Öcalan'la kurulan masanın en önemli pazarlık konularından birinin -vatandaşlık tanımının- değiştirilmesi olduğu anlaşılıyor.
Bahçeli, Türkgün'de yayınlanan yazısında; Anayasa'nın ilk dört maddesinin ve Cumhuriyetin temel niteliklerinin değiştirilmeyeceğini söylüyor.
Politik olarak zaten -toplumu hazırlamadan- böyle bir şey söyleyebilmesi mümkün değil.
Ancak geçmişte kullandığı 'Türkiye milleti ifadesi arşivlerde duruyor. Süreç alenileştiğinde Binali Yıldırım ile bazı AKP'lilerin -vatandaşlık tanımının değiştirilmesi -ile ilgili sözleri de arşivlerde duruyor. Bunları üst üste koyunca, silah bırakmaya karşılık Türklüğü bırakıp, Türkiyeliliğe geçileceği görülüyor. Bunun anlamı kimliksiz bir millet ve anayasal vatandaşlıktır.
Peki nedir bu anayasal vatandaşlık?
"Kayıp Barış" isimli kitabımda bu konuyu etraflı bir şekilde incelemiş, özet olarak şunları yazmıştım:
"90'lı yıllarda Almanya’da vatandaşlık üzerine çalışmalar yapan Habermas, vatandaşlık kavramını ulusa bağlılık yerine anayasaya bağlılık olarak tanımladı. Sebep, klasik vatandaşlık kavramının farklılıkları bir arada tutmada yetersiz olduğu iddiasıydı. Habermas'a göre, küreselleşme ile milli/ulus devletler anlamını yitirmiş, iletişimin, ekonominin, parasal kaynakların, ilişkilerin, teknolojinin, ekolojik ve askeri risklerin küreselleşmesi ile sorunlara cevap veremez hale gelmiş, milletler üstü bir yapılanma ve kurumsallaşma kaçınılmaz olmuştu. Geçmişte milli iktisatlar, devlet sınırları içinde yer alırken şimdi artık devletler pazarların içine yerleştirilmiş durumdaydı. Teritoryal-devlet sınırları içinde iktisadi faaliyetler ve milli gelenekler tarafından siyaset ve hukuk sistemi arasında tesis edilmiş olan kurgusal ahenk millet sonrası oluşan terkip tarafından(küreselleşme) bertaraf edilmekteydi. O halde milli devletlerin tasfiyesi ile birlikte milli kimlikler de tasfiye edilecekti."
Habermas'ın milli devletlerle ilgili bu kehaneti tutmadı.
"Habermas, bu kavramı ilk dile getirdiğinde Avrupa Birliği’ne referansla kullanmıştı. Amaç, farklı kültürler ve devletler arasında ortak bir payda oluşturmaktı. Anlaşılacağı gibi Habermas'ın önerisi milli topluluklara/devletlere yönelik bir proje olmaktan ziyade ulusüstü birlikler için geliştirilmiş bir formüldü. Avrupa Birliği'nin, ekonomik bütünleşmeden siyasal bütünleşmeye doğru evrilmesi buna uygun bir anayasa ve vatandaşlık tanımını da zorunlu kılmıştı. Avrupa’yı bir ortak pazar yerine birleşmiş politik bir proje olarak düşünen Habermas, anayasal vatandaşlığını da bu tahayyül üzerine kurmuştur. Böylece, AB’nin milliyetçi bir noktaya savrularak parçalanmasının önüne geçmek istemişti. Bu anlayışa göre vatandaşlık, toplumu homojenleştirme aracı olarak kullanılmayacak, aksine farklılıklara hukuki koruma sağlayan bir niteliğe sahip olacaktı... Habermas’ın görüşleri ülkesi Almanya'da pozitif düzenlemeleri etkileyememiş, ancak Avrupa Birliğinde kabul görerek Mastricht Anlaşması'na Avrupa yurttaşlığı olarak yansımıştır. Bu çerçevede hazırlanan Avrupa Anayasası Fransa ve Hollanda'da reddedilince bir Avrupalı kimliği oluşturma fikri de, başka bir bahara kalmıştır. Habermas'ın Avrupalı kimliği, Fransa ve Hollanda'da milli kimliğe yenilmiş, ulusüstü-veya ulussuz- bir kimliğin en azından şimdilik mümkün olmadığı görülmüştür. Bunun olabilmesi ancak her Avrupalı devletin nüfusunun çoğunluğunun gerçek anlamda bir Avrupalı bilinci ile kaynaşmış olmasıyla mümkündür. Bu olmadığı müddetçe süper bir Avrupa devleti beklentisi hayalden başka bir şey değildir. Zira, AB'nin belki de en zayıf ve en hassas noktası, sürecin son noktada manevi ortaklık ile hukuki ortaklık arasında giderek açılan bir mesafe yaratmasıdır.
Manevi ortaklıktan kasıt, toplumsal, tarihsel veya kültürel aidiyeti paylaşan bireylerin müşterek değerler, düşünme biçimleri, tutumlar ve inançlara dayanan ortaklığıdır. Hukuki ortaklık ise uyruklardan müteşekkil bir kolektivitenin karşısına konabilecek kamu politikalarının uygulanabilirlik çerçevesini ifade eder. Manevi ortaklık ile hukuki ortaklık arasındaki kesişimin azami noktada olmaması halinde, vatandaşların içinde yaşadıkları siyasi ortaklığın meşruiyetini sorgulamaya başlamaları beklenir.
Bugün bu hukuki ortaklığın yanına konulabilecek kapsamlı bir manevi ortaklık söz konusu değildir. Bu gerçekten hareketle, Jean-Marc Ferry -anayasal vatandaşlığın - mevcut olmadığını, çünkü kavram olarak bile gönüllerde, siyasal ihtiraslarda yaşayamayacak, dolayısıyla gerçek hayatta var olmayacak kadar soyut olduğunu söylemektedir. Habermas'ın formüle ettiği kültürel yakınlıklardan arınmış sivil bir kimlik ve dayanışma biçimi hemen hemen hiç yoktur. Bundan sonra olacağına dair bir belirti de görünmemektedir. Üstelik ortak bir kültürleşme ve bir akrabalık bilinci yaratılmadığında, yüzyıllar boyu bir arada olanların bile ilk fırsatta ayrıldıkları görülmektedir. Dönüşmüş olsalar bile ulus-devlet ve milliyetçiliğin temelinde yatan -etnisite, kimlik, hısımlık ve dayanışma gibi akraba-kültür bağları önemli bir toplumsal güç olmaya devam edecektir. "
'Terörsüz Türkiye' sloganı ile toplumu birbirine bağlayan dil, kültür ve akrabalık bağının ifadesi olan Türklük yerine Türkiyeliliğin ikamesi, toplumu birbirine bağlayan ruh ve anlamın yok edilmesi, kabileciliğin dönüşüdür.