Niyet ve nazar eşyanın mahiyetini değiştirir derler. Bunun için hadiselere bakış açısı ve hangi niyetle baktığın önemlidir. Biz Müslüman hadiseleri değerlendirirken hayatının merkezine Kur’an (teori) ve Resul’ün örnekliğini (pratik) yerleştirmek zorundadır. Aksi halde sapmalara düşmesini engelleyemez.

Aramızdan ayrılalı 83 yıl geçmiş olan İstiklal şairimiz Mehmet Akif, hayatının merkezine Kur’an ve Resul’ün örnekliğini yerleştirmiş ve bunu yaşantısıyla da ortaya koymuş çağımızın ender şahsiyetlerindendir. Bu açıdan ona “İslam şairi” diyenler tam isabet etmiştir.

Akif, Kur’an’dan uzaklaşan Müslüman toplumların gelecekte tarih sahnesinde söz sahibi olabilmeleri ve birlik ruhunu tesis edebilmeleri için yeniden Kur’an’a dönmeleri gerektiğinin üzerinde ısrarla durur. Yıkılışların birbirini kovaladığı bir dönemde birçok aydının batılılaşmayı kurtuluş reçetesi olarak gösterirken Akif, kurtuluşun dinin asıl kaynağı olan Kur'an ve onun pratikteki uygulaması sünnete dönmekten başka çare olmadığını yüksek sesle haykırır.

“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” mısraları bu konudaki kanaatlerini ifade eden muhteşem bir çözüm yoludur.

Akif’in eserlerini incelediğimizde bu ana fikir etrafında düşüncelerini serdettiğini görüyoruz. Fikirlerini sistemleştiren merkeze İslamiyet’i koymuş ve günümüzde İslami yaşantının nasıl olması gerektiği hususunda çağın oluşturduğu problemlere akli, ilmi ve mantıki delillerle çözüm getirmeye çalışmıştır.

Kur’an’ı rehber edinen insanların vahyin önderliğinde akıl, fikir ve kalple hakikat yolunda ilerleyip delile tabi olmaları gerektiğini, başka dinlerin mensupları gibi ruhbanları taklit etmemeleri üzerinde duran Akif, akıl, ilim ve teknolojinin hükmedeceği gelecekte akli delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tasdik ettiren Kur’an’ın hükmedeceğini şiir ve eserlerinde ortaya koyar.

Bir İslam şairi olduğunu her hal ve hareketi ile ortaya koyan Akif, Müslümanların itikadi, siyasi, ekonomik vb. konularda birlik olmalarının yaşamaları için şart olduğunu ayet ve hadisler ışığında eserlerinde işler.

İslam şairi Mehmet Akif, Müslüman toplumları yaşatacak iki unsurun “vahye dayalı yüksek ahlak ve çağın bilgileriyle donatılmış ilim ve teknoloji” olduğu üzerinde ısrarla durur. Bu hususta, “Bizim kökümüz delilleri Allah’(cc)tan gelen İslam dinidir. Bu köke bağlı kaldığımız dönemlerde yüksek ahlaklı devirleri yaşadık. Ancak bu ahlakı ve gereği olan ilim ve tekniği terk ettiğimiz için gerilemeye yüz tuttuk. İlim ve teknoloji kuvveti olmazsa, bir ümmet sadece ahlakla yükselmez. İslam ahlakından yoksun bir ilim ve teknoloji anlayışı da insan toplulukları için bir yıkımdır.” demiş ve geçmişte nasıl bir millet olduğumuzu, “Siz iyiliği emreyler, kötülükten yasaklar, Allah’a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz...” mealinde olan Âl-i İmran suresi 110. Ayetin tefsirini yaparken şu muhteşem satırlarla dile getirmiştir:

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz!

Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.”

Akif’in muhteşem eseri Safahat’tan Müslümanların Kur’an’a tabi olmaları ve birlik içinde yaşamaları için neler yapması gerektiğini anlattığı şiirlerinden birkaç tanesini incelediğimizde yukarıda söylediğimiz İslam şairliği kendiliğinden ortaya çıkar.

Akif imanının verdiği şevkle bütün yıkılışları görmesine rağmen asla ümidini yitirmemiştir. Ümitsizliğin Allah(cc)’ın yasakladığı bir fiil olduğuna inandığı için ümitsizliğe düşenlere öfkelidir. Bunu bir şiirinde şu dizelerle dile getirir:

“Geleceği karanlık görerek azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle:

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?

Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?

Geleceği karanlık görüvermekle apıştın!

Sebepleri elinden atarak ye’se yapıştın!

Karşında ışık yoksa sağından, ya solundan,

Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.

Âlemde ışık kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

Herkes gibi dünyada henüz hakk-ı hayatın

Varken, hani herkes gibi azminde sebatın?

Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.

Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.”

İslam şairi Akif, İslam dinini birleştirici, bütünleştirici ilkeler vazettiğini dikkate alarak bir ve beraber olunması gerektiği üzerine kalem oynatır. Akif’e göre Müslümanlık birleştirici, kavmiyetçilik ve ırkçılık ise bölücüdür. İslâm kardeşliği ile milyarlarca insana kucak açmak mümkün iken, kavmiyetçilik ve ırkçılık yapmanın İslam ile bağdaşmadığını beyan eder. Çünkü Kur’an açık biçimde kavmin varlığını kabul etmekle birlikte bir kavmin diğer kavme, bir ırkın diğer ırka üstünlüğünün ancak takva ile ölçüldüğünü açık biçimde emretmektedir. (Bkz. Hucurat Suresi, 13. Ayet) Bu husustaki fikirlerini bir şiirinde aşağıdaki muhteşem dizelerle şöyle açıklar:

“Hani milliyetin İslâm idi, kavmiyet ne!

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.

“Arnavutluk” ne demek? Var mı Şeraitte yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürd’e,

Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber.

Artık ey millet-i merhûme, sabah oldu uyan!

Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?

Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!

Dinle Peygamber-i zişân’ın ilâhî sözünü!

Türk Arapsız yaşamaz. Kim ki yaşar der, delidir!

Arab’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir.

Akif için yegâne şaşmaz ölçü Kur’an ve onun pratikteki uygulayıcısı, rol modeli olan Resulullah’(sav)tır. Ayetin ifadesiyle, “Allah’tan, nasıl korkmak lâzımsa öylece korkunuz.” emri hayatının merkezindedir. Allah (cc) korkusunun bütün faziletlerin başı olduğunu şu dizelerle ortaya koyar:

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...

Ne irfanın kalır tesiri katiyen, ne vicdanın.

O, doymak bilmeyen mabuda kurbandır hayâ hissi,

Hamiyet, âdemiyyet hissi, ulvî hislerin hepsi!

Bu hissizlikle cemiyet yaşar derlerse pek yanlış:

Bir ümmet göster, ölmüş maneviyatıyla, sağ kalmış?

Akif, Kur’an şuuruyla hareket eder. Bunun için nerde bir Müslüman varsa onu kardeş ilan ederek derdini dert edinir. Resulullah’ın (sav) “Kim Müslümanların derdini kendine dert etmezse onlardan değildir.” ikazını dikkate alır bunu dikkate almayan Müslümanlara da serzenişte bulunur:

“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...

Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!

Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep makberdedir;

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!

…,

Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah, intikam;

Yerde kalmış, na’şa benzer kavm için durmak haram!

Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?

Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!

Akif, İslam dinini hakiki kahramanlık ve gayret dini olarak görür. Korkaklık ve tembellikten de nefret eder.

“Şehâmet dini, gayret dini ancak Müslümanlıktır;

Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır.

Cebânet, meskenet, dünyada, sığmaz rûh-i İslâm’a...

Kitâbullah’ı işhâd eyledim -gördün ya- davama.

Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla imanın:

Ne müthiş bir hamaset çarpıyor göğsünde Kur’an’ın!

O vicdan nerdedir, lâkin? O iman kimde var? Heyhat!

Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi hissiyât!

Demek: İslâm’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda;

Bu yüzdenmiş, demek, hüsran-ı millî son zamanlarda.

Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyâma;

Rücû’ etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm’a.

“Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır”

Demiştim... İşte davam onların hakkında sadıktır.

Akif’i bir makale çerçevesinde anlatmanın imkânsızlığı ortadadır. Aramızdan ayrılışının yıldönümünde rahmet ve minnetle andığımız Akif’i anlamanın en tesirli yolu onun eserlerini anlayarak okumaya çalışmaktır.

Bu vesile ile Akif’i rahmet ve minnetle yad ederken gelecek nesillerin onun işaret ettiği “Asımın Nesli” olmasını Rabbimden diliyor ve Çanakkale şiirindeki Asım’ın neslini anlattığı bölümle makalemi bitiriyorum:

“Asım’ın nesli, diyordum ya... Nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi...

Bedrin Arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanı Selâhaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.