“Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” diyor G. Orwell. Olgunun gerçekliği yerine algının şehvetine kapılır gidenlerin hakikati söyleyene husumeti bundan olmalı. Asırlar geçse de değişmeyen bu anlayış insanın belki de en başat zaafı. Öyle olmasaydı ikibin küsur sene önce söylenmiş, Eflatun'un -Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayattaki gerçek trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır- sözünün hiç bir anlamı kalmaz ve de hatırlanmazdı.

Uzun süredir insanların inançları, kimlikleri, parti aidiyet yahut ideolojik mensubiyetleri yüzünden kategorize edilip yekdiğerinin dışlandığı hatta lanetlendiği bir ahlaki erozyon halini yaşıyoruz. Özünde sahiplerinin siyasi saltanatına hizmetten gayrı topluma faydası olmayan ardışık genel seçimler üzerinden toplum ortasından ikiye yarılmış vaziyette. Siyaseten farklı mahallelerde olsa bile zor günlerde dayanışmayı tavsiye eden ve netice alınmasına yeten geleneğimizin bütün güzel hasletleri, toplumu ayrıştırarak siyasi güç devşirenler yüzünden yok olmak üzere. Sırf siyasi ihtirasla toplumsal dayanışma bağlamında yardımlaşmayı dahi baltalamayı göze alan biz marazi ruh iklimine evrildik. Öyle olmasaydı Millet ittifakı Belediyelerinin halka yardımı engellenir miydi?

Toplumsal ayrışmanın son yerel seçimlerle zirveden dönüşü beklenirken gelen şu Covid belasının yarattığı korku yüzünden, sahip ve savunucuları eliyle içi boşaltılmış değerlerimiz iyice dökülmeye başladı. Halbuki hepimizin bildiği en temel ilke; İslam dini imandan sonra ahlaki değerleri özümsemiş ve kuşanmış bireyler yetiştirmeyi öğütler ve hedefler. Erdemli toplumlar şahsi faydacılığı, siyasal yarar ve mali-maddi rantı değil, ahlakiliği önceleyen anlayış ve ilkeler bütününe sahip olanlardır. Erdemliler hareketi olma iddiasıyla yola çıkanların uzun süren iktidarı sonrasında, maalesef ahlakilik ve adaletten uzaklaşan, her alanda hak kavramına duyarsız, değerlere itibar etmeyen tersine aşındıran kimliksiz ve kişiliksiz yığınlar topluluğuna doğru yol alıyoruz. Bunun bizi toplum olmaktan çıkarıp, toplamında değersizleşen topluluk yapacak ve kim bilir nerelere savuracak bir kasırga olacağını da anlamıyoruz.

Dayanışma ve yardımlaşmanın düne göre çok daha elzem olduğu bu süreçte, ne yazık ki devleti tek otorite merkezi olarak tanımlayıp mutlaklaştıran egemen siyaset ve emredici iktidar anlayışı farklı siyasal anlayışla oluşumların, sivil alanların nefes almasını zorlaştıran bir atmosfer oluşturuyor. Baskıcı otoriter yönetim zihniyeti tepeden tırnağa sirayet ediyor ve toplum boğuluyor. Tepeden inmeci yaklaşımlarına mazeret üretmek gayretiyle eğip büktüğü yasaların ve yönetmeliklerin arkasına sığınıyor. Seçildim öyleyse her şeyi yaparım mantığıyla kendi gücünü test ediyor. Ama seçilen diğerlerini ezmeye çalışıyor. Açım diye sokağa çıkma yasağına itiraz edene öl diyebiliyor ama karnını doyurmayı düşünmüyor.

Bu salgın elbet geçecek, birkaç aya hayat normale dönecek. Ancak zaten kıl ip üstünde giden ekonomik durumumuz tümden iflas edecek. Vereceği ekonomik hasar ve zararın yanında sosyal sonuçları da ağır olacak bu buhrandan çıkışımız ne yazık ki bu kafayla çok zor olacak. Başta yazdığım sözler ecnebilerindir diye belki ciddiye alınmayacak. Hiç değilse bu dönemde; 'güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim'' diyen Peygamberimize kulak vermek, kırk yerde 'hiç akletmez, düşünmez misiniz' diyen Kur'ana uymak gerekmez mi? Ya da akılcı olmak, ahlaklı davranmak için daha ne olması gerek? Vakit geç değil hem daha bol şu aralar. Düşünmek gerek, daha sağlıklı huzurlu ve mutlu bir hayatı hak etmek için; Akıl, ahlak, adalet....