şekilde (İŞİD Irak’ı kısa sürede kamyonetlerle aldığı gibi) sahip olacaktı.

ABD, Afganistan’da ABD ile hareket etmiş, yeri geldiğinde ABD askeri üniforması giymiş Afganistan'lıları yine ileride kullanmak üzere sahiplenecekti. Bunun bir kısmını Nato ülkesi olan Türkiye’ye taşıyacak. Bir yandan Türkiye’nin demografik yapısını etkilerken, ileride muhtemel terör hareketleri içinde zemin hazırlayacaktı. Çünkü Türkiye’yi seçim öncesi Halk bank davası ile, muhalefeti destekleme açıklamaları ile tehdit etmişti. ABD, Nato görüşmesi öncesi, stratejisinin Türkiye ayağını kabul ettirmişti. ABD, Afganistan’da kendisi ile hareket eden gurupların diğer bir kısmını Afganistan’a sınır olan Pakistan ve Türk Cumhuriyetleri sınırlarına yerleştirecek. Çünkü Rusya ve Çin’in ileride meşgul edilmesi için şimdiden bir zemin oluşturmak gerekiyordu.

Türkiye kamuoyunu meşgul eden mülteciler meselesinin birincil aktörü ABD olup, bunun gereği gibi muhalefet tarafından gündeme getirilmemesi, sorun çözücü bir mantıkla değil, siyasi rant oluşturma amacına yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bir muhalefetin iktidarın oluşturduğu böyle bir zafiyetten istifa etmesi tabidir. Çünkü amaç iktidar olma yolunda ciddi bir boşluk görülmüştür. Tabi burada kast ettiğimiz Millet İttifakıdır. Ancak muhalefetin mülteci sorununa karşı yaptığı açıklamalar; plansız programsız, ‘’geldikleri gibi göndereceğiz’’ demenin ötesinde bir şey değil. İktidar olduklarında Suriyelileri ve Afganlıları göndereceklerini söylüyorlar. Bu açıklamaları mülteci merkezine dönüşmüş Türkiye’yi yönetmede ehil açıklamalar olarak görmüyoruz.

Muhalefetin AB ve ABD ile ilgili açıklamalarının net olmayışı, yarım ağızla konuşmaları, onların desteğini kaybetme kaygısını da taşıdıklarını da görüyoruz.

Muhalefetin bir kısmı ise, Türkiye’nin göç merkezi haline getirilmesine çok daha gerçekçi baktığını görüyoruz. Bunların başında yakında partisini kuracağını açıklayan, İyi Parti içinde feto yapılanmaları ile rahatsızlığını dile getirip, eleştirilerini yapan ve sonra partiden ayrılan bağımsız milletvekili Ümit Özdağ geliyor.

Kendisinin milliyetçi kökenli olmasından dolayı, yaptığı açıklamalar yüzünden ırkçılıkla itham edilmesine neden oldu. Ancak biz tarafız gözle meseleye baktığımızda, Ümit Özdağ’ın bir ırkçılık duygusuyla meseleye bakmadığını söylemek isteriz. Yaptığı tespitler, halkın çok büyük bir kısmının kanaatini yansıttığını söyleyebiliriz. Bu oran % 80 oranlarında olup, Cumhur İttifakının büyük bir seçmeni de artık mülteciler konusunda aynı düşünüyor. Çünkü Halk sağ duyusu ile; ABD’nin ve AB’nin mülteci politikaları üzerinden Türk hükumetine, dolaysı ile Türk devletine operasyon yaptığını görüyor. Toplumun seçmen farklılığı, göçmen konusunda ortak bir fikir noktasına gelmiştir.

Şunun altını da çizmek isteriz; Suriye’de ki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan insanlara Türk halkı kucak açmıştır. Yediğinden yedirmiş ekmeğini bölüşmüştür. Savaşın sürdüğü zamanda halkın hiçbir kesimi mültecileri kendi vatanlarına geri gönderelim demedi. Türk milleti her zaman mazlumdan yana olmuştur.

Milletimiz durumun artık değiştiğini, İktidarın mültecileri kendi yurtlarına göndermesi için sağlıklı bir planlama yapması gerektiğini, bunun için gerekirse barışın kalıcı olması için; Esad Rejimi ve Rusya ile süren görüşmelerin hızlandırılmasını istiyor.

Sözde Nato müttefiğimiz ABD, Suriyeli mültecilerin topraklarına asla dönmesini istemiyor. Çünkü PKK ve uzantılarını Suriye’nin kuzeyine yerleştirip kanton devlet kurması için biraz daha zamana ihtiyacı var. Eğer araplar topraklarına dönerse, ABD’nin işi çok daha zorlaşacaktır.

Biz Esad’ın Ülke dışındaki Suriyelileri geri çağırmasını, Türkiye’nin yeni bir stratejisine zemin oluşturabileceğine inanıyoruz. PKK’nın Kuzey Suriye’den sökülüp atılması için; Türkiye’nin içinde olacağı, Rusya ve Esad rejimi ile zaman kaybetmeden el altından bu süreci başlatması gerekir. Bu bir devlet politikası olarak gizli bir planlamayı gerektirir. Muhalefetin ifade ettiği gibi, iktidara geldiğimizde 5.5 milyon Suriyeli’yi ülkesine göndereceğiz demesi, açıkçası halkın nazarında oluşmuş mülteci konusundaki haklı tepkisinden oy devşirmek için yaptığı açıklamalardır.

Evet, vatanlarından savaşla sürülen Suriyeliler kendi vatanlarına dönmelidir. Suriye ile sınırımız bu şekilde güven altına alınmalıdır. Türkiye’nin desteği Suriye’ye dönen insanlara devam etmelidir. Türkiye, mültecileri ne Terör örgütü PYD ve PKK’nın saldırılarına nede Esad Rejiminin baskılarına terk etmemelidir.

Yanlış politikalardan vazgeçmek, toplumun her kesiminin çözüm önerilerine kulak kabartmak gerekir. Ülkemizin parçalanmasını isteyen Batı emperyalizmidir. Suriye’nin geçmişte PKK ile ilgili Türkiye’nin aleyhinde yaptığı hatalar, bugün ki duruma gelmesi ile de ilgilidir. ABD’nin girdiği ülkelerde nüfus hareketleri ile geliştirdiği stratejileri doğru okunmalıdır. Bunu muhalefet de görmesi gerekir. İktidarı bu konuda yönlendirmek, dış politikada ortak bir zeminde hareket etmek gerekir. Tabi bu muhalefet açısında PKK’nın siyasal uzantısı ile ilişkisinin netleşmemesi ayrı bir handikap olarak ortada durmaktadır.

Selam ve dua ile...

@yunuseksi_53