Oğuz Beylerini uyku basmış. Ne yediler, ne içtiler acaba? Yakın çağa damgasını vuran, sözünün üstüne söz söyletmeyen ve bir değil birkaç devlet kuran Türk Milliyetçileri, neoliberalizme yenik düştü.
İttihat Terakki ile istibdada karşı meşrutiyeti, Alaş Orda ile ulu Türkistan’da dirilişi, Mehmet Emin Resülzade ile Can Azerbaycan’da millî devleti, Atatürk ile Türkiye Cumhuriyeti’ni, Rauf Denktaş ile Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran, yüce ruha ne oldu?
Haykırarak, en yüksek sesle soruyorum: Ne oldu?!
Kabına sığmayan, kıtalar ötesine Teşkilat-ı Mahsusa ile operasyonlar düzenleyen millî dinamizm, siyasi pratik, politik canlılık gitti, yerine “Arkanızdayım abi” tipinde bir siyasi-pratik geldi.
Neoliberalizmin tam karşısında, onu yenmesi gereken en güçlü rakip olduğunun bilincinde olması gerekenler, Hasan Sabbah’ın tütsüsüne tutulmuş gibi umursamadan bakıyor. Ve kurulu dünyanın egemen güçleri, Oğuz Beyleri toyda iken etrafımızı usul usul çeviriyor.
İşte bakın:
Milliyetçilerin kurduğu devletin, 15 yılda yaptığı onlarca sanayi kurumunu, işletme ve fabrikaları birileri haraç mezat sattı.
Bir kere daha bakın.
Dünyanın 16-17. büyük ekonomilerinden biri iken, 23. sıraya geriledik.
Çok daha vahimi, tarihten ders almadık. Gelinen noktada, devlet, tıpkı Osmanlı geçmişindeki gibi, adeta onu tekrarlarcasına ülkemiz ağır borç yükü altına sokuldu.
Eyvahlar olsun!
Tıpkı Osmanlı geçmişimiz gibi gene borç aramaktayız.
Facia “geliyorum” demiyor mu sizce?
Milliyetçi siyaset kurumları (İYİP-ZP-MHP-BBP), milliyetçiliğin kurucu paradigmasına uygun yeterli ve nitelikli siyaset üretmiyor. Neolibaral düzenle uyumlu, sistemin karşısında değil, yanında ve içinde, gündelik hassas noktalar üzerinden politik söylem geliştiriyor.
Bu politikanın dolanımında olan en belirgin ve geçerli kavramlar; PKK, PYD, HADEP, FETÖ. hepsi bu çerçevede.
Ülke batıyor.
Halk sefil.
Millî gelirin bölüşümünde derin uçurumlar oluşmuş, Türkiye’de bir kesim acı içinde.
Vatanın evlatları, milletin oğulları ve kızları perişan, Oğuz Beyleri ve kızları belediyeyi kime kazandıracağız telaşında.
Ege’de düşman adalarımızı işgal etmiş, Hatay yerle bir olmuş, nüfus değişiyor, ülkemizin demografik yapısına tecavüz var, Suriye’de batağa saplanmışız ve çıkamıyoruz, Irak’ta sürekli ve mecburen operasyondayız ve milliyetçilerin elle tutulur, birkaç kâğıda yazılmış taraftarlarına sunacağı bir görüş planı yok.
Ekonomi yerle yeksan.
İçinden çıkacağız denilse de çıkılamıyor.
Vatının sahilleri, ormanları, temiz suları, tarım arazileri üzerinde kirli eller dolaşıyor.
Milliyetçilerden ekonomiye çözüm sunan bir görüş duymadık.
Sahil yağmasına itiraz eden, gidip yerinde inceleyen kimse göremedik.
Orman yağmasını, zeytinlerin çığlığını duyan kimseyi de görüp duymadık.
“Ağacıma dokunma” deyip, ağacı kucaklayan köylü ninenin, damarları çıkmış elini tutan bir vatan/millet aşığı olmadı.
Bırakın milliyetçileri sağın bütün siyasi kadroları sadece seyrettik. Ettik diyorum, çünkü kendimi de katıyorum.
O zeytin ağacı dile gelip de hepimize sorsaydı: “Ben sizin vatanınızın parçası değil miyim? Yoksa bensiz vatan mı düşünüyordunuz” diye ne cevap verecektik?
Devletler kuran Türk milliyetçiliği fikir sistemi, içinde bulunduğumuz süreçte, kötü yönetiliyor. Amacına, doğasına ve değerlerine uygun politika üretemediği gibi, müesses nizamın hâkim politikalarına uymak için itiraz eden evlatlarına kızıyor. Küresel düzenin neoliberal politikalarına karşı millî varlığımızı korumak boynumuzun borcu değil mi?
Ahmet Gürsoy