Şehidler hakkında kolay kolay yazamam. Kalem, elden düşüyor.
Allah, İdlib’de yavrusu, kardeşi olan âilelere sabır versin. Önden çatışma veya saldırı haberi geldiğinde isimleri beklemenin ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
Şehidlere duâ etmiyorum; şehidlerden duâ istiyorum. Bize çok duâ etsinler. Haklarını helâl etsinler. Biz gündelik işlerle telâştayken, dolar kurunu tâkib ederken canlarını verdiler.
İdlib şehidlerinden haberlere düşen ilk isim, Ahmet Saygılı. Kahramanmaraşlı. Fotoğrafında bir şey dikkatimi çekince bu yazıya elim vardı. Bir elinde sigara var. Hani şu büyüklerimizin, hocalarımızın çok kızdığı sigara...
Fâtih Altaylı’nın yazdığına göre Mehmetlerimiz, kaç gündür orada sıkışıp kalmışlar. Yâni şehâdeti bekliyorlarmış. Bunu bilmiyordum ama hiss-i kable’l-vuku diyelim, günlerdir yüreğim sıkışıyordu. Ayıdan post, Moskoftan dost olmazdı çünkü. Muhakkak bir oyun ederdi.
Aklıma, 1953’de batan Dumlupınar denizaltısı geldi. Hani mahsur kalan askerlere, önce, “Konuşmayın, sigara içmeyin, oksijeni tükemeyin!” diye uyarı yapılmıştı. Umutlar tükenince de “Konuşabilirsiniz, sigara içebilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz!” denmişti ya işte o denizaltı.
Beklerken sen ne yaptın Ahmet?
Kesin şehâdet getirdin de ya sonra?
Bir cigara yaktın mı?
“Ah bir ataş ver...” diye türkü tutturdun mu?
Güle güle Ahmet!
Cigaranı değil, ciğerimizi yaktın!