Üst üste operasyonlar yapılıyor, muhalif siyasetçiler, gazeteciler gözaltına alınıyor. Susan, konuşmayan bir toplum yaratılmak isteniyor. Vicdanını cüzdanına hapsetmiş bir sürü yazar, gazeteci veya akademisyen de bu sürece destek veriyor.
Yapılanlara dini meşruiyet kazandırmak ise din adamından çok siyaset adamı olan ilahiyatçılara kalıyor.
Bu kişiler vasıtasıyla, mevcut iktidar yaşasın diye din adına din çarpıtılıyor. Yolsuzluğa, yalana, rüşvete göz yumulması isteniyor. Aslında bu, bugünün meselesi değil, Emevîler’den beri yerleşen bir yönetim tarzı.
Bu gelenekte, halife veya bugünkü karşılığı ile devlet başkanı halkın temsilcisi değil, Allah’ın yer yüzündeki gölgesidir. Onu oraya getiren Tanrı’dır. Emevî halifelerinin, “bizi bu göreve kader getirdi, kaderin kalemi Allah’ın elindedir. Bize isyan ona isyandır” şeklindeki düşünceleri bu anlayışın ürünüdür. Sonra gelenler de bu yolu izlemişlerdir. Fakihler, ataması Allah tarafından yapılan yöneticileri sınırlamak için herhangi bir teşebbüste bulunmamış, bir siyaset fıkhı oluşturamamışlardır. Zaten işin kadere bağlanması böyle bir sınırlamayı imkansızlaştırmıştır. Onlardan sonrakiler de aynı yolda yürümüşler, iktidarın her şeklini meşrulaştırmışlardır.
İmam-ı Gazali gibi büyük bir alim, yönetimi zorla ele geçirmiş olanın imametini meşru görmüş, ehli sünnet alimlerinin büyüklerinden İbn Hacer Askalani ise “iktidardakiler zalim de olsalar itaat edilmesi gerektiğini” söylemiştir. Onları bu düşünceye iten İslam’ın ilk dönemlerinde çıkan çalkantılar ve karışıklıklardır. Kamu düzenini yasalarla sağlamak yerine, yönetimde olanlara kayıtsız şartsız teslimiyetle sağlamaya çalışmışlardır. Bu da kamu düzenini koruma uğruna adaletten, şuradan, doğruluktan vazgeçmek, zulme boyun eğmekle neticelenmiştir. Onun için İslam dünyasında zalim ve ceberrut yöneticiler hiç eksik olmamıştır. Oysa itikatta imamımız İmam Maturidi, ”sizden olan ulul emre itaat edin” ( Nisa 59) ayetini yorumlarken, bu ayette geçen ulul emreden kastın yöneticiler değil, alimler ve savaş esnasında komutanlar olduğunu söyler. Aksi takdirde Allah’ın zalim yöneticiye itaat edilmesini emrettiğini düşünmek olur ki bu haşa Allah’a zulüm isnat etmektir, der. Zulmü telin eden bir dinin zalime itaati emretmesi düşünülemez.
Gerçekte, adil de olsa zalim de olsa topluma zararlı icraatlarında her yönetici eleştirilebilir. Bunu mezhep imamımız Ebu Hanife hem fetva hem uygulamaları ile göstermiştir: Mehmet Ocaktan “Müslüman Sokağında Demokrasi Hayal mi” isimli kitabında ondan şu aktarımı yapar: “Ebu Hanife ifade özgürlüğünü o denli benimsemiştir ki, yönetici meşru dahi olsa aleyhine konuşulabileceğini söylemiştir. Hatta daha da ileri giderek meşru bir yönetici hakkında argoyla bezeli kötü söz söyleyerek hakaret edenlerin, halifeyi ölümle tehdit edenlerin bile tutuklanmasına cevaz vermez. Sadece sözlerini eyleme döküp silahlı isyana kalkışan veya toplumun huzurunu bozanların bu hususta cezalandırılabileceğini” söyler.(s.181) Bu görüşlerine bağlı olarak büyük İmamın Hz. Ali’nin torunu Zeyd bin Ali’nin Emevîler’e karşı muhalefetini desteklediği ifade edilmektedir.
Ne yazık ki, onun bu görüşleri üzerine bir siyaset hukuku kurulamamış, fikirleri muhteris yöneticiler ve onların yardakçısı alimler tarafından ya unutturulmuş yahut çarpıtılmıştır. Hala revaçta olan Emevî anlayışı ile başka sosyal/ kültürel şartların ürünü olan fetvalardır.
Günümüzde her eleştiriye gösterilen aşırı tepkinin arkasında da bu köhnemiş zihniyet vardır.
İslam’ın temel ölçülerinden biri “masiyette itaat yoktur” hükmüdür. Fakat bu hüküm bile o kadar aşındırılmıştır ki “imani konularla” sınırlandırılmıştır. Mesela Yönetici Allah’a isyanı emrettiğinde uymayacak, ama ülkeye, millete, devlete zarar verecek bir emir verdiğinde buna uyacaksınız. Bu anlayış, İslam dünyasında zalim, ceberrut yönetimlerin döl yatağı olmuş, her icraatlarını meşrulaştırmıştır. Bu din algısı ve siyaset biçiminin en büyük zararı dine verdiği ortadadır. Onun için geçmişte, kimi dini uygulama ve anlayışlar sorgulanırken bugün bizzat din sorgulanmaktadır. Dönemsel ve tamamen günün sosyolojisine bağlı fetvaların, bağlam ve zamanlarından koparılarak bütün zamanların reçetesi ve dinin değişmez hükümleri olarak sunulması bu sonucu hazırlamıştır. Kısacası dinin mesajları doğru okunamamış, Prof. Dr. Ahmet Akbulut’un ifadesiyle: “Kuranın mesajı Müslüman kültürüne kurbanı edilmiştir.”(s.31) Bugün olan da budur. Muhalefete yönelik baskı ve tutuklamalar Emevî siyaset anlayışının günümüzdeki izdüşümüdür. Bedenen burada ama zihnen oradayız. Geçmişte kaos korkusu, günümüzde ise iktidar tutkusu dini yutmuş, ortaya din etiketli, dinle ilişkisiz bir siyaset biçimi çıkarmıştır.