Bu sene İzmit’in bir köyüne yerleştim. Ha deyince sinemaya tiyatroya gitmek, mümkün değil. Gidince de değmeli. Oğlum arayıp da “Anne Müslüm’ü kaçırma!” deyince çok şaşırdım. “Hayırdır oğlum?” diye sorunca, “Zannettiğin gibi değil. Çok başka.” dedi. Arabeskle uzaktan yakından alâkası olmayan bir delikanlıya bunu söyleten neydi?
Köyden İzmit’e otobüs var. Biner binmez mâruz kaldığım müziği nasıl târif etsem bilemiyorum. Benim hayâtımda arabesk müzik, mâruz kalmakla îzâh edilebilir ancak. “Yâ sabır!” çeke çeke gittim. “Biraz alışırsam filme katlanabilirim.” diye düşündüm.
Hasan Ali Toptaş’ın “Kuşlar Yasına Gider” romanını okuduğumda ne hissettiğimi soran bir büyüğüme, “Ciğerimi deldi geçti” demiştim. Bir baba-oğul şiiriydi.
Bu filmde de aynısı oldu. Ciğerimi deldi geçti. Bu da şiir gibi ama aynı değil. Müslüm Gürses’in babasından çektiklerine, çocukluğuna, gençliğine, olsa olsa ağıt yakılır. Film, işte böyle bir ağıtı, nakış gibi işlemiş. Abartısız, yalın ve derin...
Derin tesirler dilsizmiş. Kelime kalpazanlığı yapmak istemiyorum. Gidin, seyredin ve hissedin!
Müslüm Gürses’in çocukluğunun cehennem gibi olduğunu bilmiyordum. Film başlar başlamaz mendiller çıktı. Merhamet dizisinden zihnimde yer eden korkunç baba karşıma çıkınca filme konsantrasyonum zor olmadı. Turgut Tunçalp, kötü baba için iyi bir seçim.
Bütün rollerin hakkı verilmiş de Timuçin Esen, gerçekten zor bir işin içinden alnının akıyla çıkmış. Bir arabesk şarkıcısının hayâtını oyna, şarkılarını kendi sesinle söyle ama bu film, arabesk film olmasın. Tebrikler Timuçin Esen!
Bir yazar, “Niye arabesk şarkı yeterince yoktu?” diye eleştirmiş. Yâni beni memnun eden, ona eksik gelmiş. Şarkı dinlemek için filme gitmene gerek yok ki.
Yerli sinemamız adına gurur duydum. Elbette en büyük başarı, yönetmen koltuğunda oturanların.
Bir bilet alın ve Hollywood’a kafa tutan kahramanlara gişede destek verin.