Abbasi Halifesi Ebu Cafer El Mansur'un İmam-ı Malik'e şöyle bir teklifte bulunduğu rivayet edilir:
-Ey Ebu Abdullah ilmi tek ilim haline getir.
İmam-ı Malik: Hz.Peygamber'in ashabı değişik beldelere dağıldılar ve her biri kendi çağında kendi görüşü ile fetva verdi. Mekke'nin belli bir görüşü, Medine'nin belli bir görüşü,Iraklıların belli bir görüşü oluştu.
Halife; ilim, Medine ehlinin ilmidir, sen insanlar için bu ilmi ortaya koy, deyince de, İmam-ı Malik; Iraklılar bizim ilmimize razı olmazlar diye cevap vermiştir. Bunu başka şartlarda, başka coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar olarak tercüme edebiliriz.
İmam-ı Malik,Halife'ye verdiği cevapla, hem bir gerçeğin altını çizmiş, hem de sosyal, siyasal, kültürel ve zamansal farklılıkların dini anlama ve yorumlamada farklı sonuçlara neden olduğunu gözler önüne sermiştir.
Günümüzde din- kültür ilişkisi ve karşılıklı etkileşimleri yeterince irdelenmemiştir. Bunun içindir ki, İslam dünyasında hep tekçi görüşler hakim olmuş, çoğulcu bir anlayışın yerleşmesi mümkün olmamıştır. Halbuki Ali Mebruk'un ifadesiyle, "Din bembeyaz ve boş bir sayfa halinde olan insana gelmemiş, tam tersine daha önce belli bir kültür tarafından oluşturulmuş olan insana gelmiştir. Onun içindir ki, - İslam'ın yayıldığı coğrafyalardaki farklı kültürel çevrelerden her birinin, o bölgedeki İslam formu üzerinde etkisi olmuştur."(Ali Mebruk,Kur'an Yazıları.S.258)
Kültür, belli bir insan topluluğunun tarihsel ve sosyolojik bir süreç sonucu çevresi ile kurduğu ilişkilerden ürettiği zihinsel kodlar, kısaca hayatın her veçhesi ile kurulan ilişkileri tanzim eden kurallardır. Gökalp de kültürü, fertleri birbirine bağlayan, kişiler arasında uyumu sağlayan kurumlar olarak tarif eder.
Yeni bir din inzal olduğunda, ortaya çıktığı çevrede mutlaka önceden oluşmuş bir kültürle karşılaşır. İşte, gerek o dinin kabul görüp benimsenmesinde, gerekse yorumlanmasında o kültürün belirleyici bir rolü olur. O din, o kültür için kabul edilebilir bulunursa, kimi yönlerini kendi şartlarına uyarlayarak içine alır. Ancak, bu tek taraflı bir etkileşim değildir, bir kültürel çevre tarafından kabul gören din, o kültürü mayalar, elekten geçirir, aykırılıklarını temizler yeni bir hüviyet kazandırır.
Semavi dinlerin toplumlara kolay nüfuzunun arkasında -kültürel- yorumlara yatkınlığı yatar.Farklı mezheplerin ortaya çıkması da, daha çok toplumların kültürel durumları ile ilgilidir.
Kültür, zamana, şartlara, çevresel etkilere bağlı olarak değişebilir. Kültürlerin donması, değişime direnmesi onları zamanın dışına iterek,arkaikleştirir, kullanılamaz hale getirir. Kültür değişmeleri , dinin yeni şartlarda yeni yorumlara tabi tutulmasını getirir. Bu hem o kültürlerin din dışına savrulmasını engeller, hem de dini hükümlerin yeni idrak biçimleri karşısında -eskimesini- önler. Kültür değişirken, dini yorumlar da buna bağlı olarak güncelleştirilir. Bu yapılmadığı takdirde dinle kültür arasındaki makas her geçen gün açılır, gün gelir yeni sorunlara yeni cevaplar veremeyen dinle ilgili şüpheler ortaya çıkar.
Bu işin bir cephesidir, diğer bir cephesi de Araplar dışındaki tüm toplulukların dini kaynağı ile beraber Arap yorumu ve tatbikatı ile almış olmalarıdır.Dinin yorumlanmış, kültürleşmiş biçimi ile alınmış olması, hem yeni yorum imkanlarının alanını daraltmış, hem de bir başka toplumun şartlarının ürünü olan bu yorumların kültürel ve yerel boyutu, yeni çevrelerde intibak sorunu ortaya çıkarmıştır. Bunun nedeni, bu kültürel unsurların dinin bir rüknü veya yegane uygulanış biçimi olarak görülmesidir.
Hayat ve ona bağlı olarak kültürler değişirken, dini farklı bir toplumun, farklı bir kültürün ve farklı bir zamanın yorumunda dondurmak, onun hayatla bağını koparmaktır. Günümüzde -dinle- ilgili şüphelerin bir kısmı üretilmiş şüpheler ise, bir kısmı -hayatiyetini yitirmiş- kültürel unsurların din kisvesi altında sürdürülme çabalarıdır. Kültür, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Her toplum bu yaşam formunu uzun bir tarihi süreçte oluşturur. Bir topluma, farklı bir geçmişten gelen, farklı bir çevrede yaşayan, farklı hassasiyetler taşıyan bir toplumun yaşam biçimini din diye dayatmak, o toplumu din ile problemli hale getirir. Peygamber efendimiz bütün bir zamana ve mekana inmiştir. Onu ve yüce dinimiz İslam'ı bu coğrafyanın ve bu zamanın idraki ile anlarsak, hem dini yaşama imkanları genişler, zengin ve çoğulcu bir din anlayışı ortaya çıkar, hem de din kisvesi altında ithal edilmiş kültürel unsurların yarattığı şüphe ve tereddütler ortadan kalkar. Günümüzde sorun, gerçekte İslam'ın kendisi ile değil, dinileştirilmiş bu kültürel unsurlar ve çağın gerisinde kalmış yorumlarla ilgilidir.