Bardakçı söz konusu belgeyi öyle anlattı:
"Atatürk’e ve Zübeyde Hanım’a karşı yapılan bütün bu hakaretlerin kaynağının Dr. Rıza Nur isimli çatlağın hatıralarına dayandığını geçen gün yazmıştım.. Ama iş Rıza Nur’un edepsizlikleri ile kalmadı, onun yazdıkları temel alınarak son derece acemice hazırlanmış sahte bir mahkeme kararı uyduruldu: Selânik Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı olduğu iddia edilen ama imlâsı baştan aşağı bozuk ve sadece dil değil, resmî üslûp bakımından bile Osmanlı dönemi mahkeme kararları ile alâkası bulunmayan ve yeni imal edildiği daha ilk bakışta anlaşılan, eski harflerle sözümona bir belge... Düzmece belgede Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile Abduş adındaki hayalî bir kişinin ilişkisinden bahsediliyor ve ayrıntılarını yazmaya edebin ve terbiyenin elvermeyeceği başka iddialarda da bulunuluyordu."
BELGEDE HER KELİME HATALI
"Belge, 1980’lerin ortasında elden ele dolaşmaya başladı. Belge, 1988’de 'Ümmet' isimli bir derginin yayınladığı 'M.Kemal’in Babası Kim?' isimli küçük bir kitapta da yer aldı" diyen Bardakçı, belgedeki hataları şöyle sıraladı:
"Şekil, ifade ve imlâ bakımından baştan aşağı yanlıştı, 19. yüzyıl Osmanlıcası ile değil, 'yeni Türkçe düşünüp eski Türkçe yazmaya heveslenmiş' acemiler tarafından yakın zamanlarda uydurulduğu ilk bakışta anlaşılıyordu ve neresinden tutsanız elinizde kalıyordu!
Meselâ, 19. asır Türkiyesi’nde vârolmayan bir 'Asliye Hukuk Mahkemesi' ismi uydurulmuştu. Belgenin üslûp bakımından Osmanlı döneminin resmî yazı kuralları ve mahkeme kararları ile de hiçbir alâkası yoktu. O devrin resmî yazılarında geçmeyen kelimeler kullanılmıştı, hattâ acemilikten en alta tarih koyarken bile kurtulamamışlar, mahkeme kararlarında şart olan Hicrî tarih akıllarına gelmemiş, sadece Rumî tarih kullanmışlardı, hattâ 'kânun-ı evvel' ayının imlâsı bile yanlıştı.
Ama asıl rezalet, ortada imlâ diye birşeyin bulunmaması, dünya kadar kelimenin yanlış yazılması idi!
Sözkonusu sahte belgedeki imlâ hatalarından bazılarını aşağıda maddeler hâlinde sıralıyorum. Eski harfleri bilenlerin kolayca anlayabilecekleri bu izahatım gerçi biraz teknik olacak ve Eski Türkçe’yi bilmeyenlere pek bir şey ifade etmeyecek ama elde bulunmasında yine de fayda vardır, zira günün birinde işinize yarayabilir!
İşte, okuma-yazma özürlü biri veya birileri tarafından devrilen çamlar:
Aded: Cehalet silsilesi, düzmece belgenin girişinden başlıyor! Bu kelimenin imlâsı belgeyi uyduran cahilin yazdığı dibi 'ayın-dal-te' değil, 'ayın-dal-dal' biçimindedir ve 'aded'i o devirlerde değil hâkimler, mahkemenin kahvecileri bile 'te' ile, yani 'adet' diye yazmamışlardır.
Vermiş: 'Vav-rı-mim-şın' değil, 'vav-ye-rı-mim-şın' yazılır; yani 'ver' kelimesinin aslı 'vir' olduğu için 'vav'dan sonra mutlaka 'ye' konur.
Olduğun: 'Eliv-vav-lamdal-ye-kef-nun' ile değil, 'elif-vav-lam-dal-ye-gayın-nun' diye yazılır. Ancak 'olduğun' kelimesinin o devirde böyle bir cümlede 'olduğunu' şeklinde kullanılması gerektiği için, sondaki 'nun'dan sonra da 'ye' konur.
İddia: Çüş ki, ne çüşşşş! Bırakın o devrin hâkimlerini, bugün belediyelerin açtığı eski Türkçe kurslarına gitmeye daha yeni başlamış bir hevesli bile, 'iddia'nın bu belgeyi uyduran cahilin karaladığı şekilde yani 'elif-ye-te-dal-ye-ayın-elif' diye değil, 'elif-dal-ayın-elif' biçiminde yazıldığını, yani kelimenin 'itdiae' değil, 'iddia' olduğunu bilir! Aynı şekilde, 'iddianâme'nin başındaki 'iddia'nın imlâsı da böyledir!
Miras: 'Mim-rı-elif-sin' değil, 'mim-ye-rı-elif-se' yazılır ve mahkeme belgesi uydurarak hâkimlik oynamaya çalışan cahil her kim ise, hukukun en yaygın kelimelerinden olan “miras”ın yazılışından bile habersizdir!
Vermiş: Doğru yazılışı 'vav-rı-mim-şın'değil, 'vav-ye-rı- mim-şın'dır!
Veled: 'Vavlam-tı' yani 'velt' yahut 'vült' okutturacak biçimde değil 'vav-lamdal' yazılır ve 'veled' okunur.
Keyfiyetin: Bu ifade, tarihte tek bir defa bile olsa mâlûm belgeyi uyduranların cehalet çukurlarında debelendikleri şekilde, yani 'kef-ye-feye-he-dal-yenun' diye yazılmamıştır; doğrusu 'kefye-fe-ye-te-kef' iledir.
Tezkire veya tezkere: Hukukun yine en fazla kullanılan ifadelerinden olan 'tezkire', meçhul sahtekârların ücra dağların tepesindeki mekânlarında yazdıkları gibi 'dal' ile ve 'dezkereeee' diye telâffuz edilmektedir ama kelime asırlar boyunca 'te-zel-kefrı-he' şeklinde yazılmıştır, bugün de böyle yazılır ve 'tezkirenin' derken de sondaki 'nin' eki için 'nun-ye-kef' değil, sadece 'nun-kef' ilâve edilir!
Kânun-ı evvel: 'Aralık ayı' mânasına gelen bu kelimede ikinci 'nun'dan sonra 'ye' gelmez; üstelik bu ifade resmî belgelerde böyle acemice ve iki ayrı kelime hâlinde değil, birleşik ve genellikle harfler içiçe geçmiş şekilde yazılır ve bir adlî kâtibin ay isminde bile hatâ etmesine imkân yoktur!
Abduş: Herifler ortaya attıkları hayalî ismi, yani 'Abduş'u bile doğru yazmaktan âciz! İsmin aslı olan ve 'kul' mânâsına gelen 'Abd' sözü 'elifbe-dal' değil, 'ayın-be dal'iledir ve adamlar Kur’an’da defalarca geçen 'abd' sözünü yazmayı bile becerememektedirler!"
Bardakçı, sahtekarlara ise şöyle seslendi: "aranızda doğru dürüst okuma-yazma bilen ve sahte belge hazırlarken daha az hatâ yapacak tek bir kişi bile kalmadı mı?".