Dış politika, ekonomi, hak, hukuk, adalet konularında geldiğimiz nokta ile Milli Eğitim’deki curcuna gösteriyor ki, 17 yıldan beri Türkiye’yi yöneten AKP’nin iflah olacağı yok. Onun için yazı başlığımın ikinci bölümünü başa aldım.

İktidar, olup bitenden ders almıyor, eleştirilere kulak tıkıyor ve dediğim dedik çaldığım düdük inatlaşmasından vaz geçmiyor. Erbakan Hoca’nın çırakları olmalarına rağmen “pansuman tedbirlerle” işi götürmeye çalışıyorlar ama bir yere kadar…

Vatandaş hayat pahalılığından ve peş peşe gelen zamlardan illallah demişken devlet kendi lüks ve israfından zerre kadar taviz vermiyor. Yabancılara yapılan satışlar, millete yük olup geleceğimizi ipotek altına alan “Yap – İşlet – Devret” modeli ile yapılan yollar, köprüler, şehir hastaneleri, tarım ve hayvancılıkta giderek dışa bağımlı haline getirilmemiz; üstüne üstlük tıpkı Arap ülkeleri gibi üreten değil tüketen bir toplum haline gelmemiz, kapanan şirketler…

Aile efradı ve yakın çevrelerinin siyaset sahnesinde boy gösterip peş peşe kurdukları vakıflar ve iş ortaklıkları ile büyük maddi güç sahibi olmaları, Kavakçı ve Sayan aileleri örneklerinde olduğu gibi bazılarına liyakat ve kariyere bakılmaksızın devlet kadrolarının dağıtılması, 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminin asıl müsebbiplerine bir şekilde yol verilip yurt sathında binlerce kişinin “Bankaya para yatırdı, koleje çocuğunu kaydettirdi” gibi gerekçelerle mağdur edilmesinin yanında özellikle AKP içindeki siyasi ayağın görmezden gelinmesi insanları yürekten yaralıyor. Zira, TBMM’de yaptığı bir konuşmada “Muhterem Fethullah Hocaefendi’ye terörist diyemezsiniz” diyen Bekir Bozdağ, o terörist başı ile takkeli cüppeli fotoğrafları olanlar, grup halinde resim çektirenler hala parti içerisinde Milletvekili, Bakan, Bakan Yardımcısı gibi görevlerde bulunuyorlar. Kozmik Oda’nın açılmasına vesile olan Bülent Arınç Cumhurbaşkanlığı Yüksek Danışma Kurulu Üyesi. Arınç’ın, “Ankara’yı parsel parsel sattı” dediği Gökçek yine sağa sola sataşmaya devam ediyor. O sahte hocanın verdiği bir dolarları saklayanlar terörist kabul edilmişlerdi ve doğru idi ama mesela takke verdiği Isparta Milletvekili son mahalli seçimlerde AKP’nin YSK Temsilciliğini yapıyordu. Başka kimlerin başına takke giydirilmiştir bilmiyorum ama tıpkı o bir dolarlar gibi bu takkelerin de mutlaka gizemli, mesajlı bir yanı olmalı ama hiç dikkate alınmadı, alınmıyor. Darbe girişiminin siyasi ayağı koktukça kokuyor ve gereğini yapması gerekenlerin umurlarında bile değil.

Velhasıl bütün bu şartlar karşısında bile kılını kıpırdatmayan AKP iktidarının iflah olacağı yok. Onun için geçelim CHP cephesine ama önce söyleyeceklerim var:

Ben 50 yıllık MHP’liyim, son mahalli seçim hariç (O da MHP’nin bir adayı bile olmadığı ve ülkücü bir aday gösterdiği için) CHP listesinden seçime giren Millet İttifakı adayı Mansur Yavaş’a oy verdim, o kadar.

1973 seçimlerinde, o zaman Niğde’ye, şimdi ise Aksaray’a bağlı olan Ortaköy ilçesinin bütün köylerini, tam 40 gün 40 gece dolaşıp MHP’nin en önemli projelerinden biri olup şimdinin MHP yönetimi tarafından bile unutulmuş olan Tarım Kentleri’ni, 9 Işık Modeli’ni, Başbuğ Türkeş’i, Ülkücü Şehitleri anlatmışlığım vardır. Hem de kalacak bir yer olmadığı için gece yarılarından sonra Terzi Kemal’in elbise kesip biçtiği tezgâhında kuru tahta üzerinde yatarak! 1977 seçimlerinde yine oralarda ve memleketim olan Burdur/Bucak köylerinde dolaşıp miting alanlarında konuşarak ve dahi o zamanın yegâne ülkücü yayınları olan Devlet ve Bozkurt Dergilerinde çalışıp yazılar yazarak…

Gelin görün ki şimdi MHP/daha doğrusu MHP’yi yönetenler partinin ülküsüne, idealine, geçmişine, değerlerine ters olmakla kalmayıp hakaretler edenlerle birlik olup adeta kayıtsız şartsız destek olur durumdalar. İYİ Parti ise ne yazık ki bekleneni veremiyor ve acemiliklerden kurtulamıyor.

Hal böyle olunca Türkiye’de oy oranı olarak ikinci büyük parti olduğu için, “İflah olmaz” diye nitelendirdiğimiz AKP ile baş edip kündelemeye en yakın siyasi kuruluş olan CHP üzerinde durmak gerekiyor.

CHP ne yazık ki Türkiye’nin en köklü siyasi partisi olmasına, yetişmiş kadrolarına, “aydın” diye nitelenen okumuşlar ordusuna, sanatçı taraftarlarına rağmen bir türlü kabuğunu yırtıp kendini gösterememiştir.

Aslında çoğu zaman ümitlendiğimiz de olmuştur hani… Genel Başkanlığı döneminde Deniz Baykal, şimdiki Genel Başkan Kemal Kılıçtaroğlu partilerinin grup toplantılarında ya da miting meydanlarında öyle bir konuşma yaparlar ki, “Tamam işte, şimdi oldu. Burada söylenenlerin altına imzamı atarım” denir. Ama ardından bir başka faaliyetteki tutumları, parti içinden bir yetkili ya da herhangi bir milletvekilinin, il ya da ilçe başkanının konuşması, davranışı bir anda her şeyi alt üst ediverir. Buna bir de, CHP ile özdeşleşmiş gibi görünen gazetelerdeki birtakım halktan kopuk yazarların yazdıkları da eklenir ve her şey sil baştan olur. Bu durum yıllardan beri böyledir ve hiç değişmemiştir.

En son 2018’in 24 Haziran’ında yapılan Mahalli seçimlerde ve 31 Ağustos’ta yenilenen İstanbul seçimlerinde CHP güzel bir imtihan vererek artık milletimizi anladığının işaretlerini vermiş, sonucunu da almıştı. Bir bakıma AKP’yi kendi silahları ile vurmuş, muhafazakârlıkları ile öne çıkan adaylarla en çok merak edilen Ankara ve İstanbul’da başarıya ulaşmıştı.

Oysa elde edilen başarı zik zak kabul etmez; süreklilik, feraset ve samimiyet gerektirir. Pek çok örnek verilebilir de, en son gündemde olan ikisi üzerinde durmak istiyorum:

Diyarbakır, Van ve Mardin’in HDP’li Belediye Başkanları elbette haklı gerekçelerle görevden alınınca CHP’den peş peşe açıklamalar geldi. Bu açıklamalar dozunda yapılır ve yürürlükte olan Kanunlar çerçevesinde gereği ne ise o söylenirse mesele yok. Fırsat elde iken bu kanunları düzenlemeyen AKP’ye de gereği söylenebilir. Kaldı ki, HDP’li Belediye Başkanları ve Milletvekilleri teröre yardım ve yataklık ediyorlarsa, önceki eş başkanları benzer suçlardan tutuklu iseler bu parti için neden bir yasal işlem yapılmamıştır ve hâlâ da yapılmamaktadır? Bu soruyu sormak herkesin olduğu gibi CHP’nin ve tabii ki en başta iktidarın yanı başında olan MHP’nin de hakkı ve görevidir.

Bunu geçtik de, Sayın Kılıçtaroğlu ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu’nun, tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ın eşi için düzenlenen Doğum Günü Partisi’ne katılıp hediye vermeleri hiç ama hiç hoş değildir, affedilecek bir tarafı da yoktur.

Madem HDP’liler teröre yardım ve yataklık ediyorlar -ki aynı kanaatteyim-, o halde “Keşke İstiklal Savaşı’nı Yunanlılar kazansaydı” diyen, Kurucu Cumhurbaşkanımız Atatürk ve İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’a hakaret eden Püsküllü Bela Mısıroğlu’nu devlet erkânı ve Diyanet İşleri Başkanı’nın ziyaret etmeleri ile CHP’lilerin HDP’lileri ziyaret etmeleri arasında ne fark vardır?

AKP’liler ve Diyanet İşleri Başkanı o ziyaretleri için “İnsani bir görev” demişlerdi. Oysa “insani görev”, özellikle ziyaret edilen şahsın durumu dikkate alınarak devletin tahsis ettiği makam arabaları ile yapılmamalı ve Diyanet İşleri Başkanı’nınki gibi resmi kıyafeti olan sarık ve cüppe ile ve Başkanlığın yayınladığı setleri hediye ederek olmamalıydı.

Bayan Kılçtaroğlu ve Bayan İmamoğlu’nun Demirtaş’ın hanımına yaptıkları jest de bundan farksızdır “insani görev” olarak geçiştirilemez. Siyasilerimizle eşleri ve çevreleri ne yazık ki Türk Milleti’ni tanımamakta/tanımak istememekte kararlı ve ısrarlı görünüyorlar.

Kısacası, AKP’nin iflah olmaz bir yola girdiği, CHP’nin de bu yaştan/gelinen bu noktadan sonra akıllanmayacağı açıktır.

Gelinen bu noktada, “Yiğitler silkinip ata binende/Derelerde Bozkurtlara ün olur” diye türkü söylemek geliyor içimden ama bu keşmekeşlik ve vurdumduymazlık içinde sesimi duyan olur mu bilmiyorum!