Bahçeli, ülkücülerin başarısızlıklarla dolu, yirmi yıllık serüvenidir. Bu yüzden, “Git artık.” demek için yirmi yılın sonunda ayağa kalktılar.
Bu iş nasıl olacaktı? Demokratik bir ülke! olduğumuza göre, kongre olacak, seçim olacak, yeni bir genel başkan seçilecekti. Bunun için gereken tek şey delege çoğunluğunu sağlamaktı. Sağlandı mı? Evet. Evet, ama karşıda bir parti yönetimi değil, kendisine rakip olamayan o başarısız parti yönetiminin devamını isteyen bir iktidar vardı. Kaybedeceğini gören Bahçeli, iktidarın bu hevesini görünce, ona sığınmıştı. Olsun, demokratik rejimlerde iktidar, rakibinin başarısız kalmasını ister, ama delege ne derse o olur, değil mi? Evet, ama öyle olmadı. İktidar, delegenin karşısına devleti sürdü.
Bu kongre süreci, haksızlık, garabet ve zulüm süreci oldu. Bahçeli’yi istemeyen partililer, kendi aralarında bir bayramlaşma toplantısı yapmak istedi, yirmi kişilik gurupla ve silahla bastılar. Delege çoğunluğunun prosedürlere uygun olarak yapmak istediği kongre, polis gücü ile engellendi. Hiçbir gerekçe yoktu. Yollar kesildi, kongre salonlarına girilemedi. Alınan kongre kararları, mahkemelerde haksızca iptal edildi. Yenilenen kongreler dava edildi, sonuçlandırılması zamana yayılıp kongre dumura uğratıldı. Velhasıl kanunlara, yönetmeliklere teamüllere rağmen, ne kongre yapılabildi ne de yönetim değiştirilebildi. Zulüm, hakkı yenmişti.
Bu iki yıllık süreçte, devletten kaynaklanan büyük bir travma yaşandı ve sonunda yeni bir parti kurmak mecburiyeti doğdu: İYİ Parti. Parti kurma süreci de çok zorlu geçti. Tüm medyayı elinde bulunduran Bahçeli’nin güç aldığı iktidar, İYİ Parti’ye olmadık iftiralar attı, yalanlarla karaladı. Elindeki gücü kullanarak toplantılarını sürekli sabote etti. Salon verenler, mekân verenler tehdit edildi, caydırıldı. Yaşananlar acı ve kahır doluydu. Başından beri olanların müsebbibi kimdi? Bahçeli.
Nihayetinde iktidar ve yandaşı Bahçeli, İYİ Parti’yi seçime sokmamak için, “baskın seçim” kararı aldı. O durum da bir şekilde aşıldı ve medyanın izole ettiği parti, imkânsızlıklar içinde seçime girdi. Seçimdeki tek gücü, hiç bir menfaat beklemeden, cebinden, evinin nafakasını harcayarak toplantılara, mitinglere koşan, bu harekete umut bağlamış insanlardı. Onlar yaz-kış, soğuk-sıcak, yağmur-çamur, yokluk-yoksulluk demeden, üç yıla yakın bir zamandır koşuyorlardı. Güç aldıkları yer, Bahçeli’nin iktidar eliyle yürüttüğü zulmün onlarda yarattığı itici enerjiydi. Çünkü, bütün sıkıntılarının kaynağı Bahçeli’ydi ve ona karşı kazanmak istiyorlardı.
Seçim, iktidarın ülke sathındaki hâkimiyeti içinde, öyle veya böyle oldu, bitti. Haksızlıklar, yolsuzluklar, usulsüzlükler bir yana bırakılırsa, ülke genelindeki kanaate göre, İYİ Parti, mecliste bir gurup kurarak kazandı, ama iktidarı alma iddiasında kaybetti. Bahçeli de bütün tahminlerin ötesinde, ortağının seçmeninden oy alarak İYİ Parti’ye benzer sayıda milletvekili ile meclise girdi. Seçim sonuçları, İYİ Parti taraftarları üzerinde yeni bir travma yarattı.
Bütün bunlar olurken, meclis, seçimden on üç gün sonra ilk toplantısını yaptı. Bahçeli’nin gurubu, sayılarının yakınlığı nedeniyle, İYİ Parti gurubu ile yan yana düşmüştü. Çoğunluğu aynı partiden gelme bu insanlar, elbette birbirinin yüzüne bakmadan yan yana oturamazlardı. Merhabalaşmak, hatta tokalaşmak icap ettiği anlar olacaktı ve oldu da. Bunda bir beis yok.
Ne var ki, bu yan yana oluşta, İYİ Parti seçmeninin asla kabul edemeyeceği bir şey vardı, iktidarın gücüne yaslanarak kendisine bunca zulmü yapan Bahçeli’ye yakın davranmak. Yakın davranmayı bırakın, bir de İYİ Parti seçmeninin oyunu alıp o seçmenden utanmadan, sıkılmadan onların ıstırabını tekmeleyerek vicdanlarını ezerek eğilip Bahçeli’nin elini öpmek… Maalesef bu durum da yaşandı. O hareket herkese, “İYİ Parti kaybetmemişti, ama işte şimdi kaybetti.” dedirtti.
O öpülen el ki aylardır, sana, senin liderine, senin seçmenine parmak sallamış, tehdit etmiş her türlü vicdansızlığa kalkmıştı. O Bahçeli ki daha ilk günden seni, senin liderini, senin seçmenini hiç sevmediğin bir güruhun içinde göstermiş, iktidarın güçlü medyasını kullanarak onlara iftira atmıştı. Kendini savunacak bir araçları da yoktu. Yalanlarını, iftiralarını yüzüne çarpamadan, derdini anlatamadan ezilip kalmışlardı. Onlarla beraber seni de ipsiz yurduna koymuştu, o Bahçeli.
Şimdi soruyorum, kendi kişiliksizliğin bir yana, senin için aylarca koşturan o seçmenine hiç mi saygın yoktu senin?
Nasıl unuttun yağmur altında, çamurda tarlalardan yol bularak kongre salonuna girmeye çalıştığınız günleri?
Yoksa, orada yok muydun? Nasıl unuttun kongrelerde seçilen yöneticilerin, aynı gün görevden atıldığını?
Nasıl unuttun aday oldu diye partiden atılan arkadaşlarını?
Nasıl unuttun kongreye sokulmayan, ama yine de seçilen başkanların ihraç edilişini?
Ne çabuk unuttun basılan toplantıları, seçim stantlarını, bıçaklanan o fedakâr insanları?
Nasıl unuttun, il ilçe kongrelerine sokulmamak için kurşunlanan, mafyavari vurulan insanlarını?
Ne çabuk unuttun?
Madem Bahçeli’nin elini öpmeye bu kadar merakın vardı, neden orada değildin, neden bir de o insanların sırtına basarak meclise girdin?
Şimdi sen, istifa etmek gibi bir erdem gösteremezsin. Senin yapman gereken tek şey, sana oy veren, aşağılanmış, itilmiş, ezilmiş insanların haram ettiği haklarıyla, o çok hayran olduğun adama temelli gitmendir.
Gideceğin yerde el öpme meraklısı çok zaten.
Sen de onlarla beraber her gün, üç öğün, öp Bahçeli’nin o arada bir burnuna sürdüğü elini.
Doya doya öp, yalaya yalaya öp. Öp öp…