Spinoza şöyle der:” Her yerde sanki kurtuluşları içinmişçesine kölelikleri uğruna mücadele veren insanlar görüyorum.”
Son seçim bir nevi kölelikle özgürlük arasında bir tercihti.
Siyasi rekabet demokrasi, insan hakları, adalet yerine son 30 yılın her seçiminin tek rekabet unsuru terör ve ayrılıkçılık üzerine bina edilmiş beka sorununa çekilince insanlar –özgürlüklerinden- vazgeçerek kendilerini daha da köleleştirecek bir siyaset için oy kullandılar.
Böyle bir sorunun olmadığından bahsetmiyorum, bu ülkede ciddi bir bölücülük sorunu var ve her geçen gün bu tehdit daha da büyüyor. Ancak bu tehlike üzerine siyaset yapacak son parti 21 yıl bu ülkeyi yöneten parti ve yöneticilerdir. Bölücü siyaset bu dönemde küçülmemiş büyümüştür. Oy potansiyeli gerilememiş ikiye katlanmıştır. Onun büyümesine yanlış politikaları ile neden olanları, bekamızın teminatı olarak görmek sadece siyasi körlük değil, toplumsal gerçeklikten de kopmaktır.
Seçim boyunca Cumhur İttifakı’nın vekil adaylarının bazılarını dikkatle takip ettim. Söylemlerini Erdoğan’ın ululuğu, önderliği, büyüklüğü üzerine kurdular. Bir MHP adayı, esnaf ziyaretleri ve TV programlarında : “bana değil Erdoğan’a oy verin, Allah benim ömrümden alsın ona versin” diyecek kadar kendi şahsı ve partisini silikleştirdiğine bizzat tanık oldum. Bu gibi durumlar için “Gönüllü Kulluk’un yazarı” Le Boetie şöyle der: “Eğer güçlü olana isteksiz ve acı içinde boyun eğiyor olsaydık, ellerinde bulundukları gücün hiçbir hükmü olmazdı. Onları ayakta tutan bizdeki abartılı boyun eğme eğilimidir.” Aynı lidere tapınma, köleleşme eğilimini AKP milletvekillerinde de görmek mümkün. Her cümlenin başına eklenen “Erdoğan’ın liderliğinde” sözü köleleşme ve hiçleşme psikolojisinin başka bir görünümüdür.
Cumhur İttifakını oluşturan partiler vatandaşa geleceğe dair çok fazla şey söylemediler. Muhalefeti terör işbirlikçisi olarak suçlayıp vatandaşı canından bezdiren olumsuzlukları unutturdular. Biz mi Kandil mi dediler? Muhalefet aslında Erdoğan’a karşı kaybetmedi, Kandil’e, HDP’nin hezeyanlarına, bölücü lobinin medyadaki uzantılarına ve bu köleleşme eğilimine karşı kaybetti. “Dünya lideri, reis” gibi tanımlamalar sadece Erdoğan’ı ululamak değil, kişinin kendini köleleştirmesinin psikolojik zeminini hazırlamasıdır.
Köleleşmenin bir başka biçimi de bireysel bilinçten yoksun olmak ve herkes ne yapıyorsa aynısını yapmak yani (gregarizm)sürünün peşinden gitmektir. François Rabelais bir romanında bunu kahramanlarından Panurga’nın meşhur hikayesi ile anlatır: Pantagruel’in gemisi deniz ortasında koyun yüklü bir şileple karşılaşır, görünüşünden dolayı Panurge’ye koyun satmak istemez, üstelik onunla alay eder. Koyunları iyi tanıyan Panurge, bağırıp meleyen bir kuzuyu denizin ortasına atar. Ardından diğer tüm kuzular aynı şekilde bağırıp meleyerek tek tek, sıra halinde denize atlarlar. Frederiz Gros’a göre(İtaat Etmemek, s.76) bu kendinden takip etmecilik yahut kalabalıklar içinde boğulmanın verdiği sıcaklık ve güven duygusundan kaynaklanır. Kalabalığa uymak, hiçbir kayda gerek görmeden bir liderin peşinden gitmek insana sorumluluktan kurtulma his ve rahatlığını verir. Kölelik, biraz da sorumluluğu devretmenin, ondan kaçarak kurtulmanın adıdır. Çünkü kaderiniz artık kendi elinizde değildir. Gros bu durumu, Dostoyevski’nin bir romanından şu şekilde aktarır: “Günlük hayatın kaygıları altında iki büklüm olmuş bir halkın üstüne bir de gerçek arayışının sorumluluğunu yüklemenin ne gereği var?” Öyle de oldu, gerçek iktidarın cebinde kaldı, toplum Erdoğan’ı ululama siyasetine yenilerek bir defa daha tercihini demokrasi ve özgürlükten yana değil, köleleşmeden yana kullandı.